18 Eylül 2016 Pazar

KURBAN KONUSUNDA YORUM

Kurban, insanoğlu tarihinde çok eski bir gelenek olarak yaşatılmış ve yaşatılmaya devam etmektedir.

Geleneksel İslam’da kurban, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla belirli şartları taşıyan hayvanları kesmek anlamına gelmekte ve “Kurban Bayramı” olarak yılın belirlenmiş dört gününde kutlanmaktadır. 

Kuran’da ise “Kurban Bayramı” adı altında bir bayram ve bayram olsun diye belli birkaç gün için hayvan kesme olayı yoktur. Bu uygulamalar tamamen gelenekseldir.

Kuran’da, “kurban olarak hayvan kesmek” anlamında meallendirilen kelimelere baktığımızda karşımıza HEDY, KURBAN, KALAİD, ZİBHİN, NUSUK ve VENHAR kelimeleri çıkmaktadır. Bu kelimelerin bildiğimiz anlamda kurban manasına geldiği de tartışmalıdır. Çünkü bu kelimeler Kuran’da genellikle başka anlamlarda kullanılmış fakat çok az sayıdaki bazı ayetlerde özellikle “kurban olarak hayvan kesmek” anlamında meallendirilmişlerdir. Örneğin “Kurban” kelimesi ve türevleri, Kuran’da “yakınlık”, “yaklaşmak” anlamlarında kullanılmıştır.

NOT: KURBAN KELİMESİ başlıklı yazımı okuyunuz. 


Zamanında kurban anlayışı, pagan dinlerin de etkisiyle hayvan kesimiyle ilgili yorumlanmış ise bugün de Allah’a yaklaşma yolunda para, mal, mülk, emek vs. gibi günümüz değerlerinin feda edilmesi şeklinde de yorumlanmalıdır. Olay ille de hayvan kesimi ve kan akıtılması şartına bağlanmamalıdır. Aksi şekilde bir davranış ancak geleneklerin etkisiyle insanları yönlendirme ve konuyu saptırma olacaktır. 

Nasıl ki bundan iki yüz yıl kadar önce evrenin genişlemesiyle ilgili ayeti din adamları farklı, şimdi ise farklı yorumluyorlarsa başka konulardaki bazı ayetler de geçmişte farklı, şimdi farklı yorumlanabilmelidir.

Bu konuda bir örnek verecek olursak:

Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez. (8:60)

Bu ayet, müminlere savaşa hazır olmalarını ve savaş atları hazırlamalarını öğütlemektedir. Pek tabii ki bu ayetin indiği zamanda Allah’ın resulü ve müminler, bu ayete istinaden savaş için atlar hazırlamışlardır. Ancak bugün bu ayetten anlaşılacak şey, savaş atları hazırlamak değil; günümüzün caydırıcı ve modern silahlarını hazırlamak olmalıdır. Dolayısıyla Kuran ayetleri belli bir zamana ve şartlara hapsedilmemeli; onun kıyamete dek hükümleri geçerli olacak bir kitap olmasının önü kapatılmamalıdır. Müslümanların geri kalmışlığının en büyük sebeplerinden biri budur.

Kurban kesiminin yaygın bir gelenek olarak yaşatıldığı eski zamanlarda insanlar için en değerli meta hayvanlardı. İnsanların zenginliği toprak ve hayvan sayısına göre ölçülürdü. Dolayısıyla verilebilecek en değerli mallar da bunlardı. Bunun böyle olması, o zamanların şartları ve gereklerine göre anlaşılabilir bir durumdur. Ancak aynı geleneğin günümüzde de sürdürülüyor olması, Kuran’ın bu konuda iyi anlaşılamadığının bir göstergesidir.

İBRAHİM VE KURBAN

İbrahim’den önce insanlar kurban kesmekte hatta kendi çocuklarını kurban etmekteydiler. 

Kuran’daki İbrahim kıssasında, rüya görmesi üzerine İbrahim oğlunu kurban etmeye girişmekte fakat sonuçta Allah tarafından bu işten vazgeçirilmektedir.



İbrahim Kıssası:

“Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla.”

Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik.

Çocuk kendisiyle birlikte koşup, yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı (EZBEHUKE) gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.

Nihayet her ikisi de boyun eğip, İbrahim de onu yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim!”

“Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.”

“Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.”

Biz, boğazlanacak (ZİBHİN) fidye vererek onu kurtardık.

Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ün bıraktık. (37:100-108)

Kıssaya göre İbrahim, Allah’a dua ederek bir çocuk istemiştir. Allah da ona erkek bir çocuk bağışlamıştır.

Çocuk kendisiyle koşup, yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, önceden gördüğü rüyasını anlatmıştır. Rüyaya göre İbrahim, oğlunu boğazlamaktadır. İbrahim, çocuğa rüyasını anlattıktan sonra düşüncesini sormuştur. Çocuk da ona emrolunduğu şeyi yapmasını, kendisinin sabredeceğini söylemiştir.

Yani kıssaya göre İbrahim, rüyasında oğlunu boğazladığını görmüştür ve rüyasını gerçekleştirmeye kalkmadan önce oğlunun da düşüncesini almıştır.

Çocuğun ifadesinden, aklı başında bir yaşta olduğu anlaşılmaktadır. Ancak babasının bir rüya görmesi üzerine kendisini kesmek istemesi karşısında itiraz etmemesi hayret verici bir olay olup ya olayı anlamamıştır ya da o yaşta bile tam teslimiyettedir. Ayetteki “uysal çocuk” olarak anlamlandırılan tabir herhalde bu durumun yansıtılmasıdır.

Sonuçta İbrahim ve oğlu, rüya karşısında tam bir teslimiyetle hareket etmeye karar vermişlerdir.

İbrahim, oğlunu boğazlamak için yüz üstü yere yatırmış bir haldeyken kendisine seslenilmiştir: “Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.”

Bu ifadeye göre İbrahim’in, gördüğü rüyayı gerçekleştirmeye çalışması; rüyanın hükmünü yerine getirme olarak açıklanmıştır. Ve devamında bu hareketin bir iyilik olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla iyilik yapanlar mükâfatlandırılmaktadır. Zira rüyanın hükmünü son ana kadar yerine getirmeye kalkışmakla bir imtihanı başarmıştır ve böylece kendisine boğazlanacak bir fidye verilerek hem kendisi içinde bulunduğu bu zor durumdan hem de oğlu hayatını kaybetmekten kurtarılmıştır. 

İbrahim’in bu teslimiyeti, gelecek nesiller için unutulmaz bir olay olarak da kutsal kitaplardaki yerini almıştır.    

Bu kıssanın önemli bir noktası, kıssadaki ayetlerde İbrahim’in oğlunun adının zikredilmemesidir. Ancak ayetlerin devamındaki (37:112) ayetinde ise Biz onu salihlerden bir nebi olarak İshak ile de müjdeledik.” denilmekte ve rüya hükmünün konu olduğu çocuğun İsmail olduğu anlaşılmaktadır.  

Ayrıca bu kıssadan, Allah’ın İbrahim’den kurban anlamında kan istemediği; Allah’a teslimiyetinin sınandığı anlaşılmaktadır.   

HADİS VE RİVAYETLER

Allah’ın resulü Muhammed zamanına gelindiğinde de kurban kesimi önceden beri gerçekleştirilmekteydi. Dolayısıyla Allah da bunu bildiği için insanları indirdiği ayetlerle uyarmıştı:

Hayvanları da sizin için Allah’ın nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik. (22:36)

Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele. (22:37)

Allah, “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır” diyerek ‘Allah için kan dökülmesi’ anlayışını reddetmiştir. Pagan dinlerden beri süregelen Allah için kan dökülmesi ve hayvan kesimi olayını durdurmak istemiştir.

Allah’ın istediği şey, İbrahim’in oğlunu boğazlaması olayında da olduğu gibi insanların tam bir teslimiyetle Allah’ın emirlerine uymaları ve iyilik yapmalarıdır. Ancak maalesef ki Kurban Bayramı ve hayvan kesimi geleneği günümüzde de çoğunluğa uyularak devam ettirilmekte; Allah için kurban kesme anlayışı bir farz olarak yeni nesillere aktarılmaktadır.     

Pek tabii ki Müslümanlar, Allah’ın resulü Muhammed’in söz ve uygulamalarına bakmakta ve buna göre dini yaşamlarını sürdürmektedirler. Fakat buradaki en büyük sıkıntı, Allah'ın resulü Muhammed’in yaşantısıyla ilgili rivayetlerin sağlamlığı konusundadır.

