9 Ekim 2015 Cuma

CİN KONUSUNDA YORUM

GİRİŞ

Cin konusunda birçok alim farklı görüşte bulunmuştur. Bunların içinde son zamanlarda en çok öne çıkan görüşler; Cinlerin Müslümanlar haricindeki tanınmayan yabancı İnsanlar olduğu, Cinlerin kafir İnsanların sıfatı olduğu veya uzaylılar olduğudur.

Geleneksel öğretide ise Cinlerin eciş-bücüş, ayakları ters, görünmeyen ama çeşitli varlıkların görüntüsüne girebilen ve İnsanları çarpan, İnsan harici değişik varlıklar olduğuna inanılır.

CİN KAVRAMI 

Cin kelimesi konusunda temelde iki düşüncem bulunmaktadır: 

Birincisi gramer olarak: 

Cinn(i) ve Cinnet(i) kelimeleri; Can kelimesinin çoğul halleridir. Kuran içerisinde, cümlede geçtiği kullanım durumuna göre değişmektedir.

Buna göre nasıl ki İnsan kelimesinin çoğul halleri İns(i) ve Nas(i) ise Can kelimesinin çoğul halleri de Cinn(i) ve Cinnet(i)dir. Yani;

Tekil: İNSAN =>  Çoğul: İNS(İ)   ve NAS(İ)
Tekil: CAN     =>  Çoğul: CİNN(İ) ve CİNNET(İ)

Dolayısıyla yazıda Cinn(i) ve Cinnet(i) kelimelerinden birisi görünen her yerde birden fazla Can yani Cin topluluğu kastedilmiştir. Bu kelimelere yapılan takılar Arapça grameriyle ilgili olup, cümle içindeki görevine göre değişmekte ve türevleri oluşturmaktadır.

İkincisi kavramsal olarak: 

İnsanın yaratılışında, her İnsan bedenine nefs sahibi bir Can girmekte ve böylece İnsanlar Canlanmaktadır. Bu yapının adı da İnsan olmaktadır. (İblis'in ateşten yaratıldığına dair kendi hakkındaki nefsani iddiasını ve bu olayın dile getirilmesini hatırlayalım.)

Dolayısıyla her Canın bir nefsi olmalıdır. 'İnsanın nefsi' dediğimiz olgu esasında, bedeni içerisinde bulunan Cana ait olan nefstir. Çünkü İnsan bedeni, yaşayan ama kendi başına düşünemeyen ve hareket edemeyen bir organizmadır. Bu yüzden aşağıdaki formülde Can ve nefs bir bütün olarak düşünülmüştür.

Yaşayan İnsanı oluşturan unsurları formüle edersek:

İNSAN = BEDEN + 
(NEFS SAHİBİ CAN) + RUH

İnsanların anne karnında Can halinden İnsan haline dönüştüğü safhaya Cinnet (Cenin) denmektedir. İnsanın vefat edişinde Can, bedenden ayrılıp ilk öz yani Can haline geri dönmektedir.

İnsan vefat edince beden toprağa ayrılır ve sadece nefs sahibi Can kalır:

İNSAN – BEDEN =
 (NEFS SAHİBİ CAN) + RUH 

Formülden anlaşılacağı gibi nefs sahibi olan Canİnsanın bedensiz halidir. Bedensiz fakat kendine özgü bir bedeni vardır. Bu yüzden Kuran bu iki topluluğa yani İnsanlara ve Canlara; "Ey ağırlık sahibi olanlar! Yakında sizinle ilgileneceğiz." (55:31) ifadesiyle seslenir.

Kısacası İnsan, bedene sahip olan Candır yani İnsan bedeni içerisinde örtünmüş bir Can vardır. Tek başına Can ise İnsan bedenine sahip değildir. 


Canın kendine özgü bir bedeni (astral diyelim) olduğuna göre Canı oluşturan unsurları formüle edersek:


CAN = ASTRAL BEDEN + NEFS + RUH

Nasıl ki İnsanın yaratılışında Adem ismi altında bütün İnsanların topraktan yaratıldığı kastedilmişse İblis ismi altında da bütün Canların ateşten yaratıldığı kastedilmiştir. Yine nasıl ki Adem bütün İnsanların genel adı ise aynı şekilde İblis de bütün Canların genel adıdır.

NOT: Ruh kavramı, RUH KAVRAMI HAKKINDA YORUM adlı başka bir yazımın konusu olduğundan ona şimdilik değinmiyorum.

Can yani Cinn(i) veya Cin topluluğu, dumansız ateşten (belki ışık veya elektrik kökenli bir enerjiden) yaratılmıştır. Gözeneklere nüfus edebilen, düşük frekanslı, eterik (astral) bir bedene sahiptirler. Toprak bedene sahip İnsan gibi zamandan etkilenmez, ışık hızında (veya ona yakın) yolculuk edebilirler (Süleyman kıssasında olduğu gibi). 

İnsanın bedeni, Dünya'nın maddi ortamında yaşamasına imkan veren bir araçtır. İnsan bedeni (cesedi) tek başına bir nefse sahip olmadığı için düşünemez, üretemez, iman edemez, inkar edemez.

Örneğin narkoz altındaki bir İnsanın beynindeki bazı noktalara dokunarak vücudunun bazı yerleri hareket ettirilse bile; beynindeki bazı noktalara dokunarak müzik aleti çaldırmanın ve hatta gömleğinin düğmesini iliklettirmenin imkanı yoktur. İnsanın düşünen, sanat üreten, iman eden veya inkar eden kısmı; yaşarken içinde bulunan ve nefse sahip olan Candır. Zira İnsan beyninde; hayatında yaptıklarını, yaşadıklarını kaydeden bir bölge yoktur. Kayıt, evrensel olarak kainat kitabı tarafından yapılmaktadır. Yani yapılan hiçbir şey, ses, ışık vs. kaybolmamakta; kainatın her zerresi tarafından kayıt altına alınmaktadır. Bu kayda İnsan bedeninin her hücresi de dahildir.

Tabii ki İnsan bedenine giren Can ile hayvan bedenine giren Can, nefs yönünden farklıdır. İnsan bedenine giren Canİnsan olmanın gerektirdiği akıl yürüten bir nefse sahiptir ki buna genel olarak İblis denir.

Bu noktada Melek kavramından da bahsetmek gerekir… 

Melek kelimesi MLK kökünden geliyor olup, Mülk yani madde anlamına gelmektedir. Yani Melek dediğimizde içinde bulunduğumuz madde alemine etki edebilen fizik kanunları, elementler, yaşayan ve yaşamayan, aklımıza gelen, bildiğimiz, bilmediğimiz her şey anlaşılmalıdır. Meleklerin Adem’e secdesinden kasıt; yeni yaratılan İnsan adlı varlığa bütün alemin biat etmesi, onun hizmetine girmesi ve hatta yapısına katılarak Dünya ve kainat içerisinde belli koşullarda yaşamasına imkan tanımasıdır. Buna itiraz eden varlığın genel adı ise Cin topluluğundan olan İblis’tir. Dolayısıyla esasında İblis, Cinlerden olmasına rağmen Melektir. Bu anlamda Ademİnsanlardan olmasına rağmen; Adem’in bedeni de Melektir.

Canın yaratılışındaki farklılık sebebiyle İblis, topraktan yaratılmış olan bir bedene girerek hapsolmak istemez. Çünkü bu; hem bir (belki de birden fazla) ömür boyu sürecek esareti, hem de zorlu bir hayatı, geçim sıkıntısını, acı dolu tecrübeleri ve ölüm korkusunu ve hatta ölümü tatmayı (belki defalarca) beraberinde getirecektir. Fakat sonuçta İnsanın eceline kadar yapısına bir Meleke olarak katılmakta ve onu doğru yoldan saptırmaya çalışmaktadır.

Aslında olay, Canların maddi bir bedene girerek tekamül etmeleri olayıdır. Bedene girdikleri anda, oluşan bu Canlı organizmanın adı İnsan olmaktadır. Dolayısıyla İblis’in İnsanları yoldan saptırması demek; İnsan bedeni içindeki nefs sahibi Canın, kendi iyi tarafıyla kötü tarafının mücadelesi yani akıl yürütmesi sonucu kötü tarafına uyması olayıdır. Bu akıl yürütme esnasında kötülüğü temsil eden taraf İnsanı doğru yoldan saptırmaya yani fıska düşürmeye çalışırken; iyiliği temsil eden taraf ise Allah’ın bir elçisi olarak takvaya çağıran bir iç ses şeklinde İnsana, dolayısıyla içerisindeki nefs sahibi Cana seslenmektedir. (“Allah’ın resulü içinizdedir.” ifadesini hatırlayalım.) 

İnsan vefat ettiğinde nefse sahip olan Can, topraktan olan bedeninden ayrılır ve artık özüne dönerek sadece nefse sahip olan bir Can olur.

AYET: Allah, ölüm anında nefisleri vefat ettirir. Ve onlar ki uykularındadır, ölmemişlerdir, o zaman, üzerine ölüm hükmedilecek olanı tutar ve diğerini (nefsi) belirlenmiş ecele kadar gönderir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette ayetler vardır. (39:42)

Vefat eden İnsanlardan ölümüne hükmedilenlerin varlıkları dondurulur ve tekamül süreçleri durdurulur; ölümüne hükmedilmemiş olanlar ise ya Can olarak yeni ortamlarında bir müddet daha yaşamaya devam ederler ya da yeni bir İnsan bedenine girerek Cinnet (Cenin) olarak anne karnında tekrar hayata atılırlar ve sonrasında Dünya'nın maddi ortamına yeniden doğarak girerler.

AYET: De ki: “Eğer yeryüzünde mutmain olarak yürüyenler Melekler olsaydı, elbette onlara semadan Melek resul indirirdik.” (17:95)

Cin toplumu ile de tıpkı İnsanlar gibi, İnsan elçiler muhatap olmuştur. Kutsal kitaplara onlar da muhatap olmuşlardır. Çünkü onlar da zamanında İnsan idiler ya da bir zaman sonra tekrar İnsan olacaklardır.

(17:95) Ayetine göre onlar nefsani yönden İnsan ile benzer özellikte olmasaydılar, onlarla da Cin toplumundan olan bir resulün muhatap olması gerekirdi. Aradaki tek ve en büyük fark, Can halindeyken İnsan gibi topraktan yaratılmış bir bedene sahip olmayışlarıdır.

AYET: Ey Ademoğulları! Şeytan, sizin ebeveyninizi, onların ayıp yerlerinin görünmesi için elbiselerini soyarak, cennetten çıkardığı gibi sakın sizleri de fitneye düşürmesin. Muhakkak ki; o ve onun kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Muhakkak ki; Biz Şeytanları mümin olmayanlara dost kıldık. (7:27)

İnsanı doğru yoldan çıkaran asıl varlık İblis’tir. İblisCin topluluğundandır. İblis’in, İnsanı aldatma esnasında aldığı isim Şeytan’dır.

(7:27) Ayetinde Şeytan ve onun kabilesinden kasıt aslında hem İnsanların bedenleri içerisinde bulunan hem de bulunmayıp kendi boyutlarında yaşayan Cin topluluğudur. Kendi boyutlarındayken biz onları normal şartlarda göremesek de onlar bizi görebilirler, duyabilirler. Kuran, İnsanın vefat ettikten yani Can ile beden ayrıldıktan sonraki hayat safhasındaki haline Can veya Cin topluluğu demektedir. Kısacası Can ya da çoğul olarak Cin veya Cinnetİnsanın doğum öncesi ve vefat sonrasındaki hayat safhalarındaki adıdır.

KELİME ANLAMIYLA CİN

Cinn(i)CinCanCinnetCenneCennetMecnun kelimeleri aynı kökten gelen kelimelerdir. Yani bu kelimeler aslında birbirinden alakasız anlamlarda değil; aynı kökten geldikleri için birbiriyle yakından alakalı ve özünde aynı konuyla ilgili anlamlara sahiptirler.

Cin kelimesinin anlamı; halihazırda direkt olarak "gözle görünmeyen" ve İnsan bedenine girip bu şekilde vefata kadar bir hayat sürdürdüğü için (İnsan bedeni ile) "örtünen"dir.

AYET: Gece onun üzerini örtünce (CENNE) bir yıldız gördü. "Bu benim Rabbim." dedi. Fakat kaybolunca "Kaybolup gidenleri sevmem." dedi. (6:76)

Cinn(i) kelimesiyle aynı kökten gelen Cenne kelimesi; yine benzer şekilde “örten”“örtünen”“örtülü”“gizli”“gizlenmiş”“görünmeyen” gibi anlamlara gelir.

CinCinn(i) veya Cinnet, birden fazla sayıda Can demektir.

Cinnet; genel olarak Can ile bedenin uyumsuzluk (ruhsal bozukluk) hali olarak bilinmesine rağmen gerçekte beden ile örtünmüş yani gizlenmiş olma hali demektir. Cinler, anne karnında bir bedene girdiklerinde isimleri Cinnet yani cenin olurlar. 

AYET: Onlar ki küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan sakınırlar. Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz annelerinizin karnında Cenin (CİNNETUN) idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın. O, kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir. (53:32) 

(53:32) Ayetine göre annelerinin karnında cenin olanlar, aslında İnsan bedenine girerek örtünmüş olan Cinlerdir. Yani Cinnet kelimesinden kasıt; “İnsan bedenine girerek örtünmüş Can olup, "gizli, saklı, örtülü" gibi anlamları vardır. Nefslerini temize çıkarmaya çalışanlar da 
İnsan bedenine girmiş olan bu Canlardır. 

Cin Suresi'nin hemen ardından gelen Müzzemmil Suresi'ndeki ilk hitabın "Ey örtünüp gizlenen!" ve onun ardından gelen Müddessir Suresi'ndeki ilk hitabın "Ey bürünüp örtünen!" şeklinde olması, bu anlamda çok manidardır. Aslında bu surelerdeki ilk hitap; özelde Allah'ın Resul’üne, genelde ise bütün İnsanlaradır yani İnsanların özünedir. Çünkü esasında her Can, bir İnsan bedenine girerek örtünmüştür. 

Bu anlamda olaya baktığımızda; uzaylı varlıklar dahil bütün akıllı varlıklar, bedenleri içinde nefs sahibi bir Can taşırlar. 

Mecnun; beden ile örtünmüş yani gizlenmiş Can halinde olmasına rağmen Canı ile bedeni uyumsuzluk (ruhsal bozukluk, delilik) halinde olan İnsan demektir.

CennetCan halinde, farklı bir madde boyutunda ve gerçeklikte yaşanılan ortamdır. Sözlüklerde "bahçe" veya "toprağı ağaç yapraklarıyla saklanmış yer" olarak geçmekte olup, Dünya hayatından farklı halde yaşanılan bir ortamı kasteder. Esasında Dünya yani maddi boyut ile örtünmüş bir boyuttur.