Bilindiği üzere Allah’ın resulü Muhammed’e atfedilen hadisler, kendisinin vefatından iki yüz yıl kadar sonra toplanılmaya başlanmış, bazı hadisler inandırıcı olmak maksadıyla resulün kendisine veya en yakınlarına dayandırılmıştır. Ve bu iş ne Allah'ın emri ne de Allah'ın resulünün haberi olmadan yapılmıştır. Sonuçta da maalesef ki Kuran haricinde bir sürü dini kaynaklar oluşmasının ve böylece Müslümanların bölünüp, parçalanmalarının, mezhepleşmelerinin önü açılmıştır.   

Hadis konusu İslam Dini’nin en zayıf noktasıdır. Birçok Müslüman için “Peygamber efendimiz şöyle buyurdu” şeklinde başlayan ifadeler karşısında akan sular durmaktadır. Hatta bu konuda o kadar ileri gidilmiştir ki Allah'ın resulü Muhammed’e atfedilen sözler, Allah’ın sözlerinin ve ayetlerinin önüne geçmiş, Allah’ın haricinde hüküm kaynağı haline gelmiştir. İşte dini bozmak veya kendi istekleri doğrultusunda değiştirmek isteyen kimseler, bu zayıf noktayı çok iyi kullanarak rahatlıkla sızmış ve bir sürü uydurmayı, dogmayı ve pagan inanışını İslam’a sokabilmişlerdir.

Bu yetmezmiş gibi din adamları da mümkün olduğu kadar insanları Kuran’dan uzak tutmuş, çeşitli gerekçelerle Kuran’ın okunmasını ve anlaşılmasını engellemiş ve Allah ile kul arasında adeta ruhban sınıfı olmuşlardır. Böylece Kuran öncesi toplumların düştüğü hataya düşülmüştür.  

Neticede günümüz Müslümanları birbirinden kopuk, mezheplere bölünmüş olarak acınacak hallere düşmüştür. Müslümanların en büyük sıkıntısı bu noktadır.

Bugün İslami bir yaşam sürdüğünü iddia eden Müslümanların büyük çoğunluğu kendi kutsal kitaplarını bir kez bile anlayarak okumamış, okuyanlar sadece Arapça seslendirmişlerdir. Dolayısıyla Müslümanların büyük çoğunluğu kulaktan dolma bilgilerle dini bir yaşam sürmekte, biraz daha fazla dini yaşam sürmeye gayret eden kesim ise Kuran yerine bir sürü uydurma ve birbiriyle çelişen rivayetlere göre amel etmektedir. Zira Allah kitabında tersini defalarca ifade etmiş olsa da din adamları tarafından Kuran’ın eksik ve yetersiz olduğu düşüncesi insanlara empoze edilmiş, insanlar kendilerine muhtaç bırakılmıştır. 


Allah'ın hükümlerini içeren hidayet ve kurtuluş vesilesi olan Kuran ise insanoğlu tarafından yaşanmak yerine süslü kılıflara saklanarak rafa kaldırılmıştır.    

Evet, Müslümanlar Allah’ın resulünü örnek alarak tıpkı onun gibi vahye tabi olmalıdırlar. Vahye tabi olmak demek, vahyi yüzlerce yıl önceki şartlar, anlayışlar ve yorumlarla anlamak demek değildir. Vahye tabi olmak, Kuran’ı geçmişin ışığında ele alıp şimdiye ve geleceğe uyarlamak ve buna göre yeni anlamlar çıkarabilmek demektir. Ki zaten kâinatın değişim ve dönüşümü de bunu gerektirmektedir.

HAYVANLARIN ÜREME DÖNEMİ

Bütün bu anlatılanların haricinde kurban konusunda hayvanların bir de üreme dönemlerinin dikkate alınması söz konusudur. 

Hayvanların çiftleşme ve üreme zamanları belirli ve sınırlıdır. Bu zaman aralığı genellikle ilkbahar ile başlamaktadır. Bitkilerle birlikte doğa canlanmaya başlamakta, hayvanlar çiftleşmektedir. Bu Allah’ın, kâinat kitabına yazdığı değişmez bir yasadır.