Günümüz tıp biliminde de bazı kelimeler, yaratılışla ilgili olan ve aynı kökten gelen bu kelimelerden kaynaklanmıştır. Gen, Genetik, Genesis, Cenin vs. 

CAN KELİMESİNİN TÜREVLERİ

CAN Kelimesinin Türevi CİNNET:

Cinnet kelimesinin bazı ayetlerde "Cin topluluğu", bazı ayetlerde de "delilik" anlamında anlamlandırıldığı görülmektedir. 

AYET: Ayetlerimizi yalanlayanları, onların derecelerini bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş azaltacağız. (7:182)


(7:182) Ayetinde ayetleri yalanlayanlar, muhtemelen tekamül derecesi açısından azaltılmaktadır. Yani tekamülde bazen geriye gidiş de söz konusu olabilir.

BAĞLANTI:

AYET: Böylece onlar, ondan nehyedildikleri şeyde haddi aşınca, onlara: “Aşağılık maymunlar olun!” dedik. (7:166)

AYET: De ki; “Bundan daha şerli olup, Allah’ın katında kesinleşmiş olan cezayı size haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın lanetlediği ve gazap duyduğu ve onlardan maymunlar, domuzlar yaptığı ve tağuta kul ettiği kimselerdir. İşte onlar, mekanı en kötü olanlar ve sevva edilmiş yoldan en çok sapanlardır.” (5:60)

AYET: Ve onlara mühlet veririm, benim tuzağım metindir. (7:183)
AYET: Ve onların sahibinde Cinnetten (CİNNETİN) yana bir şey olmadığını tefekkür etmezler mi? O ancak apaçık bir nezirdir. (7:184)

(7:184) Ayetinde “Ve onların sahibinde Cinnetten (CİNNETİN) yana bir şey olmadığını tefekkür etmezler mi?” denirken; kendisinde deliliğin yani ruhsal bozukluğun olmadığı ya da Cinlerle iletişim kurmadığı kastedilirken aynı zamanda Cinlerden de olmayıp bir İnsan olduğu ifade edilmektedir.   

AYET: Ve Rabbin şayet dileseydi İnsanları (NASE) tek bir ümmet yapardı. Oysa ihtilaflar devam edecek. (11:118)
AYET: Rabbinin rahmet ettiği kimseler hariç. Ve onları, bunun için yarattı. Rabbinin sözü tamamlandı: "Cehennem’i mutlaka tamamen İnsanlar (NASİ) ve Cinlerle (CİNNETİ) dolduracağım." (11:119)


(11:118) Ayetine göre İnsanların ihtilaf halinde olması Rabbin dileğidir. Dolayısıyla İnsanları tek bir ümmet halinde yaratmamıştır. Bu ayette Cinlerden hiç bahsedilmeyişinin sebebi, İnsanların vefat edişiyle zaten Can yani Cin toplumunun bireyi haline gelmesidir.

Rabbin rahmet ettikleri hariç diğerleri, ihtilaf halinde bulunsunlar diye yaratılmıştır. Zaten ihtilaflar, Dünya imtihanının konusu olmaktadır. Bu Dünya imtihanını kazananlar Rabbin rahmet ettikleri olarak bu Dünya’ya tekrar doğmayacak ve Cennet’e gideceklerdir. İmtihanı kaybedenler ise daha zor şartlarda bir hayata katlanmak üzere Dünya hayatına yeni bir beden ile tekrar doğacaklardır.
  
Böylece Dünya gezegeni ya da Cehennem’i tekrar doğuşlarla; bir boyutta İnsanlarla, başka bir boyutta ise Cinlerle sürekli olarak dolmaktadır.

AYET: Ve andolsun ki Nuh’u kendi kavmine gönderdik. O zaman: “Ey kavmim! Allah’a kul olun. Sizin için O’ndan başka ilah yoktur. Hala takva sahibi olmayacak mısınız?” dedi. (23:23)
AYET: Onun kavminden kafir olanların ileri gelenleri: “Bu, sizin gibi beşerden başka bir şey değil. Size üstün gelmek istiyor. Ve eğer Allah dileseydi mutlaka Melekler indirirdi. Atalarımızdan bunun hakkında bir şey işitmedik.” dediler. (23:24)
AYET: O ancak Cinnet (CİNNETUN) getirmiş bir adamdır. O halde, onu belli bir süre bekleyin! (23:25)
AYET: (Nuh) Dedi ki: “Rabbim, beni yalanladıkları için bana yardım et.” (23:26)


Nuh da kendi kavmine resul olarak gönderildiğinde ve İnsanları doğru yola çağırdığında; kavmi tarafından bir beşer olması dolayısıyla yalanlanmıştır. Yani Nuh kavmi de Allah’tan beşer resul yerine Melek resul gelmesini kendilerine göre daha doğru bulmaktadır. Çünkü onlara göre atalarından gelen geleneksel bilgiler, bunun böyle olmasını gerektirmektedir.

Nuh’un doğru yola çağırdığı kavim bu yüzden Nuh’u, Cinnet getirmiş deli olarak görmektedir. Dolayısıyla Nuh, bu kavmin kendisini yalanladığı için Rabbinden yardım istemektedir.  

AYET: Yoksa onlar, resullerini tanımadılar mı? Bu durumda onlar, onu inkar edenlerdir. (23:69)

AYET: Yoksa onda bir delilik (CİNNETUN) olduğunu mu söylüyorlar? Hayır, (o) onlara hak ile geldi. Ve onların çoğu hakkı kerih görenlerdir. (23:70)

(23:69-70) Ayetlerinde resulü inkar edenler yine onu delilikle suçlamakta veya Cinlerden olduğunu söylemektedirler.

AYET: Ki O, herşeyin yaratılışını en güzel yapan ve İnsanı (İNSANİ) yaratmaya, ilk defa tinden (nemli topraktan) başlayandır. (32:7)
AYET: Sonra onun neslini, basit bir suyun özünden kıldı. (32:8)
AYET: Sonra onu dizayn etti ve onun içine ruhundan üfürdü ve sizler için semi (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz. (32:9)

İnsanın yaratılışı, topraktan başlamış ve suyun özünden üremeye devam etmiştir. Allahİnsanın bedenine Ruh’undan üfürmüş ve işitme, görme ve idrak etme yetenekleri vermiştir. Burada bahsedilen Ruh’un bilinç olduğu söylenebilir.

AYET: Ve dediler ki: "Biz yerde (toprağa) karıştığımız zaman biz mutlaka yeni bir yaratılış içinde mi olacağız?" Hayır, onlar, Rablerine ulaşmayı inkar edenlerdir. (32:10)

Ve İnsanlardan bir kısmı, yeniden bir yaratış olduğunu ve Rablerine ulaşmayı inkar etmektedir.

AYET: De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği, sizi vefat ettirecek. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (32:11)

Oysaki ölüm meleği, İnsanları vefat ettirecek. Böylece Rabbe dönülmüş olunacaktır. Bu ayette ve öncesinde Cinlerin ölmesinden bahsedilmeyişinin sebebi, onların zaten bedene sahip olmamalarıdır. 

AYET: Ve keşke mücrimleri, Rablerinin huzurunda başlarını eğerek: "Rabbimiz, biz gördük ve işittik. Bizi geri döndür, salih amel yapalım. Muhakkak ki biz, mukinun (yakin hasıl edenler) olduk." (derken) görseydin. (32:12)
AYET: Ve eğer dileseydik, bütün nefslere kendi hidayetlerini elbette verirdik. Fakat Benim: "Mutlaka Cehennem’i, tamamen Cinlerden (CİNNETİ) ve İnsanlardan (NASİ) dolduracağım." sözü(m) hak oldu. (32:13)

Hesap günü geldiğinde inkarcılar pişman olmuş bir halde "Rabbimiz, biz gördük ve işittik. Bizi geri döndür, salih amel yapalım.” demekte fakat bu bir fayda sağlamamaktadır. Allah, bu inkarcılar gibi bazı nefslere hidayet vermemiştir.

Allah’ın "Mutlaka Cehennem’i, tamamen Cinlerden (CİNNETİ) ve İnsanlardan (NASİ) dolduracağım." şeklindeki vaadi gerçekleşmektedir.

AYET: Ve kafirler dediler ki: "Siz tamamen parça parça olduğunuz sizin mutlaka yeniden yaratılacağınızı haber veren bir adamı size gösterelim mi?" (34:7)

AYET: Allah’a yalanla iftira mı etti? Yoksa onda Cinnet (CİNNETUN) mi var? Hayır, onlar ahirete inanmayanlar, azapta ve uzak bir dalalet içindedirler. (34:8)

(34:7-8) Ayetlerinde yine kafirler resulü yalanlamaktadırlar. Buradaki Cinnet kelimesi yine delilik şeklinde çevrilmiş fakat Cinlerden alınan yardım anlamında da kullanılmış olabilir.

AYET: Ve onlara ayetlerimiz açıkça okunduğu zaman: "Bu ancak, babalarınızın tapmış olduğu şeylerden sizi men etmek isteyen bir adamdan başkası değildir." dediler. Ve dediler ki: "Bu, uydurulmuş bir iftiradan başka bir şey değil." Ve kafirler hak için onlara (hak) geldiği zaman: "Bu, ancak apaçık bir sihirdir." dediler. (34:43)
AYET: Ve Biz, onlara tedris edecekleri (okuyup çalışacakları) kitaplardan vermedik. Ve senden önce onlara bir nezir göndermedik. (34:44)
AYET: Ve onlardan öncekiler tekzip ettiler (yalanladılar). Ve onlara verdiğimiz şeylerin onda birine (bile) erişmediler. Buna rağmen resullerimizi tekzip ettiler (yalanladılar). Bundan sonra inkarım (cezam) nasıl oldu? (34:45)
AYET: De ki: "Size sadece tek bir şey vaaz ediyorum. Allah için ikişer ikişer ve teker teker kalkın. Sonra tefekkür edin." Sizin sahibinizde Cinnet (CİNNETİN) yoktur. O, ancak sizin için önünüzdeki şiddetli azaba (karşı) bir nezirdir (uyarıcı). (34:46)

(34:43-46) Ayetlerinde benzer şeklide inkarcılar resulü yalancılıkla ve Cinnet getirmiş olmakla suçlamıştır ki ayette “Sizin sahibinizde Cinnet (CİNNETİN) yoktur.” ifadesi yer almıştır.

Hemen aşağıdaki (37:158) ayetinde de belirtildiği üzere herhalde inkarcılar, Allah ile Cinler arasında bir soy bağı kuruyor ve dolayısıyla resulün de Cinlerle irtibat kurduğunu, yaptığı çağrının Cinlerden geldiğini sanıyor veya buna inanıyor olabilirler. 

Bu tip ayetlerdeki “sizin sahibinizde” ifadesi, “uyarma açısından sizinle ilgilenen ve Allah’a karşı bu uyarma görevinin sorumlusu” anlamında kullanılmıştır.
   
AYET: Ve Allah ile Cinler (CİNNETİ) arasında neseb (soybağı) kıldılar. Ve andolsun ki Cinler (CİNNETU), mutlaka hazır bulundurulacaklarını biliyorlardı. (37:158)

Yukarıda da belirtildiği gibi, inkarcılar Allah ile Cinler arasında bir soy bağı kurmaktadırlar. Fakat Cinler, böyle bir inanış konusunda hesap gününde hesaba çekileceklerini bilmektedirler.

AYET: De ki: “Ben İnsanların (NAS) Rabbine sığınırım.” (114:1)

AYET: İnsanların (NAS) melikine (malikine). (114:2)
AYET: İnsanların (NAS) ilahına. (114:3)
AYET: Hannasın vesveselerinin şerrinden. (114:4)
AYET: Ki o İnsanların (NAS) göğüslerine vesvese verir. (114:5)
AYET: İnsanlardan (NAS) ve Cinlerden (CİNNETİ). (114:6)

(114:6) Ayetinde Cinneti kelimesi; Cinnet getirmek değil, Cinlerden anlamında kullanılmıştır.

CAN Kelimesinin Türevi CUNNETEN:

AYET: Yeminlerini siper (kalkan) (CUNNETEN) edindiler. Böylece Allah’ın yolundan men ettiler. Artık onlar için alçaltıcı azap vardır. (58:16)

AYET: Yeminlerini kendilerine siper (kalkan) (CUNNETEN) ettiler, böylece Allah’ın yolundan saptılar (ve saptırdılar). Muhakkak ki onların yapmış oldukları kötü bir şey. (63:2)


(56:16) ve (63:2) Ayetlerinde aynı kelimenin türevi, “siper” veya “kalkan” anlamlarında kullanılmıştır.

Esasında yine kelimenin özünde “örten” anlamı vardır.

CAN Kelimesinin Türevi CANNUN

AYET: Ey Musa! Muhakkak ki Ben; Aziz, Hakim olan Allah’ım. (27:9)
AYET: "Ve asanı at!" Bunun üzerine onun yılan (CANNUN) gibi hareket ettiğini görünce, arkasına bakmadan geri dönüp kaçtı. "Ya Musa! Korkma, muhakkak ki Ben(im), Benim yanımda resuller korkmazlar." (27:10)

AYET: Böylece Musa, süresini tamamladığı zaman ailesi ile yola çıktı. Tur tarafında bir ateş fark etti. Ailesine: "Durup bekleyin. Gerçekten ben bir ateş gördüm. Belki size oradan bir haber veya alevli bir ateş getiririm. Böylece siz ısınasınız diye." dedi. (28:29)
AYET: Böylece oraya geldiği zaman vadinin sağ tarafından, mübarek yerdeki ağaçtan nida edildi: "Ey Musa! Muhakkak ki Ben, alemlerin Rabbi Allah’ım." (28:30)
AYET: "Ve asanı at!" Bunun üzerine onun yılan (CANNUN) gibi hareket ettiğini gördü. Arkasına bakmadan dönüp kaçtı. "Ey Musa, dön! Ve korkma, muhakkak ki sen emniyette olanlardansın!" (28:31)

(27:10) ve (28:31) Ayetlerinde Can kelimesinin bir türevi olan Cannun kelimesi, “yılan” anlamında meallendirilmiştir. Aslında doğru çeviri “Canlı gibi” olmalıydı. Yani baston içerisinde bir Can taşıyormuş anlamında “Bunun üzerine onun canlı (CANNUN) gibi hareket ettiğini gördü.” Şeklinde olmalıydı.

Herhalde Cennet’te Adem ve eşini aldatan İblis’in yılan şeklinde resmedilmesi; Cinlerden bir Can olmasından dolayı buradan kaynaklanmaktadır.

AYET: Ve Canı (CANNE) mariç ateşten yarattı. (55:15)

Can, mariç ateşten yaratılmıştır.