Bilindiği gibi günümüzde kutlanan Kurban Bayramı, Hicri Takvim’e göre yaşatılmaktadır. Hicri Takvim ise her yıl on bir gün kaymaktadır. Dolayısıyla Kurban Bayramı dolayısıyla hayvan kesiminin, hayvanların üreme dönemlerine denk düşmesi kaçınılmazdır. Böyle bir durumda insanların “Allah istedi” diye kan akıtmak derdiyle ilkel pagan insanlar gibi hayvan kesmeleri; Allah’ın kâinat ayetlerine savaş açmaktan başka bir şey değildir. Böyle bir durumdan Allah’ın hoşnut olacağını sanmak, büyük bir akılsızlık olacaktır.     

Bundan yüzyıllarca önce kesilen hayvanların sayısı şimdiye göre makul düzeylerde olabilir. Fakat günümüzün iki milyarlık İslam Dünyası’nda bu sayı korkunç rakamlara ulaşmış boyutlardadır. Üstüne üstlük kesilen hayvanların etleri, Dünya’daki aç ülkelerin insanlarına ulaştırılamamaktadır. Halbuki amaç fakir veya aç insanları doyurmak ise örneğin açlıkla boğuşan ülkelere bu kesilen hayvanlar canlı canlı olarak üretim için gönderilseler daha faydalı olmaz mı?  

Kurban Bayramı adlı bu gelenek, adeta zenginlerin maddi güç gösterisi şekline büründürülmüş, çok küçük bir istisna kesim haricinde et ve kavurma bayramı olarak kutlanmaktadır. Sokaklarda, caddelerde kesimden kaçan hayvanlar ve onların peşinden koşan insanlar, hayvanlara eziyet ede ede kesme olayları, etrafa leş gibi yayılan hayvan artığı kokuları; günümüzde değil Müslümanlığa, insanlığa yakışmayan görüntülerdir.  

Hayvan kesenler, gerçek ihtiyaç sahiplerini yeterince aramamakta, genellikle komşular etleri birbirine vermektedir. Bazen de evinde doğalgazı, suyu, elektriği olmayan ya da kirasını ve faturalarını zorla ödeyebilen borçlu insanlara; çok daha önemli ve öncelikli ihtiyaçları varken poşet içinde et verilmektedir. Yatacak evi ve yeri olmayan, sokakta yaşamaya çalışan insanlar ise görmezden gelinmektedir. 

SONUÇ

Konuyu bu şekilde açıklamak asla hayvan kesimine karşı olmak demek değildir.

Hayvanları da sizin için Allah’ın nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik. (22:36)

Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele. (22:37)

Bu ayetlere göre hayvanlar, Allah tarafından insanoğlunun hizmetine sunulmuş canlılardır. Hayvanların insanoğlunun hizmetine verilmiş olması, Allah’ın Dini’nin önemli ve anlamlı olaylarından biridir. Bu yüzden Allah’ın adı anılmalı ve kendisine şükredilmelidir. 

İnsanoğlu hayvanları kesip, yiyebilir. İsteyen ve istemeyen fakirlere yedirebilir, yedirmelidir. Dolayısıyla Allah’a ulaşan şey kesilen hayvanların kanları değil, takva yani Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak onlardan sakınmak ve öğütlerini tutarak iyilikler yapmaktır.

Burada tekrar belirtmek gerekir ki “kurban” anlamında hayvan kesimi, tamamen geleneksel bir olgudur. Ve işin kötüsü Kuran’da anlamı ayetlerle açık olan bazı kelimeler, gelenekçi bir bakışın etkisiyle “kurban kesmek” anlamı vermek suretiyle bilinçli olarak örtülmüştür.

Hayvanlar zaten her zaman insanlığın hizmetinde kesilmekte ve yenilmektedir. Günümüz kasapları et doludur. Amaç fakirleri yedirmek ise fakirleri yedirmek niyetinde olan insanlar kasaplardan et alıp, bunu rahatlıkla yapabilirler. Ancak böyle bir ihtiyaç yok iken 'Allah böyle istedi' diye topluca hayvan kesmek yanlıştır. Çünkü Allah böyle bir şey istememiştir. Allah’ın istediği şey kan değil, 'Allah’a yaklaştıran herhangi bir şey' yani gerçek anlamda “kurban” ile insanların yardımlaşmalarıdır.