AYET: Artık izin günü İnsan (İNSUN) ve Can (CANNUN), günahlarından sorulmaz. (55:39)

AYET: Onlarda bakışlarını (yalnız eşlerine) hasreten eşler vardır. Kendilerine onlardan önce İnsan (İNSUN) ve Can (CANNUN) dokunmamıştır. (55:56)

AYET: Onlara, kendilerinden önce İnsan (İNSUN) ve Can (CANNUN) dokunmamıştır. (55:74)

(55:39), (55:56) ve (55:74) Ayetlerinde Cannun kelimesi “yılan” anlamında değil, olması gereken haliyle Can yani bedensiz İnsan anlamında kullanılmıştır.

CAN Kelimesinin Türevi MECNUN:

AYET: Ve: “Ey kendisine zikir indirilen! Gerçekten sen, mutlaka Mecnunsun (MECNUNUN).” dediler. (15:6)
AYET: "Eğer sen sadıklardansan bize Melekleri getirmen gerekmez miydi?" (15:7)

AYET: (Musa): “Sizin ve sizden evvelki atalarınızın da Rabbidir.” dedi. (26:26)

AYET: (Firavun): “Muhakkak ki size gönderilmiş olan resulünüz mutlaka Mecnundur (MECNUNUN).” dedi. (26:27)

AYET: Onlara: "Allah’tan başka ilah yoktur." denildiği zaman, onlar mutlaka kibirleniyorlardı. (37:35)

AYET: Ve onlar: "Mecnun (MECNUNİN) bir şair için, gerçekten biz, ilahlarımızı terkedenler mi olacağız?" diyorlar(dı). (37:36)

AYET: Onlara açıklayan bir resul gelmişti. İbret almadılar. (44:13)

AYET: Ve “öğretilmiş” ve “deli” (MECNUNUN) dediler ve sonra ondan yüz çevirdiler. (44:14)

AYET: Ve Musa’da... Onu firavuna apaçık bir sultanla (yetkiyle) göndermiştik. (51:38)

AYET: Fakat o, etrafındakilerle yüz çevirdi ve: “O bir sihirbaz veya delidir (MECNUNUN).” dedi. (51:39)

AYET: Öyleyse Allah’a firar edin (kaçın ve sığının). Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan apaçık bir nezirim. (51:50)

AYET: Ve Allah ile beraber başka ilahlar kılmayın. Muhakkak ki ben, sizin için O’ndan apaçık bir nezirim. (51:51)
AYET: İşte böyle, onlardan öncekiler de, gelen resule “sihirbazdır veya Mecnundur”dan (MECNUNUN) başka bir şey demediler. (51:52) 

AYET: O halde zikret çünkü sen Rabbinin nimeti sayesinde ne kahinsin ne de Mecnunsun (MECNUNİN). (52:29)

AYET: Yoksa: “O bir şairdir, zamanın musibetinin ona ansızın gelmesini gözlüyoruz.” mu diyorlar? (52:30)
AYET: “Gözleyin, ben de sizinle beraber gözleyenlerdenim.” de. (52:31)

AYET: Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanladı. Böylece kulumuzu yalanladılar. “O, Mecnundur (MECNUNUN.).” dediler. Ve cefa edilerek men edildi. (54:9)


AYET: Rabbinin nimeti ile sen Mecnun değilsin. (68:2)


AYET: Fakat O’nun Rabbi, kendisini seçti, böylece O’nu salihlerden kıldı. (68:50)

AYET: Ve inkar edenler, zikri işittikleri zaman gerçekten seni neredeyse gözleri ile devirirler. Ve: “Muhakkak ki o, gerçekten Mecnundur (MECNUNUN).” derler. (68:51) 
AYET: Muhakkak ki O, gerçekten Kerim Resul’ün sözüdür. (81:19)

AYET: Yüce arşın sahibinin yanında büyük şeref sahibidir. (81:20)
AYET: O, kendisine itaat edilen, orada emin olandır. (81:21)

AYET: Ve sizin arkadaşınız Mecnun (MECNUNİN) değildir. (81:22)
AYET: Ve andolsun O’nu ufukta apaçık gördü. (81:23)

AYET: Ve o, gaybda vahyolunanı saklayıcı değildir. (81:24)
AYET: Ve O, taşlanmış Şeytan’ın sözü değildir. (81:25)

AYET: Öyleyse siz nereye gidiyorsunuz? (81:26)
AYET: O sadece alemler için bir zikirdir.(81:27)

AYET: O, içinizden istikamet üzere olmak isteyen kimse içindir. (81:28)
AYET: Ve alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. (81:29)


Mecnun 
kelimesinin tanımını; “beden ile örtünmüş yani gizlenmiş Can halinde olmasına rağmen Canı ile bedeni uyumsuzluk (ruhsal bozukluk, delilik) halinde olan İnsan demektir.” şeklinde yapmıştık. Dolayısıyla Allah’ın resullerini Mecnun olarak yalanlayanlara karşı Allah“Rabbinin nimeti ile sen Mecnun değilsin.” Veya “Sizin arkadaşınız Mecnun (MECNUNİN) değildir.” şeklinde cevap vermektedir.

CAN Kelimesinin Türevi CENNET:

Cim-Nun-Nun kökünden gelen Cennetİnsan ya da Cin topluluğuna mensup kişilerden iman edip ıslah edici amellerde bulunanların gidecekleri yerdir.

Cennet’in özelliklerine baktığımızda; altlarından nehirler akan, Dünya'dakine benzer rızıklar bulunan, meyveler, çeşitli mahsuller, hurmalar, üzümler bulunan, ziyafet sofraları bulunan, temiz eşler bulunan, gölgelikler olan, ebedi olarak kalınan, genişliği yerler ve gökler kadar olan, Allah'ın rızası bulunan bir yerdir. 


Nasıl ki Canın anne karnında yeni bir bedene girerek örtündüğü hale Cenin deniyorsa; Canın, İnsanın vefat edişinden yani Can ile bedenin ayrılışından sonra Can halinde gittiği ve belki de yeni bir bedene girdiği bu yeni hayata da Cennet dendiğini düşünüyorum.

NOT: Cennet hakkında başka bir yazı yazmayı planlamaktayım.

Cennet kelimesinin geçtiği ayetler: 

(2:25), (2:35), (2:82), (2:111), (2:214), (2:221), (2:265), (2:266), (3:15), (3:133), (3:136), (3:142), (3:185), (3:195), (3:198), (4:13), (4:57), (4:122), (4:124), (5:12), (5:65), (5:72), (5:85), (5:119), (6:99), (6:141), (7:19), (7:22), (7:27), (7:40), (7:42), (7:43), (7:44), (7:46), (7:49), (7:50), (9:21), (9:72), (9:89), (9:100), (9:111), (10:9), (10:26), (11:23), (11:108), (13:4), (13:23), (13:35), (14:23), (15:45), (16:31), (16:32), (17:91), (18:31), (18:32), (18:33), (18:35), (18:39), (18:40), (18:107), (19:60), (19:61), (19:63), (20:76), (20:117), (20:121), (22:14), (22:23), (22:56), (23:19), (25:8), (25:10), (25:15), (25:24), (26:57), (26:85), (26:90), (26:134), (26:147), (29:58), (31:8), (32:19), (34:15), (34:16), (35:33), (36:26), (36:34), (36:55), (37:43), (38:50), (39:73), (39:74), (40:8), (40:40), (41:30), (42:7), (42:22), (43:70), (43:72), (44:25), (44:52), (46:14), (46:16), (47:6), (47:12), (47:15), (48:5), (48:17), (50:9), (50:31), (51:15), (52:17), (53:15), (54:54), (55:46), (55:54), (55:62), (56:12), (56:89), (57:12), (57:21), (58:22), (59:20), (61:12), (64:9), (65:11), (66:8), (66:11), (68:17), (68:34), (69:22), (70:35), (70:38), (71:12), (74:40), (76:12), (78:16), (79:41), (81:13), (85:11), (88:10), (89:30), (98:8).

CANIN YARATILIŞI

Canın yaratılışıyla ilgili ayetlere baktığımızda Maric ve Semum ateşi ifadeleriyle karşılaşırız.

AYET: Ve Can'ı (CANNE), mariç ateşten (MARİCİN MİN NAR) yarattı. (55:15)


Maric ateşin anlamlarına baktığımızda; parlak, dumanı olmayan alev, saf ateş, yalın ateş, enerji gibi karşılıklar buluruz. Bu anlamlar elektrik veya ışığı çağrıştırmaktadır. Yani bir enerji hali söz konusu gibidir.

Maric kelimesinin türevlerini inceleyen aşağıdaki bağlantıda Maric kelimesinin; ateşin dalgalanan, titreşik, karışık, düzgün olmayan bir hali olduğu anlaşılmaktadır.


Burada önemli olan nokta Adem’in topraktan yaratılmasına karşı; Can, bir çeşit ateş kökenlidir. Dolayısıyla Adem’in nasıl ki topraktan yaratılmış etten bir bedeni varsa Canın yani Cin toplumundan olanların da ateşten yaratılmış farklı bir bedeni olmalıdır. Sonuçta İnsan ile Canın yaradılışları ve bedenleri farklıdır. 

AYET: “Ey ağırlık sahibi olanlar! Yakında sizinle ilgileneceğiz." (55:31) 

(55:31) Ayeti, İnsanların ve Canların sahip oldukları bedenlerin kendilerine göre maddi yapıları yani ağırlıkları olduğunu belirtmektedir.

BAĞLANTI: 

MARİC
 (Mim-Ra-Cim) kelimesinin anlamını daha iyi anlayabilmek için Kuran'daki türevleri ve kullanımlarına bakalım...

MARİC Kelimesinin MERECE Türevi:


AYET: Ve iki denizi serbest bırakan (MERACE) O’dur; biri lezzetli ve tatlı, diğeri tuzlu ve acı. İkisinin arasına berzah (engel) kıldı. (Böylece onları) engelleyerek (birbirine karışmalarına) mani oldu. (25:53)

AYET: İki denizi birbiri ile karşılaşacak (birbirine kavuşacak) şekilde akıttı (MERECE). (55:19)


(25:53) ve (55:19) Ayetlerindeki Merace kelimesi, "serbest bırakmak, salmak, salıvermek, akıtmak" anlamlarında meallendirilmiştir.

MARİC Kelimesinin MERCAN Türevi:


AYET: İkisinden de inci ve mercan (MERCAN) çıkar. (55:22)


AYET: Onlar sanki yakut ve mercan (MERCAN) gibidir. (55:58)


(55:22) ve (55:58) Ayetlerindeki Mercan bilinen "deniz mercanı" anlamında kullanılmıştır. 

Mercanların tanımına bakalım: "Omurgasız hayvanların Knidliler şubesinin denizlerde yaşayan bir sınıfıdır. Yumuşak Mercanlar, boynuzsu Mercanlar, dikenli Mercanlar, gerçek Mercanlar gibi çeşitleri vardır. Mercan iskeletlerinin binlerce yıl boyunca belli bir bölgede toplanması sonucunda da, Mercan kayalıkları meydana gelir. Yalnız veya koloniler halinde yaşarlar." 


Demek ki Mercanlar aslında bir tür omurgasız hayvandır. Bunların iskeletleri de Mercan kayalıklarını oluşturur. Benim burada ilgimi çeken husus, Mercanların omurgasız oluşlarıdır ki Maric ateşin hallerini anlamaya yaramaktadır.


MARİC Kelimesinin MERİCİN Türevi:


AYET: Hayır, onlar kendilerine hak gelince onu yalanladılar. Bu durumda onlar, karışık (MERİCİN) bir emr içindeler. (50:5)


(50:5) Ayetindeki Mericin kelimesi, "karışık, kararsız, darmadağın, şaşırmış, çalkantılı, sarsıntılı, karmaşık" anlamlarında meallendirilmiştir.  


MARİC Kelimesinin MARİCİN Türevi:


AYET: Ve Can'ı (CANNE), mariç (MARİCİN) ateşten yarattı. (55:15)


Maric
 kelimesinin türevleri olan MeraceMercanMericin kullanımlarının anlamlarına baktığımızda, (55:15) ayetinde bahsedilen Maric ateşin dalgalanan, titreşik, karışık, düzgün olmayan hallerdeki bir ateş olduğu anlaşılmaktadır. 

AYET: Ve Can (CANNE); onu, daha önce semum ateşinden (NARİS SEMUM) yarattık. (15:27)


Semum ateşinin anlamlarına baktığımızda yine Maric ateş benzeri; dumansız ateş, yakıp öldürücü bir harareti olan ateş, zehirli ateş, nüfus eden kavurucu ateş gibi karşılıklar bulunmaktadır.

Semum kelimesinin türevlerini inceleyen aşağıdaki bağlantıda Semum kelimesinin; vücudun hücrelerine işleyen bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır.

BAĞLANTI: 

SEMUM
 (Sin-Mim-Mim) kelimesinin anlamını daha iyi anlayabilmek için Kuran'daki türevleri ve kullanımlarına bakalım...

SEMUM Kelimesinin SEMMİ Türevi:


AYET: Muhakkak ki ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz. Deve iğne deliğinden (SEMMİ) geçmedikçe cennete giremezler. Mücrimleri işte böyle cezalandırırız. (7:40) 


(7:40) Ayetinde Semmi kelimesi, "iğne deliğinden giriş" anlamında meallendirilmiştir.

SEMUM Kelimesinin SEMUM Türevi:


AYET: Ve Can; onu, daha önce semum (SEMUM) ateşinden yarattık. (15:27)

AYET: Şimdi Allah bizi nimetlendirdi ve semum (SEMUM) ateşinin azabından korudu. (52:27)


AYET: Semum (SEMUM) ve hamim içindedir. (56:42)


Semum kelimesinin türevleri olan Semmi ve Semum kullanımlarının anlamlarına baktığımızda, (15:27) ayetinde bahsedilen Semum’un vücuda işleyen, iliklere işleyen, hücrelere işleyen bir özellik olduğu anlaşılmaktadır. 

CANIN YAPISI

Kuran’da yaptığımız Maric ve Semum kelimeleriyle ilgili incelemeye göre Canın yapısı; vücuda giren ışın, radyasyon veya enerji halindeki özelliklerdedir. Dolayısıyla gözeneklere nüfus edebilen, düşük frekanslı, eterik (astral), İnsan gibi zamandan etkilenmeyen, ışık hızında veya ona yakın bir hızda hareket edebilen enerjisel bir bedene sahip oldukları anlaşılmaktadır. Bunu “astral beden” olarak anlamlandırıyorum ki (Parapsikoloji biliminde adlandırıldığı gibi)  Necm ve İsra Sureleri'nde yapılan yolculukların bu şekilde yapılmış olması, akla daha yatkın olmaktadır.

İşte Canlardan kafir olanlar bu bedenle İnsan bedenine bağlanmakta (katılmakta) ve böylece Dünya (Cehennem) hayatının maddi ortamında acı tecrübeler, maldan, candan eksiltmeler ve ölümlerle imtihan edilerek tekamül basamaklarında ilerletilmektedir.   

BAĞLANTI:

AYET: Ve heves edildiği zaman yıldıza andolsun. (53:1) 
AYET: Arkadaşınız dalalete düşmedi ve azmadı. (53:2) 
AYET: Ve o, hevasından konuşmaz.(53:3) 
AYET: O sadece O’na vahyolunan vahiydir. (53:4)
AYET: O’na çok şiddetli ve kudretli olan öğretti. (53:5)
AYET: Üstün güç sahibi göründü (53:6)
AYET: Ve o, ufkun en yüksek yerinde (53:7)
AYET: Sonra yaklaştı, ardından sarktı. (53:8)
AYET: Böylece iki yay mesafesi kadar, (hatta) daha yakın oldu. (53:9)
AYET: Böylece kuluna vahyedeceği şeyi vahyetti. (53:10)
AYET: Kalbindeki fuad, gördüğü şeyi yalanlamadı. (53:11)
AYET: Yoksa gördüğü şey hakkında mı tartışıyorsunuz? (53:12) 

CennetMescid-i Aksa olarak ifade edilen ve Kudüs yani kutsal olan bir yıldızın yörüngesindedir. Muhammed bu yıldıza astral yani Can halindeki bedeniyle ışık hızında, zaman ötesi yani bildiğimiz zaman kavramıyla izah edilemeyecek sürede bir yolculuk yapmıştı. Belli ki yaşadıklarını İnsanlara anlatmış ya da anlatacaktı. İnsanlar da aralarında böyle bir iddia konusunda birbirleriyle veya Muhammed ile tartışıyorlardı... 

AYET: Veya iddia ettiğin gibi semayı parça parça üzerimize düşürürsün. Veya Allah’ı ve Melekleri açıkça (karşımıza) getirirsin. (17:92)
AYET: Veya senin altından bir evin olsun veya semaya yüksel. Bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe senin yükselişine asla inanmayız. De ki: “Benim Rabbim, Sübhandır (O, noksan sıfatlardan münezzehtir). Ben, İnsan resulden başka bir şey miyim?” (17:93)
AYET: Onlara hidayet geldiği zaman İnsanların (NASE) inanmalarına, “Allah, beşer resul mü gönderdi?” demelerinden başka bir şey mani olmadı. (17:94)
AYET: De ki: “Eğer yeryüzünde mutmain olarak yürüyenler Melekler olsaydı, elbette onlara semadan Melek resul indirirdik.” (17:95)

Bu İnsanlara göre Muhammed gerçekten göğe yükseldiyse bir daha çıkıp oradan bir parça somut delil getirmeliydi ya da Allah'ı ve Melekleri karşılarına getirmeliydi. Madem göğe yükselebiliyordu ve Meleklerle görüşüyordu, o zaman altından evi olmalıydı. Ya da herkesin gözü önünde tekrar yükselmeliydi... Mademki Allah ve Melekler ile görüşebiliyordu, neden bir Melek yerine İnsan resul gelmişti?   


Benzer bir itirazın Şuayb'a da yapıldığı görülmektedir...

AYET: “Sen sadece büyülenmişlerdensin.” dediler. (26:185)
AYET:  "Ve sen, bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Ve biz, seni mutlaka yalancılardan zannediyoruz." (26:186)
AYET: Öyleyse eğer sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen üzerimize gökyüzünden bir parça düşür. (26:187)

İnsanlar aslında resullerden gökyüzüne çıktıklarına dair somut bir delil istiyorlardı. Fakat bu somut maddi delil resullerin elinde yoktu çünkü oraya bedensiz yani astral bir yolculuk yapmışlardı ve bu yüzden somut bir delil getirmenin bir imkanı yoktu…  


AYET: Ve andolsun ki, onu başka bir inişinde de gördü. (53:13)


(17:1) Ayetinin, (53:13) ayetinde kastedilen 'diğer görme' olayını anlattığını düşünüyorum fakat (17:2) ayeti Musa'dan bahsettiği için bazı Kuran düşünürleri, Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürütülen kişinin Musa olduğunu savunmaktadırlar.

AYET: Ve Kitap’ta İdris’i zikret. Muhakkak ki O, sadık bir Nebi idi. (19:56)
AYET: Ve onu, yüce bir mekana yükselttik. (19:57)

Bu noktada bütün resullerin aynı yolla Mescid-i Aksa’yı gördüğüne ve burayı İnsanlara anlattığına inanıyorum. 

AYET: Ayetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten Allah, Sübhandır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir. (17:1)
 
AYET: Ve Musa’ya kitap verdik. Ve O’nu, “Benden (Allah’tan) başkasını vekil edinmeyin (tevekkül etmeyin).” diye İsrailoğulları’na hidayetçi kıldık. (17:2)
AYET: Nuh ile beraber taşıdıklarımızın zürriyeti (onların soyundan olanlar)! Muhakkak ki O çok şükreden bir kul idi. (17:3) 

(17:1) Ayetinde bahsedilen Mescid-i Haram aslında Dünya gezegeni yani Kabe yani CehennemMescid-i Aksa ise aslında bu Dünya üzerinde yer almayan ama kainatta halen faal olan gerçek bir Cennet'tir ve Kuran'da kutsal yani Kudüs olarak ifade edilen Şira (Sirius) yıldızıdır. Mescid-i Aksa yani Şira (Sirius) yıldızı, bu Dünya üzerinde Süleyman Tapınağı ile sembolize edilmişti.    

AYET: Sidretül Münteha'nın yanında. (53:14)
AYET: O’nun yanında Meva Cenneti (53:15)
AYET: Sidre’yi bürüyen şey bürüyordu. (53:16)
AYET: Bakış kaymadı ve haddi aşmadı. (53:17)
AYET: Andolsun Rabbinin büyük ayetlerinden gördü. (53:18)

MuhammedNecm Suresi’nde anlatıldığı üzere Kuran’da Mescid-i Aksa (Uzak Mescid) ya da Tarık Yıldızı (Yol Yıldızı) olarak ifade edilen; İsrailoğulları’na da Cennet toprakları olarak vaadedilen bu yıldıza (İsra/Astral/beden dışı) bir yolculuk etmiş ve Cennet-ül Meva (İkamet edilen Cennet) olarak bahsedilen bu yerdeki Allah’ın büyük ayetlerinden bazılarına tanık olmuştur. 

AYET: Ve muhakkak ki Sirius'un (ŞİRA) Rabbi O’dur. (53:49)

Dolayısıyla yeryüzündeki hayatına geri döndüğünde, aklı tanık olduğu gökteki o yerde kaldığı için sürekli olarak yüzünü çevirip göğe bakıyor olmalıdır. Fakat Allah, kendisinin sonunda razı olacağı Kıbleye (Cennet yaşamına) döndürüleceğini ifade ederek bu yaşamında kendisine Kıble (istikamet) olarak Mescid-i Haram’ı almasını emretmiştir. Çünkü henüz Mescid-i Haram'da yani Dünya üzerindedir ve yeryüzündeki resul ve nebilik görevi devam etmektedir.

NOT: Bu konuda daha detayı bilgi için "KIBLE KONUSUNDA YORUM" adlı yazıma bakabilirsiniz.

CİNLERİN TEMSİLİ: İBLİS 

AYET: Ve Meleklere: “Adem’e secde edin.” dediğimiz zaman İblis hariç, (onlar) hemen secde ettiler. (İblis) direndi ve kibirlendi. Ve kafirlerden oldu. (2:34)

Secde'nin tanımını; "Allah'ın yazılı ve/veya yaşayan ayetlerini tasdiklemek, kabul etmek, kabullenmek ve onlara koşulsuz teslim olmak demektir. Bu teslim oluş, cansız varlıklar ve hayvanlar için kendilerine yüklenilmiş varlık ve/veya yaşam kurallarının yerine getirilmesi şeklinde tezahür eder." şeklinde yapmıştık. 

(2:34) Ayetinde bahsi geçen Meleklerin Adem’e Secde olayında İnsanın yaratılışı dile getirilmektedir ve anlatılmak istenen şey; varlık aleminin Allah'ın yaratma yasalarına teslim oluşu, Adem adıyla yaratılacak olan İnsanı kabul edişi ve hem beden, içerisinde hem de haricinde onun hizmetine girişidir. 


İblis'in direnmesi ve kibirlenmesi, bu varlığın yaratılışının farklılığından ve nefsani bir tarafının oluşundan kaynaklanmaktadır.  


İblis'in Adem’e Secde etmeyişi olayı, değişik surelerdeki ayetlerle ifade edilmiş şekilde Kuran'da yer almaktadır.   


AYET: Ve andolsun ki sizi Biz yarattık. Sonra size suret verdik. Sonra Meleklere: “Adem’e Secde edin.” dedik. İblis hariç, Secde ettiler. O, Secde edenlerden olmadı. (7:11)

AYET: (Allah) buyurdu: “Sana emrettiğim zaman, seni Secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten (NARİN) ve onu nemli topraktan (TİNİN) yarattın.” dedi. (7:12)

(7:11-12) Ayetlerinde görüldüğü üzere İblis'i Adem’e Secde etmekten men eden şey; kendisinin ateşten, Adem’in ise topraktan yaratılmış olması ve dolayısıyla İblis'in bu yaratılış farkını hayırda üstünlük olarak görmesidir. Dolayısıyla İnsan ve Can, yaratılışı farklı varlıklardır.

AYET:  (Allah) “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu. (7:13)

AYET: “Diriliş gününe kadar bana izin ver.” dedi. (7:14)
AYET: (Allah) “Muhakkak ki sen izin verilenlerdensin.” buyurdu. (7:15)

(7:13-15) Ayetlerine göre; Adem’e secde etmeyen ve dolayısıyla Allah'a itaatsizlik eden İblisAllah tarafından yok edilmemiş; diriliş gününe kadar Allah'tan izin istemiş ve kendisine izin verilmiştir. İblis’in içerisinden çıktığı yer, Dünya hayatından farklı bir boyut olan Cennet alemidir. İçerisine gireceği yer ise Adem’in bedeni içinde olmak üzere madde alemi yani Dünya hayatıdır. Daha başka bir ifadeyle Dünya hayatında katlanacağı rol sebebiyle Cehennem... 

AYET: (İblis) “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle mutlaka Senin Sırat-ı Mustakimin'e onlara karşı oturacağım.” dedi. (7:16)

AYET: "Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın." (7:17)

(7:16) Ayetinde İblis'in: "beni azdırman sebebiyle" ifadesi, İblis'in görevinin ve yaratılış gayesinin Allah tarafından belirlenmiş olduğunun göstergesidir.

(7:16-17) Ayetlerinde İblis, varlık amacını dile getirmektedir. Yani İblis diriliş gününe kadar, doğru yoldan saptırmak üzere İnsana eşlik edecek ve onu aldatmaya çalışacaktır. Hatta bunu yaparken özellikle Allah'ın doğru yolu üzerinde bulunacaktır. 

AYET: (Allah) “Kınanmış ve kovulmuş olarak oradan çık!” dedi. “Elbette onlardan kim sana tabi olursa mutlaka sizin hepinizden Cehennem’i dolduracağım.” (7:18)


(7:18) Ayetine göre İblis'in kınanmış ve kovulmuş olması yine Allah tarafından İblis'e yüklenilmiş yaratılış özelliklerinin dile getirilmesidir. İblisAllah'ın doğru yolu üzerinde olacak ve hayatları boyunca İnsanları bu yoldan saptırmaya çalışacaktır. Yeniden diriliş ve din günü geldiğinde İblis'in saptırdıkları yani nefsine uyanlar, İblis ile beraber daha doğrusu sahip oldukları bu Melekeleriyle beraber Cehennem'e girecektir.  

AYET: Andolsun ki; Biz İnsanı (İNSANE), “hamein mesnun olan salsalinden” yarattık. (15:26)
AYET: Ve Can (CANNE); onu, daha önce Semum ateşinden yarattık. (15:27)
AYET: Rabbin Meleklere şöyle demişti: “Ben mutlaka, "hamein mesnun olan salsalin"den bir beşer halk edeceğim.” (15:28)
AYET: Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona Secde ederek yere kapanın! (15:29)
AYET: Böylece Meleklerin hepsi birden, toplu olarak Secde etti. (15:30)
AYET: İblis hariç. Secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı. (15:31)
AYET: Allah buyurdu: “Ey iblis! Sen niçin Secde edenlerle beraber olmadın?” (15:32)
AYET: (İblis:) “Ben, hamein mesnun olan salsalinden halk ettiğin bir beşere Secde etmem.” dedi. (15:33)
AYET: (Allah) buyurdu: “Hemen oradan çık! Muhakkak ki; sen bu sebeple kovuldun.” (15:34)
AYET: Ve muhakkak ki; lanet, din gününe kadar senin üzerinedir. (15:35)
AYET: (İblis): “Rabbim, öyleyse bana diriltilecekleri güne kadar zaman ver.” dedi. (15:36)
AYET: (Allah) şöyle buyurdu: “Öyleyse sen, gerçekten mühlet verilenlerdensin.” (15:37)
AYET: "Malum olan vaktin gününe kadar." (15:38)
AYET: (İblis) dedi: “Rabbim, beni azdırmandan dolayı, onlara mutlaka yeryüzünde (azgınlığı) süsleyeceğim ve mutlaka onların hepsini azdıracağım.” (15:39)
AYET: “Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.” (15:40)
AYET: (Allah) buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş yoldur.” (15:41)
AYET: "Azgın olanlardan sana tabi olan kimseler hariç, muhakkak ki; benim kullarım üzerinde senin bir sultanlığın (yetkin, gücün) yoktur." (15:42)
AYET: Ve onların hepsine vaadedilen yer elbette mutlaka Cehennem’dir. (15:43)
AYET: Onun 7 kapısı vardır. Her kapı için onlardan bölünmüş bir grup vardır. (15:44)

(15:26-44) Ayetlerinde tekrar anlatıldığı üzere; İnsan topraktan, Can ise ateşten yaratılmıştır. Allah Meleklere, topraktan bir beşer yani İnsan yaratacağını söylemiş, onu dizayn edip, ruhundan üflediğinde ona Secde etmelerini istemiştir. Böylece Meleklerin hepsi Secde etmiş, İblis ise Secde etmemiştir. Allah'ın, İblis'e Secde etmeyişinin sebebini sorması üzerine İblis, kendisinin ateşten yaratılmış olması dolayısıyla topraktan yaratılmış olan Adem’e Secde etmediğini dile getirmiştir. Bunun üzerine Allah tarafından kınanmış, lanetlenmiş ve kovulmuştur. Bu durumda iken İblisAllah'tan diriliş gününe kadar izin istemiş ve İnsanları azdırarak doğru yoldan saptırmak üzere izin almıştır. Muhlis kullar haricinde İblis'e tabi olanlar, Cehennem'e gireceklerdir. İblis’in kovuluş hikayesi aynı zamanda Melekler içindeki bir Melekeye yeni bir görev verilişinin de hikayesidir. Esasında İblis, Canların genel adıdır. Meleklerin Adem'e secde ederken İblis'in secde etmeyişinin esprisi, geçici olarak Adem'in bedenine yerleşecek, vefata kadar orada kalacak ve vefat ile o bedenden çıkacak olmasında yatmaktadır. 