Oysaki günümüz Müslümanları olayı kan akıtmak anlamında anlamış ve bunda diretmekte; doğanın işleyişine müdahale edecek ve ekolojik dengeyi sarsacak şekilde topluca hayvan katliamı yapmaktadır. Üstelik bunun yanında Allah’ı da kan isteyen bir ilaha dönüştürmüş durumdadır.  Müslümanlar bu konuda Kuran’a ve zamanın şartlarına uymamakta; tam tersine atalar kültürüne uymaktadır.

Bunun yanı sıra insanların dini duygularını kullanıp, bundan beslenen din tacirlerinin dâhil olduğu büyük bir din sektörü ve sömürü düzeni bulanmakta olup; düzenin parçası olmuş bazı utanmaz insanlar, bu düzene karşı ortaya koyulan Kuran anlayışlarına her zaman itiraz edip, gerçek Kuran müminlerine karşı gelmeye ve onları Allah adına suçlamaya devam etmektedirler. 

Sonuç olarak hayvan kesimi ve yenilmesi konusunda anlatılanları diğer bazı ayetlerle birleştirir ve kısaca özetlersek:

Yenilmesi haram (yasaklı) yiyeceklere dikkat edilmeli, hayvanların üreme dönemlerine kesinlikle riayet edilmeli, Allah’ın adı anılmalı, hayvanlara eziyet etmeyecek şekilde kesim kurallarına uyulmalı ve gereksiz yere değil, ihtiyaç doğduğunda kesilmelidir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

15 Eylül 2016 Perşembe

NUSUK KELİMESİ

NUSUK: İbadet şekli.

Nusuk kelimesi, Kuran’da kullanıldığı ayetlerde “ibadet şekli” ve “uygulama”  olarak meallendirilmişken bazı ayetlerde bilinçli olarak “kurban kesmek” olarak meallendirilmiş ve gerçek anlamın üstü örtülmüştür.

Nusuk kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetler:

(2:128), (2:196), (2:200), (6:162), (22:34), (22:67)

“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini (MENASİKENA) göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü Sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.” (2:128)

İbadetinizi (MENASİKEKUM) bitirdiğinizde, artık atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize bu Dünya'da ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur. (2:200) 


De ki: “Şüphesiz benim salatım ve diğer ibadetlerim (NUSUKİ) ve yaşamam ve ölümüm alemlerin Rabbi Allah içindir.” (6:162)


Biz her ümmet için uygulayacağı bir ibadet yolu (MENSEKEN) verdik. O halde, din işinde seninle asla çekişmesinler. Sen Rabbine davet et. Çünkü sen hiç şüphesiz hakka götüren dosdoğru bir yol üzerindesin. (22:67)

Nusuk kelimesinin “kurban kesmek” anlamında meallendirildiği ayetler:

(2:196), (22:34)

Haccı da umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı (HEDYİ) gönderin. Bu kurban (EL HEDYU) yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olursa fidye olarak ya oruç tutması ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi (NUSUKİN) gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı (EL HEDYİ) keser. Bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman tam on gün oruç tutar. Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin. (2:196)

(2:196) Ayetinde "kurban kesmek" olarak anlamlandırılan "nusukin" kelimesi, şekilsel ibadet veya yardımlaşma anlamında "uygulama yapmak" olarak meallendirilmelidir.

Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi (MENSEKEN) meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele! (22:34)

(22:34) Ayetinde "kurban kesmek" olarak anlamlandırılan "nusukin" kelimesi, yardımlaşma anlamında "uygulama yapmak" olarak meallendirilmelidir.  


EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_


VENHAR KELİMESİ

Venhar kelimesi, Kuran’da sadece bir ayette geçmektedir. Bu kelimenin “kurban kesmek” anlamına gelişi, din adamlarının bir saptırmasıdır. Madem “venhar” kelimesi “kurban kesmek” anlamındadır; o halde “kurban, zibhin, hedy, kalaid, nusuk” gibi kelimelere niçin “kurban kesmek” anlamını vermişlerdir?

Bir kelimenin birden fazla anlama geldiği iddiası, din adamlarının istedikleri kelimeye, istedikleri ayette, istedikleri anlamı vermelerinin önünü açmış ve Kuran’da birçok çelişkiye yol açmıştır. Şimdi ise bu kadar farklı kelimeye aynı anlamı nasıl verebilmişlerdir?  