Kısacası Canların genel adı olan İblis'in Cennet'ten kovulması olayı; Adem ve eşinin Cennet'ten kovulması olayının bir açıklamasıdır. Çünkü Adem ve eşi de Cennet'te Can halinde bulunmaktadır. Can halinde olmak, onların Cennet hayatındaki durumudur. Bu yüzden bu safhada Melekler ve İblis konuşturulmaktadır. Sonrasında topluca İnsan bedenine girmiş olarak Dünya hayatına atılacaklardır yani topraktan yaratılan Adem'e secde etmiş olacaklardır.

AYET: Ve Meleklere: “Adem’e Secde edin!” dediğimiz zaman İblis hariç hemen Secde ettiler. (İblis): “Ben, senin topraktan yarattığın kimseye mi Secde edeyim?” dedi. (17:61)
AYET: (İblis) dedi: “Senin görüşüne göre, benim üzerime (benden daha) mükerrem (ikram edilmiş, şerefli) kıldığın kimse bu mu? Eğer beni kıyamet gününe tehir edersen (ertelersen) onun zürriyetinden (neslinden) pek azı hariç, mutlaka bana tabi kılacağım.” (17:62)
AYET: (Allah) buyurdu: “Git! Artık onlardan kim sana tabi olursa o zaman muhakkak ki sizin cezanız, eksiksiz bir ceza olarak Cehennem’dir.” (17:63)
AYET: “Ve onlardan güç yetirdiklerini sesinle aldat. Atlıların ve yayalarınla onları bağırarak yönlendir. Evlatlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve onlara vaadet.” Şeytan’ın vaadettikleri gururdan başka bir şey değildir. (17:64)
AYET: Muhakkak ki Benim kullarımın üzerinde senin bir sultanlığın (yetkin, gücün) yoktur. Ve senin Rabbin, vekil olarak kafidir. (17:65)

(17:61-65) Ayetlerinden tekrar anlıyoruz ki Adem’in zürriyetinden olan pek az kimse hariç, diğerleri İblis'e tabi olacak ve Cehennem'e girecektir. Aslında bu durum, kendisini hayır bakımından İnsandan daha üstün gören İblis’in; İnsanların birçoğunun da sonuçta hayırsız çıkması bakımından haklı olduğu bir yönü göstermektedir. 


(17:64) Ayetinde İblis'in İnsanları ne şekilde aldatacağına dair "Atlıların ve yayalarınla onları bağırarak yönlendir. Evlatlarında ve mallarında onlara ortak ol. Ve onlara vaadet." şeklinde bir detay bulunmaktadır. 


AYET: Ve Meleklere, “Adem’e Secde edin.” demiştik. İblis hariç, hemen Secde ettiler. O Cinlerdendi (CİNNİ). Böylece Rabbinin emrini (yapmayarak) fıska düştü. Hala onu ve onun zürriyetini (neslini), onlar sizin düşmanınız (olduğu halde), Benim yerime dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü bir bedel. (18:50)

AYET: Ben, onları semaların ve arzın yaratılışına ve onların yaratılışına şahit tutmadım. Ve Ben, dalalette bırakanları yardımcı edinmedim. (18:51)
AYET: O gün şöyle diyecek: “Benim ortaklarım olduğu, zannında bulunduğunuz şeyleri çağırın!” Böylece onları davet ettiler. Fakat onlara icabet etmediler. Ve onların aralarına helak edici kıldık. (18:52)

(18:50-52) Ayetlerinden; Adem’e Secde etmeyen İblis'in, Cin toplumundan olduğunu öğreniyoruz. Dolayısıyla ateşten yaratılmış olan Canın ve dolayısıyla Cin toplumunun, yabancı İnsanlar veya İnsanları doğru yoldan saptıran İnsanlar olamayacakları anlaşılmaktadır.

AYET: Ve gerçekten biz, bir kısmımız salihleriz ve bizden bir kısmımız bunun dışında. Biz ayrı ayrı yollarda olduk. (72:11)

Cin toplumunda da salih olanların bulunması, “Kuran’daki bütün yoldan saptırıcı İnsanların Cin sıfatıyla tanımlanmış olması” düşüncesini de bertaraf etmektedir.

Cin toplumundan olan İblis bir İnsan değil, İnsanı doğru yoldan saptırmaya çalışan bir Melekedir. Yaratılışı gereği Rabbin emrini yapmayarak fıska düşmüş, gerçekte asıl gayesine yönelik işlere yani İnsanlığa karşı düşmanlığa girişmiştir. İnsanlardan İblis'e tabi olanlar, Allah yerine İblis'i ve onun zürriyetinden olanları dost edinmişlerdir. Oysaki Allah onları göklerin ve yerin yaratılışına bile şahit tutmamıştır. Yani onlar, gökler ve yer yaratıldığı sırada henüz yaratılmamışlardır. Allah, dalalete sokan varlıkları yaratılış esnasında yardımcı edinmemiştir. Allah, kendisine ortak koşanlardan hesap soracaktır.     

AYET: Ve Meleklere: “Adem’e Secde edin!” demiştik. İblis hariç, hemen Secde ettiler. O, direndi. (20:116)

AYET: Bunun üzerine dedik: “Ey Adem! Muhakkak ki bu, senin için ve zevcen için düşmandır. Sonra sakının sizin ikinizi Cennet’ten çıkarmasın. O zaman şaki olursunuz.” (20:117)
AYET: Muhakkak ki senin için orada acıkmak ve çıplak kalmak yoktur. (20:118)
AYET: Ve muhakkak ki sen, orada susamazsın ve yanmazsın. (20:119)
AYET: Böylece Şeytan ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Adem! Sana, ebedilik ağacına ve sona ermeyecek bir saltanata dalalet edeyim mi (ulaşmanı sağlayayım mı)?” (20:120)
AYET: Bunun üzerine ikisi de ondan yediler. O zaman ikisinin de edep yerleri kendilerine açıldı. Cennet yapraklarından üzerlerine örtmeye başladılar. Ve Adem, Rabbine asi oldu, böylece azdı. (20:121)
AYET: Sonra Rabbi, onu seçti. Böylece onun tövbesini kabul etti ve onu hidayete erdirdi. (20:122)
AYET: (Allah) dedi: “İkiniz oradan inin! Hepiniz birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tabi olursa artık o, dalalette kalmaz ve şaki olmaz.” (20:123)
AYET: Ve kim Benim zikrimden yüz çevirirse o takdirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim vardır. Ve kıyamet günü onu kör olarak haşredeceğiz. (20:124)
AYET: Dedi: “Rabbim, beni niçin kör olarak haşrettin? Halbuki ben görüyordum.” (20:125)
AYET: (Allah): “İşte böyle, ayetlerimiz sana geldi fakat sen onları unuttun. Ve aynı şekilde o gün sen unutulursun.” dedi. (20:126)
AYET: İsraf edenleri ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Ve ahiret azabı daha şiddetli ve bakidir. (20:127) 

(20:116-117) Ayetlerinden anlıyoruz ki İblis'in henüz Secde etmediği sırada Ademve eşi yaratılmıştır ve Cennet içerisindedir. Dolayısıyla Allah ikisini: “Ey Adem! Muhakkak ki bu, senin için ve zevcen için düşmandır. Sonra sakının sizin ikinizi Cennet’ten çıkarmasın. O zaman şaki olursunuz." şeklinde uyarmaktadır. Demek ki Adem ve eşi, kendilerine Allah tarafından Ruh üflendiği için Allah’ın bu uyarısını anlayabilecek bilinç seviyesindedir. 


(20:118-119) Ayetlerindeki: "Muhakkak ki senin için orada acıkmak ve çıplak kalmak yoktur. Ve muhakkak ki sen, orada susamazsın ve yanmazsın.” ifadesinden anlıyoruz ki Cennet'te acıkmak, çıplak kalmak, susamak ve yanmak yoktur. Ya da bunların önemini anlayacak bilinç yoktur. Yani bu noktada Adem ve eşi yaratılmıştır ve Cennet'tedirler. Dolayısıyla beden sahibi olarak acıkma, çıplak kalma, susama ve yanma bilmemektedirler. Zaten yasak ağaçtan yiyerek bilinç atlaması yaşayıp; böylece Cennet’ten çıktıktan sonra acıkma, çıplak kalma, susama ve (Dünya hayatının Cehennem olması dolayısıyla acı tecrübeleri sembolize etmek üzere) yanma söz konusu olmaktadır.     

İnsan
ların doğru yoldan saptırılmasıyla ilgili diğer ayetlerde İnsanları saptıran varlık İblis iken (20:120) ayetinde "Böylece Şeytan, ona vesvese verdi." ifadesiyle Şeytan olarak anılmıştır. Yani İblisİnsana vesvese verdiği andan itibaren Şeytan olarak isimlendirilmiştir. Dolayısıyla Şeytan; saptıran varlığın yani İblis’in, saptırdığı esnada aldığı isimdir.

Dedi ki: “Ey Adem! Sana, ebedilik ağacına ve sona ermeyecek bir saltanata dalalet edeyim mi (ulaşmanı sağlayayım mı)?” 
ifadesiyle Şeytan, ebedilik ağacı sayesinde sona ermeyecek bir saltanat vaat ederek Adem’i aldatmaya çalışmaktadır. Yani ŞeytanAdem’in yaratılması ve bilinçlenmesiyle birlikte doğru yoldan saptırma çalışmalarına başlamıştır. Esasında bu İblis’in dışarıdan bir müdahalesi değil, Adem’in bedeni içinde bulunan İblis’in iç ses olarak Adem’i etkileyerek yoldan çıkarmaya çalışmasıdır.  

Bunun üzerine Adem ve eşi bu ağaçtan (her ne ağacı ise) yemişler ve edep yerleri kendilerine açılmıştır. Yani bu ağaçtan yemeleri, bir nevi bilinç atlamasına sebep olmuştur ve dolayısıyla halen Cennet'te olduklarından üzerlerine Cennet yaprakları örtmeye başlamışlardır. Böylece AdemRabbine asi olarak azmıştır. 


Burada kastedilen ebedilik ağacının, çocukluktan ergenliğe geçerken cinselliğin tadılmasıyla ortaya çıkan üreme ve devamındaki soy ağacı; Şeytan'ın kastettiği ebediliğin de doğum ve ölümlerden oluşan bir süreklilik olmasına rağmen aslında Cehennem yani tekrar tekrar doğum ve ölüm kısır döngüsü olduğu düşünülmelidir. 


AllahAdem’i ve eşini Cennet'ten çıkardıktan sonra Adem’i seçmiş, tövbesini kabul etmiş ve hidayete erdirmiştir. 


İnsanlar Cennet'ten birbirlerine düşman olarak çıktıktan sonra, Allah onlara mutlaka hidayetin geleceğini vadetmiştir ve hidayete tabi olanların dalalette kalmayacaklarını, kurtuluşa ereceklerini fakat zikrinden yüz çevirenlerin ise sıkıntılı bir geçime gireceklerini ve kıyamette kör olarak haşredileceklerini, Allah'ın ayetlerine inanmayanların cezalandırılacaklarını belirtmiştir. Zira Adem ve eşinin Dünya hayatına girmelerinden itibaren birçok resul ve nebi, Allah'ın doğru yolunu iletmek için görevlendirilmiştir. Kutsal kitaplar İnsanlığa, hidayet rehberi olarak indirilmiştir.  


AYET: Rabbin Meleklere: "Muhakkak ki Ben, tinden (nemli topraktan, balçıktan) bir beşer yaratacağım." demişti. (38:71)

AYET: Böylece onu sevva (dizayn) ettiğim ve onun içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal ona Secde ederek yere kapanın! (38:72)
AYET: Bunun üzerine Meleklerin hepsi birden Secde etti. (38:73)
AYET: İblis hariç ki, o kibirlendi ve kafirlerden oldu (38:74)

Bütün bunlar aslında bütün İnsanlığın ortak yaratılış hikayesidir ve örnek alınması için İnsanlığa anlatılmıştır. Yani aynı yoldan bütün İnsanlar ve Canlar da halen geçmektedir.  

İNSANIN TOPRAKTAN YARATILIŞI 

Cin ve Can kavramlarını iyi anlayabilmek için İnsanın yaratılışını da anlamak gerekir.

AYET: İnsanı (İNSANE), fahhar gibi ses veren salsalinden yarattı. (55:14)

AYET: Andolsun ki; Biz İnsanı (İNSANE), “hamein mesnun olan salsalinden” yarattık. (15:26)


AYET: Rabbin Meleklere şöyle demişti: “Ben mutlaka, "hamein mesnun olan salsalin"den bir beşer halkedeceğim.” (15:28)

AYET: Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona Secde ederek yere kapanın! (15:29)
AYET: Böylece Meleklerin hepsi birden, toplu olarak Secde etti. (15:30)
AYET: Ki O, her şeyin yaratılışını en güzel yapan ve İnsanı (İNSANİ) yaratmaya, ilk defa tinden (nemli topraktan) başlayandır. (32:7)
AYET: Sonra onun neslini, basit bir suyun özünden kıldı. (32:8)
AYET: Sonra, onu dizayn etti ve onun içine ruhundan üfürdü ve sizler için semi (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz. (32:9)

Ayetlerden anlaşıldığına göre İnsanın yapısı; toprak kökenli, organik maddeler dönüşüme uğratılarak ve suret verilerek oluşturulmuş bir bedenden oluşmuştur.

İnsan bedeni, nefs sahibi Canın madde alemi olan Dünya hayatında acı tatlı, çeşitli tecrübeler edinmesini ve böylece tekamül etmesini sağlayan bir araç, bir kılıf, bir örtüdür. Bu bedenin, Dünya hayatı içinde belli bir ömrü vardır. Bu ömür tamamlanıp vefat olayı gerçekleşince bu Dünya sınavını kaybetmiş olanlar, başka bir anne karnından, başka bir bedenle, başka bir ortamda Dünya'ya tekrar doğarlar.   

Beden olarak Adem’in fiziki beden olarak başka canlılardan evrimleşerek İnsanformuna dönüşüp dönüşmediği konusu ihtilaflı bir konudur.