Fesalli lirabbike venhar. 

O halde Rabbin için salât et ve kurban kes! (108:2)

Bilindiği gibi salât kelimesi, genellikle devamında zekât kelimesi ile birlikte geçmektedir. 

(108:2) Ayetindeki “venhar” kelimesi, “zekât” kelimesinin yerini almış olup; vahiy okuması ve öğrenimi olan salât sonucu vahiyden öğrenilenlerin neticesinde gereğinin yapılmasını ifade ediyor olmalıdır. 

Yani ayetin doğru çevirisi:

O halde Rabbin için salât et ve gereğini yap. (108:2)

Salat ile vahyi oku ve öğrendiklerini uygula... 


EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

ZİBHİN KELİMESİ

ZİBHİN: Boğazlamak.

Zibhin kelimesi, Kuran’da kullanılan ayetlerde “boğazlamak” anlamında meallendirilmiştir.

Zibhin kelimesi ve türevlerinin kullanıldığı ayetler:

(2:49), (2:67), (2:71), (5:3), (14:6), (27:21), (28:4), (37:102), (37:107)

Hani sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan (YUZEBBİHUNE) Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden büyük bir imtihan vardı. (2:49)

Hani Musa kavmine, “Allah, size bir sığır boğazlamanızı (TEZBEHU) emrediyor” demişti. Onlar da “Sen bizimle eğleniyor musun?” demişlerdi. Musa, “Kendini bilmez cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım” demişti. (2:67)

Musa şöyle dedi: “Rabbim diyor ki; o, çift sürmek, ekin sulamak için boyunduruğa vurulmamış, kusursuz, hiç alacası olmayan bir sığırdır.” Onlar, “İşte, şimdi tam doğrusunu bildirdin” dediler. Nihayet o sığırı boğazladılar (ZEBEHUHA). Neredeyse bunu yapmayacaklardı. (2:71) 

Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan (ZUBİHA) hayvanlar bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısktır. Bugün kafirler dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin yerse şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (5:3)

Hani Musa kavmine, “Allah’ın size olan nimetini anın. Hani O sizi, Firavun ailesinden kurtarmıştı. Onlar sizi işkencenin en ağırına uğratıyorlar, oğullarınızı boğazlayıp (YUZEBBİHUNE) kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan vardır” demişti. (14:6)

“Bana apaçık bir delil getirmedikçe kesinlikle onu ağır bir şekilde cezalandıracağım ya da boğazlayacağım (EZBEHANNEHU).” (27:21)

Şüphe yok ki Firavun yeryüzünde büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor (YUZEBBİHU), kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı. (28:4)

Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı (EZBEHUKE) gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi. (37:102)

(37:107)  Ayetinde “zibhin” kelimesi, “kurban”, “kurbanlık” ve “koç” olarak meallendirilmiştir. Doğrusu: 

Biz, boğazlanacak (BİZİBHİN) büyük bir fidye vererek onu kurtardık. (37:107)

Yani ayette "kurban" veya "koç" kelimesi yoktur. 


EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

KALAİD KELİMESİ

Kalaid kelimesi ve türevleri, Kuran’da 4 ayette geçmektedir. Bu ayetlerin ikisinde tasmalı veya gerdanlıklı kurbanlıklar olarak; diğer ikisinde ise kilit, anahtar, hükümranlık, yönetim olarak meallendirilmiştir.

En uygun anlam "kilit"tir. 

Ey iman edenler! Allah’ın nişanelerine ve haram aya ve kurbana (EL HEDYE) ve gerdanlıklara (EL KALAİDE) ve Rab’lerinden bol nimet ve hoşnutluk isteyerek Kâbe’ye gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye birtakımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir. (5:2)


Allah; Kâbe’yi, o saygıdeğer evi, haram ayı, kurbanı (EL HEDYE) ve gerdanlıkları (EL KALAİDE) insanlar için ayakta kalma sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah’ın bildiğini ve Allah’ın her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz içindir. (5:97)

Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler var ya işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. (39:63)

Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir ve kısar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir. (42:12)


EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

KURBAN KELİMESİ

Kurban kelimesi ve türevleri, Kuran’da kullanıldığı ayetlerde “yakınlık” ve “yaklaşmak” anlamlarında kullanılmıştır.