Şahsen canlıların evrim geçirerek birbirine dönüşmüş olduğu fikrine pek sıcak bakmamaktayım. Bunun nedeni; her canlı genetiğinin kendi yapısını korumak üzere yaratılmış olduğu, değişken ortamlara uymak için adaptasyon veya mutasyona uğrasa bile yeni türlerin ortaya çıkamayacağını ve üreyemeyeceğini düşünmemden kaynaklanmaktadır. Ayrıca Dünya'nın bugüne kadarki ömrü, canlı türlerinin evrimleşerek bugünkü hallerine ulaşabilmelerine yetecek kadar uzun değildir. Zaten olağanüstü ortam değişikliklerinde hiçbir canlının evrimleşecek kadar vakti olmamış ve birçok canlı türü evrimleşemeden nesilleri tükenmiştir. 

Dünya dışı görevli varlıklar tarafından, İnsana benzer ara bir türün dışarıdan (Dünya dışı) genetik bir müdahale ile İnsan haline sokulmuş olmasına ise sıcak bakmaktayım. Çünkü bunun izleri hem kutsal kitaplarda hem de arkeolojik belge, kayıt ve yapılarda yeteri kadar bulunmaktadır.

İNSANIN ANNE KARNINDA YARATILIŞI 

AYET: Sizi tek bir nefsten halk etti. Sonra ondan, onun zevcesini. Ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karnında, bir yaratılıştan sonra başka bir yaratılışla üç karanlık içinde yaratır. İşte bu sizin Rabbiniz Allah'dır. Mülk, O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl döndürülüyorsunuz. (39:6)

"Sizi tek bir nefsten halk etti. Sonra ondan, onun zevcesini." Açıklamasına göre İnsan tek bir nefsten yaratılmıştır. Sonra da ondan eşi yaratılmıştır. Burada kastedilen zevce; hem İnsanın eşi hem de nefsin eşidir.

Bu konuda bütün İnsan ve Canların, özünde tek bir bütün halindeki nefse sahip oldukları ama her farklı beden yaratılışında görünmeyen bağlarla birbirine bağlı kalmak şartıyla adeta ağaç dalları gibi bölünerek farklı bedenlerde Dünya hayatını tecrübe ettikleri de düşünülmelidir. Başka bir deyişle; yeni bir İnsan yaratıldığında, arada görünmeyen bir bağla asıl-ana nefse bağlı olan yeni bir nefs yani kişilik de yeni bir tecrübe hayatına girmektedir. 

"Ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi." 
(Hayvanlar ve indirilmiş olmalarıyla ilgili açıklamayı başka bir konuda inşallah inceleyeceğim.)  

"Sizi annelerinizin karnında, bir yaratılıştan sonra başka bir yaratılışla üç karanlık içinde yaratır." Açıklamasına göre İnsan bedeni anne karnında, yaratıştan yaratışa geçen üç farklı evrede meydana gelmektedir ki günümüz bilimi de bunu doğrulamaktadır. Küçük bir araştırma yapıldığında aşağıdaki bilgilere ulaşılmaktadır… 

Birinci evre ilk 2,5 hafta olarak pre-embriyonik, ikinci evre 8. haftanın sonuna kadarki embriyonik ve üçüncü evre ise 8. haftadan doğuma kadarki fetal olarak adlandırılmıştır.  


Pre-embriyonik evrede yeni döllenmiş hücre bölünerek çoğalmakta, bir hücre kitlesi haline geldikten sonra rahim duvarına gömülmektedir. 


Embriyonik evrede oluşan canlıya "embriyo" denilmekte ve bu evrede bedenin temel organ ve sistemleri oluşmaktadır.


Fetal evrede embriyo artık "fetus" diye adlandırılmaktadır. Fetusun yüzü, elleri ve ayakları belirginleşmiş ve İnsan görünümüne sahip olmuştur. 


AYET: Ve andolsun ki Biz, İnsanı (İNSANE) balçığın özünden yarattık. (23:12)

AYET: Sonra onu, sağlam bir yerde karar kılmış bir nutfe kıldık. (23:13)

(23:12) Ayetindeki “balçığın özünden yarattık” ifadesi Adem’in yaratılışını düşünmeye sevk ederken (23:13) ayetindeki “Sonra onu, sağlam bir yerde karar kılmış bir nutfe kıldık.” ifadesi ise anne karnındaki yaratılışı düşünmeye sevk etmektedir.  

Anne rahmi (ismi üzerinde), Allah'ın İnsanı yarattığı yani Rahim sıfatının tecelli ettiği bir organdır. Ceninin bir İnsan şeklinde doğabilmesi için anne vücudundaki en uygun yerdir.

Rahmin kadınların leğen kemiği boşluğunun tam ortasında bulunması, döllenmiş yumurta için çok iyi bir sığınaktır ve gelişimi boyunca bebeği korumaktadır.

(23:13) Ayetindeki "sağlam bir yerde karar kılmış" açıklaması, herhalde rahmin bu görevini anlatmaktadır.

AYET: Sonra da nutfeden bir alaka yarattık. Sonra alakadan bir çiğnem et bir mudga yarattık. Bundan sonra mudgadan kemikleri yarattık. Daha sonra kemiklere et giydirdik. Daha sonra da onu, başka bir yaratışla inşa ettik (şekillendirdik). İşte böyle Allah, Mübarek’tir, En Güzel Yaratıcı’dır. (23:14)


Hücreler bölünmeye devam edip gruplanarak göz hücrelerini, sinir hücrelerini, kulak hücrelerini, sindirim sistemi hücrelerini, kemik hücrelerini vs. daha birçok organın hücrelerini oluşturmaya devam ederler. Embriyonun ilk üç haftası bittiğinde hücreler çoğalarak bir çiğnemlik et parçası görünümünü almış olur.

Devam eden haftalarda ilk kemikleşme köprücük kemiğinde ortaya çıkar ve sonrasında uzun kemiklerde de kemikleşme başlar. Kemikler oluşmaya devam ederken kas hücreleri kemiği çevreleyen kas kitlesini meydana getirir. Kas dokusu bu şekilde kemiğin etrafını kaplar böylece kemiklere et giydirilmiş olur.

AYET: O ki, rahimlerde sizi dilediği gibi tasvir eder (şekil verir). O'ndan başka ilah yoktur. O Azizdir, Hakimdir. (3:6)

AYET: Dilediği surette (şekilde) seni terkip etti. (8:9)

AYET: Onunla konuşan arkadaşı, ona dedi ki: “Seni topraktan, sonra bir nutfeden yaratan, sonra da seni bir adam hüviyetine sevva (dizayn) edeni, sen inkar mı ediyorsun?” (18:37)

AYET: O ki, seni yarattı, sonra seni sevva etti (dizayn etti), sonra da düzen üzere seni dengeli, sağlıklı kıldı. (82:7)

Embriyonun oluşumunda, embriyoyu barındıran hücrelerin geçirdikleri değişim ve dönüşümlerde ve bebeğin meydana gelişinde açık bir plan ve şuurun varlığı aşikardır. Bu açık plan ve şuurun varlığı; İnsanın anne rahminde yaratılışının, Allah'ın kontrolü altında gerçekleştiğinin açık bir göstergesidir. İnsanı dilediği şekilde yaratan Allah’tır.

AYET: İnsanı bir alaktan yarattı. (96:2)
Alak kelimesinin anlamı, "bir yere asılıp tutunan şey" demektir. Anne rahmindeki embriyo da rahim duvarına asılıp tutunmaktadır. Yani (96:2) Ayetinde "İnsanı asılıp tutunan şeyden yarattı" denmektedir.

AYET: O ki, sizi topraktan yarattı. Sonra bir nutfeden, sonra bir alakadan. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarır ki sizin en kuvvetli çağınıza ulaşmanız, daha sonra da yaşlanmanız için. Ve sizden bir kısmı, ihtiyarlamadan önce vefat ettirilir. Ve (bir kısmınızın da) belirlenmiş bir süreye ulaşmanız için. Ve umulur ki siz böylece akıl edersiniz. (40:67)

(40:67) Ayeti İnsanın topraktan anne rahmine, anne rahminden doğuma, doğumdan vefat ederek tekrar toprağa dönüşüne kadar olan Dünya hayatındaki bütün yaratılış safhalarını sıralamaktadır. Ve bu yaratılış safhaları aslında bir döngüdür.


İnsanın bütün yaratılış aşamaları, tesadüfün olmadığının açık birer delilidir. Bu yaratılış, Allah'ın "OL" emriyle meydana gelmektedir.

AYET: Muhakkak ki o saatin ilmi, Allah’ın katındadır. Ve yağmuru, (O) indirir ve rahimlerde olan şeyi bilir. Kimse yarın ne kazanacağını bilemez (idrak edemez). Ve kimse arzın neresinde öleceğini bilemez (idrak edemez). Muhakkak ki Allah, Alimdir, Habirdir. (31:34)

(31:34) Ayetindeki "rahimlerde olan şeyi bilir" açıklaması; rahimdeki çocuğun kız mı, erkek mi olacağının bilinmesinden de öte, rahimde gerçekleşen yaratılışın her hücresine kadar, bütün her şeyinden haberdar olunmasıyla ilgilidir.

Anne rahmindeki embriyonun yerleşmesi, varlığını sürdürmesi, gelişimini tamamlayarak bebek olarak doğması hep Allah'ın bilgisi altında ve rahmeti ile gerçekleşmektedir. 

AYET: Allah bütün kadınların ne taşıdığını ve rahimlerinin neyi azalttığını ve neyi artırdığını bilir. O’nun katında her şey bir miktarla takdir edilmiştir. (13:8)

Anne rahminin içindeki bebeği rahimden ayıran bir zar vardır ve bu zarın içinde de amniyon sıvısı denilen bir sıvı oluşmaya başlar. Amniyon sıvısı; bebeğin organlarını doğum sonrası kullanıma hazırlayan, bebeğin Dünya’ya alışma egzersizleri yaptığı, bu arada bu sıvıdan içtiği ve cenin için sabit bir ısı sağlayan bir sıvıdır. Bu sıvının varlığı annenin sağlığı için de çok önemlidir. Cenin, amniyon sıvısı içinde yüzer bir haldedir ve sıvı rahmin boşluklarını doldurduğu için giderek büyüyen cenin rahimde baskı ve ağırlık yapmaz.

Amniyon sıvısı bir nevi hayat sıvısıdır ve miktarı, cenin için hayati derecede önemlidir. Bu sıvının üretilmesinde ve sürekli temizlenmesinde meydana gelebilecek herhangi bir aksaklık, ceninin doğal gelişimini bozar. Mesela amniyon sıvısının gerekenden az olması ya da hiç olmaması halinde anormallikler başlar, uzuvlar kısalarak deforme olur, eklemler bir bütün haline gelir, deri bollaşır, yüz bozulur. Akciğerlerin oluşumundaki bozukluk, bebeğin hemen doğum sonrasında ölümüne neden olur.

(13:8) Ayeti; olmadığı her durumda, bebeğin anne karnında gelişmesinin mümkün olmadığı amniyon sıvısının miktarına dikkat çekiliyor gibidir.   

AYET: O Allah ki; Yaratandır, Baridir (yokken var eden), Musavvirdir (şekil verendir), güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tespih eder. Ve O; Azizdir (yücedir), Hakimdir (hüküm ve hikmet sahibidir). (59:24)


Allah, şuursuz hücrelere bir yaratma programı yükleyerek yani adeta ilham ederek yaratmayı gerçekleştirmektedir. İnsanın anne karnında yaratılışını sağlayan bilinçli kudret, hücrelerin kendisi değildir. Hücreler ortak bir plan ve bilinç ile hareket ederek İnsanın yaratılışına sahne olurlar. Her bir hücreye ne yapması gerektiğini ilham ederek İnsanın yaratılış planını yaratan bilinçli kudret Allah’tır.

İNSANIN CANLANMASI

AYET: Onlar ki küçük günahlar hariç, büyük günahlardan ve fuhuştan sakınırlar. Muhakkak ki Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir. O, sizi topraktan yaratmıştı. Ve siz annelerinizin karnında Cenin (CİNNETUN) idiniz. Öyleyse nefslerinizi temize çıkarmayın. O, kimin takva sahibi olduğunu daha iyi bilendir. (53:32) 

İnsanı oluşturan faktörler esasında meniden bebek oluşumuna kadar dahi canlıdır. İnsanın Canlanmasından kastettiğim şey, yaratılış esnasında bedenine bir nefs sahibi bir Canın girmesi olayıdır ki (53:32) ayetinde bahsedilen bu safhaya Cinnet denmiştir.

Bunu da Ruh’un üfürülmesi olarak anlamlandırıyorum. Ruh’un bilinç olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Ruh’un bir bedene üfürülmesi demek, o bedene bilinçli yani nefs sahibi bir Canın girmesi ve büyük bilincin parçası olacak şekilde bilinçli bir varlık olması demektir. (Bak. RUH KAVRAMI HAKKINDA YORUM)

İNSANLARIN TEMSİLİ: ADEM

AYET: Ve Rabbin Meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” demişti. (Melekler de): “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Biz Seni, hamd ile tespih ve seni takdis ediyoruz.” dediler. (Rabbin de): “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” buyurdu. (2:30)
AYET: Ve Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları Meleklere arz ederek dedi ki: “Haydi sadıklardan iseniz bunları isimleri ile haber verin.” (2:31)
AYET: “Seni tenzih ederiz” dediler. “Senin bize öğrettiğinden başka bir ilmimiz yoktur. Muhakkak ki sen alimsin, Hakimsin.” (2:32)
AYET: Dedi: “Ey Adem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Adem, Meleklere onların isimlerini bildirince Allah, “Size; göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da gizli tuttuklarınızı da bilirim demedim mi?” dedi. (2:33)
AYET: Ve Meleklere: “Adem’e Secde edin.” dediğimiz zaman İblis hariç, (onlar) hemen Secde ettiler. (İblis) direndi ve kibirlendi. Ve kâfirlerden oldu. (2:34)
AYET: Dedik ki: “Ey Adem! Sen ve eşin, cennette yerleşin. Oradan (oradaki yiyeceklerden) dilediğiniz yerden bol bol yiyin. Ve bu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.” (2:35)
AYET: Fakat Şeytan, ikisinin (ayağını) oradan kaydırdı. Böylece ikisini de içinde oldukları şeyden çıkardı. Ve: “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için bir zamana kadar yeryüzünde oturma ve faydalanma vardır.” dedik. (2:36)
AYET: Sonra Adem, Rabbinden kelimeleri telakki etti (öğrendi) (ve Rabbine tövbe etti.). Bunun üzerine (Allah), onun tövbesini kabul buyurdu. Muhakkak ki O, Tevvabtır, Rahimdir. (2:37)
AYET: Biz dedik ki: “Hepiniz oradan (aşağıya) inin. Benden size mutlaka hidayet gelecektir. O zaman kim hidayetime tâbî olursa, artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.” (2:38)
AYET: Ve inkar edenler ve ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar ateş ehlidir, orada ebedi kalacak olanlardır. (2:39)

(2:30) Ayetinde Rabbin Meleklere: “Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” dediğinde Melekler: “Orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” diyorlar. Peki, Melekler bu halifenin fesat çıkaracak ve kan dökecek biri olacağını nereden biliyorlardı? Bunun tek açıklaması var: Melekler kendilerine öğretilenden başka bir şey bilemeyeceklerine göre; daha önce Rab tarafından yeryüzünde veya kainatta başka bir gezegende İnsan benzeri kan dökücülük yapmış bir varlık yaşıyor ya da daha önce yaşamış olmalıdır. Yani Melekleri tecrübe konuşturmuş olmalıdır. Rabbin “Muhakkak ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim.” sözünün arkasında bizim de bilemeyeceğimiz yaratılış nedenleri vardır. Belki fesat çıkarıp, kan dökücü İnsanların arasından iyi İnsanların da yetişmesi sağlanmış ve tekamül serüveninin basamakları böylece işletiliyor olacaktır. 

“Muhakkak ki Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” ifadesi muhtemelen o anda Dünya’da yaşayan İnsan benzeri bir varlıklara işaret ediyor ve bu varlığın bir bilinç atlamasıyla 
İnsan olacağını anlatmak istiyordu. Yani aslında yoktan bir yaratış söz konusu değil, bir dönüşüm söz konusuydu. Zira Kuran’da “Cailun” kelimesi, yoktan yaratmak anlamında değil; olan şeylerden üretmek anlamında kullanılmıştır. Sonuçta daha önceden yaratılmış olan o varlıklar da Allah tarafından topraktan yaratılmıştı.

(2:31-33) Ayetlerine göre Adem, bütün isimleri öğrenmiştir. Yani varlık alemini anlamlandırarak isimlendirmiştir. Buna rağmen Melekler, daha önceden varlık aleminin içerisinde ve hatta parçası olmalarına karşın varlıkları isimlendirmemişlerdir. Esasında böyle bir yetenekleri ve ihtiyaçları da yoktur. Melekler sadece Allah’ın onlara yüklediği yaratılış programı çerçevesinde koşulsuz olarak tam bir teslimiyetle alemlere hizmet verirler.

(2:34) Ayetine göre Melekler Adem’e secde etmiş yani hem onun bedenine madde parçacıkları olarak katılmış hem de kainat içerisinde Adem’in yaşamasına imkan vererek hizmetine girmişlerdir.

İblis ise Secde etmekten kaçınmış, direnmiş ve böylece kafirlerden olmuştur. Ancak burada bir incelik söz konusudur. İblis, bir Can olduğu için enerjisel bir yapıdadır ve Adem’in bedenine madde olarak katılması mümkün değildir. Adem’in bedenine ancak geçici şuurlu bir varlık olarak belli bir süreye kadar katılabilir. O süre de zaten Adem’in Dünya hayatı süresidir yani vefat tarihidir. Vefat ile birlikte Adem’in bedeninden ayrılacaktır. Dolayısıyla konu, Adem’in yaratılışının dile getirilmesi olayıdır. İblisMelekler gibi Adem’e tamamen Secde etmese de Adem’in vefatına kadar ona yaşamı boyunca eşlik edecektir.

(2:35) Ayetinde Adem ve eşi Cennet’tedir fakat İblis’in de onlarla birlikte üçüncü bir varlık olarak Cennet’e girdiğinden bahsedilmez çünkü İblis zaten bir Can olarak ayrı bir varlık değildir. Zira (2:36) Ayetinde Adem ve eşini aldatmıştır. Yani burada aslında Adem ve eşi kendi nefslerine yenik düşmüşlerdir. Gerçek nefs sahibi varlık, bilinçli sahibi olan Candır. 
CanAdem’in bedenini bir örtü olarak kullanıp, bu Dünya hayatını bu şekilde sürdürmektedir. 

(2:35) Ayetinden önce Adem ve eşi bir takım kelimeleri yani konuşmayı öğrenmişlerdi fakat bu durum onların belli bir bilinç seviyesindeki durumlarıydı. Ağaçtan yedikten sonra ise belli ki bir bilinç atlaması yaşamışlar ve üstlerini Cennet yapraklarıyla örtmüşlerdir. Böylece içerisinde nefs sahibi bir Can taşıyan gerçek bir İnsan olmuşlar ve Dünya hayatına böylece atılmışlardır. 

(2:37-39) Ayetlerine göre Adem ve eşi Cennet’ten çıktıktan sonra AdemRabbinden kelimeler öğrenmiş, tövbe etmiş ve tövbesi kabul olmuştur. Rabbinden olan kelimeler, Adem’e verilen vahiyler olsa gerektir.

Aynı şekilde Dünya üzerindeki bütün İnsanlara Allah, resul ve nebileri aracılığıyla hidayet rehberleri göndermiştir. Allah’ın hidayetine tabi olanlar kurtulacak, diğerleri ise ateş ehli olarak orada yani Cin toplumundan olanlar için bir Cehennem olan Dünya hayatında kalarak tekrar tekrar bedenlenip, Dünya hayatının acı tecrübelerine, geçim sıkıntısına, ölüm korkusuna ve ölümü tadışına katlanacaklardır. Yasak ağaçtan yemeden önce ebediyen Cennet’te kalacaklarken yedikten sonra ebediyen Cehennem’e yani Dünya hayatının tekrar doğuşlarına girmişlerdir. Dünya hayatında Cehennem’lik olanlar, Cehennem’lik oldukları sürece ebediyen burada kalacaklardır. Yani İblis’in Adem ve eşini aldatırken söylediği tek doğru şey “ebediyen” kelimesidir. Fakat nerede ebediyen kalacakları konusunda yalan söylemiştir. Bu ebedilik, ebediyen doğum ve ölümlerden başka birşey değildir. (Bak. TEKRAR DİRİLİŞ KONUSUNDA YORUM)   

BAĞLANTI:

AYET: Ve senden önce bir beşeri, ebedi kılmadık. Öyleyse sen ölürsen o zaman onlar, ebedi mi olacaklar? (21:34)
AYET: Bütün nefsler ölümü tadıcıdır. Sizi, hayır ve şer fitneleri ile imtihan ederiz. Ve Bize döndürüleceksiniz. (21:35)

İNSANLARIN VE CİNLERİN YARATILIŞ GAYESİ

AYET: Ve Ben, İnsanları (İNSE) ve Cinleri (CİNNE) Bana kul olsunlar diye yarattım. (51:56)
AYET: Onlardan bir rızık istemiyorum ve Beni doyurmalarını da istemiyorum. (51:57)

Sonsuz kainatta tek bir bilinç bütünlüğü vardır ve biz buna zaten Allah diyoruz. Ve her şey aslında onun var olması ve yaşamasıdır. Yani amaç, Allah'ın kendisinin varlığıdır.
(51:56) Ayetindeki kul olmaktan kasıt, arıların bal yapması gibi bütüne hizmet etme olayıdır yani İnsanlığın yaratılış gayesine uygun yaşamaktır.

İNSANLARIN VE CİNLERİN ORTAK ÖZELLİKLERİ

AYET: Ve böylece nebilerin hepsine, İnsanlardan (İNSİ) ve Cinlerden (CİNNİ) Şeytanları düşman kıldık. Onlar, birbirlerine aldatarak güzel sözler vahyederler (fısıldarlar). Ve eğer Rabbin dileseydi, onu yapamazlardı. Artık onları ve iftira ettikleri şeyleri terk et. (6:112)

Şeytan, aldatıcının (İblis veya diğer) aldatma esnasında aldığı isimdir. İnsanlardan da Cin topluluğundan da Şeytanlar bulunmaktadır. Bunlar birbirlerine aldatarak güzel sözler fısıldamaktadırlar. Cinlerin İnsanları, İnsanların da Cinleri aldatmasına örnek olarak vefat etmiş din adamlarının kendi görüşlerini yansıtan eserlerinden din edinmek üzere yararlanılmasını veya vefat etmiş kişilerin yaşayan İnsanlara ruh çağırma seanslarında aldatıcı sözler söylemelerini gösterebiliriz.  

NOT: Şeytan kavramını başka bir başlıkta inceleyeceğim.

AYET: Ve onların hepsini bir araya topladığı gün: “Ey Cin (CİNNİ) topluluğu! İnsanlarla (İNSİ) sayınızı artırdınız.” Onlara dost olan İnsanlardan (İNSİ) bir kısmı şöyle dedi: “Rabbimiz, biz birbirimizden faydalandık ve Senin bize takdir ettiğin zamanın bitiş noktasına eriştik.” (Allah): “Allah’ın dilediği şey hariç; sizin barınacağınız yer ateştir, orada ebedi kalacak olanlarsınız.” buyurdu. Muhakkak ki senin Rabbin, hüküm sahibi ve en iyi bilendir. (6:128) 

(6:128) Ayetindeki “Ey Cin (CİNNİ) topluluğu! İnsanlarla sayınızı artırdınız.”
ifadesini düşündüğümüzde Cinlerin hem yabancı tanınmayan İnsanlar hem kafir İnsanların bir sıfatı hem de uzaylı akıllı varlıklar olamayacağı görülmektedir.

Şöyle ki eğer Cinler, yabancı tanınmayan İnsanlar olsaydı; İnsanlarla sayılarını nasıl artıracaklardır? Diğer İnsanlar da mı yabancılaşmaktadır?  

Eğer Cinler, kafir İnsanların bir sıfatı olsaydı; diğer İnsanlar da mı kafirleşecektir?

Eğer Cinler, uzaylı akıllı varlıklar olsaydı; diğer İnsanlar onlar nasıl katılacaktır?  Vefat eden İnsanlar, Can haline gelerek Cin toplumuna katılacaklardır. Böylece Cinlerin sayısı sürekli artacaktır.

Cin topluluğuna mensup olanlar da İnsanlar gibi, hayatlarının sonunda hesaba çekilerek sınavlarını kaybetmişlerse ebedi ateşe gireceklerdir.   

AYET: Ve andolsun ki; Cehennem’i, İnsanların (İNSİ) ve Cinlerin (CİNNİ) çoğuna hazırladık. Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalalettedirler. İşte onlar, onlar gafillerdir. (7:179)

NOT: Kuran'da bahsi geçen Cehennem ile ilgili anlatıların sembolik olduğunu ve aslında Dünya hayatını kastettiğini "DÜNYA CEHENNEMİ” adlı başka bir çalışmada inceleyeceğim. 

Dünya gezegeni, İnsan ve Cin topluluğundan kafir olanların tekrar tekrar bedenlenerek sembolik olarak ateşe girdikleri Cehennem’dir. 

(7:179) Ayetine göre Cin topluluğundan olanların da tıpkı İnsanlar gibi kalpleri, gözleri, kulakları vardır... 

De ki: “Eğer İnsanlar (İNSU) ve Cinler (CİNNU) bu Kuran’ın bir benzerini getirmek için bir araya gelseler; onların bir kısmı, bir kısmına yardımcı olsa bile onun bir benzerini getiremezler.” (17:88)
Ve andolsun ki Biz, bu Kuran’da bütün meselelerden açıklama yaptık. Buna rağmen İnsanların (NASİ) çoğu sadece inkar ederek direndi. (17:89)

Dikkat edilirse (17:88) ayetinde İnsanlar ve Cin topluluğu konu edilmişken (17:89) ayetinde ise Cin topluluğu işin içine dahil edilmeden sadece İnsanların çoğunun inkar ettikleri ifade edilmektedir. Oysaki Hesap Günü ile ilgili ayetlere bakıldığında anlaşılmaktadır ki Cin topluluğu içinde de kafir olanlar vardır. Dolayısıyla Cin topluluğundan olanlar, inkar işini İnsan iken yapmış olmalıdırlar.  

NOT: (17:88) Ayeti, Kuran’ın matematiksel mucizelerine de bir atıfta bulunmaktadır.

BAĞLANTI:

AYET: Ve Meleklere, “Adem’e secde edin.” demiştik. İblis hariç, hemen secde ettiler. O Cinlerdendi (CİNNİ). Böylece Rabbinin emrini yapmayarak fıska düştü. Hala onu ve onun zürriyetini, onlar sizin düşmanınız olduğu halde, Benim yerime dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü bir bedel. (18:50)

AYET: Ben, onları semaların ve arzın yaratılışına ve onların yaratılışına şahit tutmadım. Ve Ben, dalalette bırakanları yardımcı edinmedim. (18:51)
AYET: O gün şöyle diyecek: “Benim ortaklarım olduğu, zannında bulunduğunuz şeyleri çağırın!” Böylece onları davet ettiler. Fakat onlara, icabet etmediler. Ve onların aralarına helak edici kıldık. (18:52)
AYET: Ve mücrimler, ateşi gördü. O zaman içine düşeceklerini zannettiler. Ve ondan uzaklaşacak bir yer bulamadılar. (18:53)
Ve andolsun ki; bu Kuran’da İnsanlara (NASİ) bütün meseleleri açıkladık. Ve İnsan (İNSANU), konuların çoğunda kavga edendir. (18:54)
AYET: Ve İnsanları (NASE), onlara hidayet geldiği zaman Rablerinin mağfiretini dilemekten ve mümin olmaktan men eden şey, sadece evvelkilerin sünnetinin, onların başına gelmemesi veya azapla karşı karşıya kalmamalarıdır. (18:55)

(18:50-55) Ayetlerinde de görüldüğü üzere başlangıçta konu hem İnsanları hem de Cinleri ilgilendirirken (18:54) ayetinden itibaren Kuran'daki konuların çoğu hakkında kavga eden, Rabbinden mağfiret dilemeyen, mümin olmayan tek varlık İnsandır. 


Buradan çıkarılacak sonuç; Cinlerin de etli kanlı İnsan oldukları değil; hem İnsan hem de Cin topluluğu için inkar ediş ortamının ve zamanının Dünya hayatındaki bedenli İnsan safhası olduğudur. Yani İnsanlar zaten İnsan oldukları sırada, Cin topluluğundan olanlar ise vefat etmeden önce İnsan oldukları sırada inkar etmişlerdir. Çünkü İnsan olan resuller yine İnsanlara gelmiş ve onlara hidayet rehberi kitaplar getirmişlerdir. 


CİNLERİN KUTSAL KİTAPLARA MUHATAP OLMASI

AYET: Cinlerden (CİNNİ) bir grubu sana yöneltmiştik, Kuran’ı dinlemeleri için. Onun huzuruna geldikleri zaman “Susun, dinleyin!” dediler. Sonra bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. (46:29)

(46:29) Ayetine göre Muhammed’in Kuran okuyuşu yani Salatı İkame edişi sırasında bir grup Can yanına gelmiş, Kuran’ı dinlemiş ve kendi kavimlerine uyarıcılar olarak dönmüşlerdir.