KURBAN: Yakınlık, yaklaşmak

Kurban kelimesinin kullanıldığı 91 ayet:

(2:35), (2:83), (2:177), (2:180), (2:186), (2:187), (2:214), (2:215), (2:222), (2:237), (3:45), (3:167), (3:183), (4:7), (4:8), (4:11), (4:17), (4:33), (4:36), (4:43), (4:77), (4:135), (4:172), (5:8), (5:27), (5:82), (5:106), (6:151), (6:152), (7:19), (7:56), (7:114), (7:185), (8:41), (9:28), (9:42), (9:99), (9:113), (11:61), (11:64), (11:81), (12:60), (13:31), (14:44), (16:77), (16:90), (17:26), (17:32), (17:34), (17:51), (17:57), (18:24), (18:81), (19:52), (21:1), (21:97), (21:109), (22:13), (24:22), (26:42), (26:214), (30:38), (33:63), (34:37), (34:50), (34:51), (35:18), (39:3), (42:17), (42:23), (46:28), (48:18), (48:27), (50:16), (50:41), (51:27), (54:1), (56:11), (56:85), (56:88), (59:7), (59:15), (61:13), (63:10), (70:7), (72:25), (78:40), (83:21), (83:28), (90:15), (96:19)

Kurban kelimesinin, geleneksel “kurban” anlamında meallendirildiği ayetler:  

(3:183), (5:27)


Kurban kelimesi, Kuran’da 91 ayette geçmektedir. Bu 91 ayetin 2 tanesinde bilinçli olarak geleneksel anlamda “kurban” anlamında meallendirilmiş ve gerçek anlamı örtülmüştür.  

Bu ayetleri incelersek:

Onlar, “Allah bize, ateşin yiyeceği bir kurban (BİKURBANİN) getirmedikçe hiçbir resule inanmamamızı emretti” dediler. De ki: “Benden önce size nice resuller, açık belgeleri ve sizin dediğiniz şeyi getirdi. Eğer doğru söyleyenler iseniz, niçin onları öldürdünüz?” (3:183)

Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban (KURBANEN) sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti. (5:27)

EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

HEDY KELİMESİ

Kuran’da “Hedy” kelimesine ve türevlerine (kullanım şekillerine) baktığımızda karşımıza “hidayete erdiren”, “hidayet etmek”, “doğru yola iletmek”, “doğru yolu gösterici” ve “kılavuz” anlamları çıkmaktadır.

HEDY: Hidayete erdiren, doğru yola ileten, doğru yolu gösterici, kılavuz.

“Hedy” kelimesinin ve türevlerinin Kuran’da geçtiği 267 ayet:

(1:6), (2:2), (2:5), (2:16), (2:26), (2:38), (2:53), (2:70), (2:97), (2:120), (2:135), (2:137), (2:142), (2:143), (2:150), (2:157), (2:159), (2:170), (2:175), (2:185), (2:196), (2:198), (2:213), (2:258), (2:264), (2:272), (3:4), (3:8), (3:20), (3:73), (3:86), (3:96), (3:101), (3:103), (3:138), (4:26), (4:51), (4:68), (4:88), (4:98), (4:115), (4:137), (4:168), (4:175), (5:2), (5:16), (5:44), (5:46), (5:51), (5:67), (5:95), (5:97), (5:104), (5:105), (5:108), (6:35), (6:56), (6:71), (6:77), (6:80), (6:82), (6:84), (6:87), (6:88), (6:90), (6:91), (6:97), (6:117), (6:125), (6:140), (6:144), (6:149), (6:154), (6:157), (6:161), (7:30), (7:43), (7:52), (7:100), (7:148), (7:154), (7:155), (7:158), (7:159), (7:178), (7:181), (7:186), (7:193), (7:198), (7:203), (9:18), (9:24), (9:33), (9:37), (9:80), (9:109), (9:115), (10:9), (10:25), (10:35), (10:43), (10:45), (10:57), (10:108), (12:52), (12:111), (13:7), (13:27), (13:31), (13:33), (14:4), (14:12), (14:21), (16:9), (16:15), (16:16), (16:36), (16:37), (16:64), (16:89), (16:93), (16:102), (16:104), (16:107), (16:121), (16:125), (17:2), (17:9), (17:15), (17:84), (17:94), (17:97), (18:13), (18:17), (18:24), (18:55), (18:57), (19:43), (19:58), (19:76), (20:10), (20:47), (20:50), (20:79), (20:82), (20:122), (20:123), (20:128), (20:135), (21:31), (21:73), (22:4), (22:8), (22:16), (22:24), (22:37), (22:54), (22:67), (23:49), (24:35), (24:46), (24:54), (25:31), (26:62), (26:78), (27:2), (27:24), (27:35), (27:36), (27:41), (27:63), (27:77), (27:81), (27:92), (28:22), (28:37), (28:43), (28:49), (28:50), (28:56), (28:57), (28:64), (28:85), (29:69), (30:29), (30:53), (31:3), (31:5), (31:20), (32:3), (32:13), (32:23), (32:24), (32:26), (33:4), (34:6), (34:24), (34:32), (34:50), (35:8), (35:42), (36:21), (37:23), (37:99), (37:118), (38:22), (39:3), (39:18), (39:23), (39:36), (39:37), (39:41), (39:57), (40:28), (40:29), (40:33), (40:38), (40:53), (40:54), (41:17), (41:44), (42:13), (42:52), (43:10), (43:22), (43:24), (43:27), (43:37), (43:40), (43:49), (45:11), (45:20), (45:23), (46:10), (46:11), (46:30), (47:5), (47:17), (47:25), (47:32), (48:2), (48:20), (48:25), (48:28), (49:17), (53:23), (53:30), (57:26), (61:5), (61:7), (61:9), (62:5), (63:6), (64:6), (64:11), (67:22), (68:7), (72:2), (72:13), (74:31), (76:3), (79:19), (87:3), (90:10), (92:12), (93:7), (96:11)

Hedy kelimesinin “Kurban” anlamında meallendirildiği ayetler:

Hedy kelimesi, 262 ayette “hidayete erdiren”, “hidayet etmek”, “doğru yola iletmek”, “doğru yolu gösterici” ve “kılavuz” anlamlarında meallendirilmişken  (2:196), (5:2), (5:95), (5:97), (48:25) ayetlerinde ise bilinçli olarak “kurban” anlamında meallendirilmiş ve gerçek anlamı böylece örtülmüştür.

Bu ayetleri inceleyecek olursak:

Haccı da umreyi de Allah için tamamlayın. Eğer engellenmiş olursanız artık size kolay gelen kurbanı (HEDYİ) gönderin. Bu kurban (EL HEDYU) yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olursa fidye olarak ya oruç tutması ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi (NUSUKİN) gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı (EL HEDYİ) keser. Bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman tam on gün oruç tutar. Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin. (2:196)

Ey iman edenler! Allah’ın nişanelerine ve haram aya ve kurbana (EL HEDYE) ve gerdanlıklara (EL KALAİDE) ve Rab’lerinden bol nimet ve hoşnutluk isteyerek Kâbe’ye gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınızda avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoydular diye birtakımlarına beslediğiniz kin, sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir. (5:2)

Ey iman edenler! İhramlı iken av hayvanı öldürmeyin. Kim onu kasten öldürürse bir ceza vardır. (Bu), Kâbe’ye ulaştırılmak üzere öldürdüğünün dengi olup, içinizden iki âdil kimsenin takdir edeceği bir kurbanlık (HEDYEN) hayvan veya yoksulları yedirmek suretiyle kefaret yahut onun dengi oruç tutmaktır. (Bu) yaptığı işin kötü sonucunu tatması içindir. Allah, geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha böyle yaparsa Allah ondan intikam alır. Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir. (5:95)

Allah; Kâbe’yi, o saygıdeğer evi, haram ayı, kurbanı (EL HEDYE) ve gerdanlıkları (EL KALAİDE) insanlar için ayakta kalma sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah’ın bildiğini ve Allah’ın her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz içindir. (5:97)


Onlar, inkâr edenler ve sizi Mescid-i Haram’dan ve bekletilen kurbanlıkları (EL HEDYE) yerlerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle, inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı... Allah, dilediğini rahmetine koymak için böyle yapmıştır. Eğer inananlarla inkârcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azaba uğratırdık. (48:25)


EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_