Buradan anlaşıldığına göre Cinler, bu Dünya’da bulunup Kuran dinleyebiliyorlar. Yine anlaşıldığına göre Muhammed ile herhangi bir görüşme yaptıklarına dair bir işaret görünmüyor, sadece Kuran’ı dinliyorlar. 

AYET: Onlar: “Ey kavmimiz! Muhakkak ki biz, Musa’dan sonra indirilen, onların elindekini tasdik eden Hakk’a ulaştıran ve Tarık-i Mustakim’e hidayet eden bir kitap dinledik.” dediler. (46:30)

(46:30) Ayetindeki “Musa’dan sonra indirilen, onların elindekini tasdik eden” ifadesinin Kuran’a işaret ederken İncil’i atlaması; İncil’in indirilen bir kitap olmayıp, İsa’ya bir yaşam programı gibi verilen vahiy olduğunu teyit etmektedir. Yani Allah’ın kelimeleri İsa’nın yaşamıyla İnsanlığa aktarılmıştır. Havariler ise Allah’tan aldıkları vahiyle bu yaşanılanları kaydetmişlerdir.

BAĞLANTI:

AYET: Melekler şöyle demişlerdir: "Ey Meryem! Muhakkak ki Allah, Kendinden bir KELİME ile seni müjdeliyor. Onun ismi "Mesih, Meryem oğlu İsa'dır. Dünya’da ve ahirette şereflidir ve yaklaştırılanlardandır." (3:45)

AYET: Ey kitap ehli! Dininiz hakkında haddi aşmayın! Allah'a karşı haktan başka bir şey söylemeyin. Mesih İsa, Meryem'in oğludur ve sadece Allah'ın Resul'ü ve O'nun KELİMESİDİR. Onu Meryem'e ilka etti ve o, Kendisinden bir ruhtur. Öyleyse Allah'a ve O’nun resullerine iman edin! Ve “Üçtür” demeyin, vazgeçin, sizin için hayırlıdır. Allah sadece tek ilahtır. O’nu, “çocuk sahibi olmaktan” tenzih edin. Göklerde ve yeryüzünde olanlar O'nundur. Ve vekil olarak Allah yeter. (4:171)

İsaAllah’ın kelimesidir. Yani kendisi, yaşayan vahiydir. Dolayısıyla havariler, İnciladı altında yaşayan vahyi kaydettiler, görgü şahitliği yaptılar.

AYET: Ve havarilere; “Bana ve Resul'üme iman edin.” diye vahyettiğim zaman, onlar da “İman ettik ve bizim teslim olduğumuza şahit ol.” demişlerdi. (5:111)

AYET: Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine icabet edin. Ve O’na iman edin ki sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin. Ve sizi elim azaptan korusun. (46:31)

(46:31) Ayetine göre Cin toplumundan Kuran’ı dinleyen gurubun uyarısını duyan diğer bütün Cinler artık Kuran’dan sorumlu olacaklardır. Çünkü onların da günahları vardır, onlar da azaba gireceklerdir.  

AYET: Ve Allah’ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalalet içindedirler. (46:32)
AYET: Onlar, gökleri ve yeri yaratanın Allah olduğunu görmediler mi? Ve O, onları yaratmaktan yorulmaz. Ölüleri diriltmeye kaadirdir. Evet, muhakkak ki O, herşeye kaadirdir. (46:33)
AYET: Ve o gün kafirler ateşe arz olunurlar. Bu gerçek değil mi? (denince): “Evet, Rabbimize andolsun.” dediler. (Allah): “Öyleyse inkarlarınız sebebiyle azabı tadın.” dedi. (46:34)
AYET: Öyleyse ulul’azm olan resuller gibi sabret. Ve onlar için acele etme. O gün vaadolundukları şeyi gördükleri zaman gündüzün bir saatinden fazla kalmamış gibi olurlar. (Bu) bir tebliğdir. Artık fasıklar topluluğundan başkası helak edilir mi? (46:35) 

Hiç kimsenin Allah’tan başka dostu yoktur. Allah, gökleri ve yeri yaratmıştır. Yaratmaktan yorulmaz yani her zaman yaratmaya devam eder, sürekli yaratma halindedir. Ölüleri de diriltmek de dahil her şeye kadirdir. Yeniden diriliş gerçekleştiğinde kafirler ateşe gireceklerdir ve ateşin gerçek bir vaat olduğunu anlayacaklardır. 

(46:35) Ayetindeki “O gün vaadolundukları şeyi gördükleri zaman gündüzün bir saatinden fazla kalmamış gibi olurlar.” ifadesi, ömrün kısalığına ve Hesap Günü’nün çabuk geleceğine bir atıfta bulunmaktadır.  

BAĞLANTI:

AYET: Dedi ki: “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” (23:112)
AYET: Dediler: “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. O zaman, sayanlara sor.” (23:113)

AYET: De ki: “Cinlerden (CİNNİ) bir topluluğun Kuran dinlediği, sonra: “Biz gerçekten harika, güzel bir Kuran işittik.” dedikleri bana vahyedildi.” (72:1)
AYET: “O, irşada ulaştırır, artık biz, O’na iman ettik ve artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayız.” (72:2)
AYET: Ve bizim Rabbimizin şanı çok yücedir. O’nun, bir sahibe (eş) ve oğul edinmediğine (iman ettik). (72:3)

(46:29-35) Ayetlerinin başka bir versiyonu olan (72:2-14) ayetlerine göre Cinlerden bir grubun Kuran dinledikten sonra iman ettikleri ve Rabbe ortak koşmayacakları anlatılmaktadır.

(72:1) Ayetindeki “Cinlerden (CİNNİ) bir topluluğun Kuran dinlediği, sonra: “Biz gerçekten harika, güzel bir Kuran işittik.” dedikleri bana vahyedildi.”ifadesinden anlaşıldığına göre Cinler Kuran’ı dinledikten sonra Muhammed ileKuran hakkında konuşmamışlar fakat Cinlerin bu dedikleri Muhammed’e vahyedilmiştir.

AYET: Ve o bizim sefih olanımızın, Allah’a karşı asılsız şeyler söylemiş olduğuna (inanıyoruz). (72:4)
AYET: Ve gerçekten biz, İnsanların (İNSU) ve Cinlerin (CİNNU) Allah’a karşı asla yalan söylemediğini zannettik. (72:5) 

Yaşamış ve vefat etmiş İnsanlar olan Cinler, hem İnsan olarak yaşadıkları sırada hem de Can halinde iken Allah’a karşı asılsız şeyler söylemişlerdir. Hem İnsanların hem de Cinlerin Allah’a karşı asla yalan söylemediklerini sanmış, böylece yanılmışlardır.  

AYET: Ve İnsanlardan (İNSİ) bazı adamlar, Cinlerden (CİNNİ) bazı adamlara sığınıyorlardı. Böylece onların azgınlıklarını artırdılar. (72:6)
AYET: Ve onlar da, sizin zannettiğiniz gibi Allah’ın hiç kimseyi yeniden diriltmeyeceğini zannettiler. (72:7)

(72:6) Ayetine göre Cinlerde dişilik ve erkeklik söz konusudur. İnsanlardan bazı adamlar, Cinlerden bazı adamlara sığındığına göre Cinler, İnsanlara sığınmamakta; İnsanlar Cinlere sığınmaktadır. Bunun sebebi İnsanların, görünmez oluşları nedeniyle Cinleri kendilerinden daha üstün görmeleri ve onlardan korkmaları olabilir.

Eğer vefat ederek Can haline gelmiş İnsanlar, Cin toplumundan olanlara katılıyorsa bazı İnsanların din adına BuhariMüslimTirmizi, Ebu Hureyre veya diğer vefat etmiş İnsanların eserlerine sarılmaları ve bunları din edinmeleri; (72:6) ayetine örnek olarak verilebilir.

Her halükarda Cinlerden bazı adamlar da Allah’ın hiç kimseyi yeniden diriltmeyeceğini sanmışlardır. (Bak. TEKRAR DİRİLİŞ KONUSUNDA YORUM)

AYET: Ve gerçekten biz semaya, elbette dokunduk. O zaman onu çok güçlü bekçiler ve şihaplarla (yakıcı ışınlarla) doldurulmuş bulduk. (72:8)
AYET: Ve gerçekten biz, dinlemek için orada oturma yerlerine otururduk. Fakat şimdi, kim dinlemek isterse onu gözleyen bir şihap (ateş şulesi) bulur. (72:9)

Cinlerin yabancı veya tanınmayan İnsanlar olduğu düşüncesine kulak vererek (72:8-9) ayetlerinde bahsi geçen Cinlerin bir an İnsan olduklarını düşünelim ve (72:8) ayetinde bu İnsanların semaya çıkmaya çalıştıklarını fakat çok güçlü bekçiler ve yakıcı ateşlerle karşılaştıklarını varsayalım. Çok güçlü bekçiler belki yerçekimi yasası ve uzayın kendine özgü doğal şartları olabilir. Belki şihap da yıldızların ışınları olabilir. Bu noktada bu çok güçlü bekçilerin ve yakıcı şihapların, burada bahsi geçen kimselere zarar verip vermediği pek anlaşılmamaktadır. Daha çok bu kimselere engelleme yaptıkları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu ayetlerde Cinlerin İnsan olabileceği düşünülebilmekte ama diğer birçok ayette ise anlam bakımından sıkıntı yaşanmaktadır.

AYET: Ve gerçekten biz bilmiyoruz. Yeryüzünde olan kimselere bir şer mi murad edildi yoksa Rableri onların irşad olmalarını mı diledi? (72:10)

Bu ayetten anlaşılması gereken; Cinlerin de yeryüzünde olduklarıdır. Önceki ayetlerde semaya çıkmak istedikleri fakat engellendikleri anlatıldığından; Rabbin kendileri de dahil yeryüzünde bulunanlar (İnsanlar ve Cinler) hakkında kötülük mü dilemiş yoksa bu şekilde ilimde ilerlemelerini mi dilemiş olduğunu bilmediklerini ifade ediyorlar.

BAĞLANTI:

AYET: Ve onlara semadan bir kapı açsak, böylece oradan yükselseler bile. (15:14)
AYET: Mutlaka: “Sadece gözlerimiz bağlandı. Hayır, biz büyülenmiş bir kavimiz.” demiş olacaklar. (15:15)
AYET: Andolsun ki; Biz semada burçlar kıldık. Ve bakanlar için onu süsledik. (15:16)
AYET: Ve Biz, onu taşlanmış Şeytanların hepsinden muhafaza ettik. (15:17)
AYET: Ancak kim duyma hırsızlığı yaptıysa, o zaman onu açıkça yakıcı bir ateş parçası takip etti. (15:18)

AYET: Muhakkak ki Biz; Dünya semasını, gezegenleri ziynet kılarak süsledik. (37:6)
AYET: Ve marid Şeytanların hepsinden muhafaza ederek. (37:7)
AYET: Mele-i Ala’ya kulak verip dinleyemezler ve her taraftan atılırlar (kovulurlar). (37:8)
AYET: Kovulmuş olarak, onlar için kesilmeyen sürekli azap vardır. (37:9)
AYET: Ancak kim bir söz kapıp kaçarsa, o takdirde kayıp giden yakıcı bir alev onu takip eder. (37:10)

AYET: Ve gerçekten biz, bir kısmımız salihleriz ve bizden bir kısmımız bunun dışında. Biz ayrı ayrı yollarda olduk. (72:11)

(72:11) Ayetinden Cinlerin, aldatıcı veya kafir İnsanların bir sıfatı olamayacağı anlaşılmaktadır çünkü Cinler arasında da salih olanlar bulunmaktadır.

AYET: Ve gerçekten biz, yeryüzünde Allah’ı asla aciz bırakamayacağımızı anladık ve kaçarak da O’nu asla aciz bırakamayız. (72:12)
AYET: Ve gerçekten biz, hidayeti işittiğimiz zaman O’na iman ettik. Artık kim Rabbine iman ederse, bundan sonra hakkının verilmemesinden ve zulme uğrayacağından korkmaz. (72:13)
AYET: Ve gerçekten bizden, teslim olanlar da var ve bizden kasitun (kalpleri kasiyet bağlamış) olanlar da var. Artık kim teslim olmuşsa işte onlar, irşad olmayı arayanlardır. (72:14)

(72:12-14) Ayetlerinden Cinlerin bir kısmının hidayeti işittikleri zaman ona iman ettiklerini anlamaktayız.

(72:14) Ayetinde de (72:11) ayeti gibi Cinlerin arasında da teslim olanların bulunduğunu görüyoruz.

CİNLERE HİTAP EDEN SÜLEYMAN

AYET: Ve Süleyman, Davud’a varis oldu. Ve: "Ey İnsanlar (NASU)! Kuş (TAYR) dili bize öğretildi. Bize her şeyden verildi. Muhakkak ki bu, apaçık bir fazldır." dedi. (27:16)

(27:16) Ayetinde Süleyman’ın "Ey İnsanlar!” diye hitap etmesi ve Kuş dilinin kendisine öğretildiğinden bahsetmesi, Süleyman’ın o esnada İnsanların boyutunda olduğunu göstermektedir. Yani bu hitabın muhatapları arasında Cinler (Cinni toplumu) yoktur. Bahsi geçen Tayr (Kuş ya da uçak) her ne ise Süleyman o dili öğrenmiştir.

AYET: Ve Süleyman için Canlardan (CİNNİ) ve İnsanlardan (İNSİ) ve kuşlardan (TAYRİ) ordular toplandı. Sonra da onlar düzenlendi. (27:17)

(27:16) Ayetinde Süleyman’ın sadece İnsanlara hitap etmiş olması nedeniyle Canların (Cinni toplumunun) da (tanınmayan/bilinmeyen) İnsan oldukları iddia edilebilir. Fakat (27:17) Ayetinde nasıl ki kuşlar ayrı varlıklar olduğu için ayrı ifade edilmişse Canlar da (Cinni toplumu) İnsanlardan ayrı oldukları için ayrı ifade edilmiştir.

AYET: Karınca vadisine geldikleri zaman bir karınca şöyle dedi: "Ey karıncalar, yuvalarınıza giriniz! Süleyman ve onun orduları, farkında olmadan sakın sizi ezmesin." (27:18)
AYET: Bunun üzerine, onun sözüne gülerek tebessüm etti. Ve: "Rabbim, bana, anne ve babama en’am buyurduğun nimetlere şükretmekte ve Senin razı olduğun salih amel yapmakta beni başarılı kıl. Ve beni, rahmetinle salih kullarının arasına dahil et." dedi. (27:19)

(27:18) Ayetinde bir karınca kendi türdeşlerine İnsan gibi hitap etmekte, Süleyman da bu karıncanın hitabını anlamakta ve Allah’a dua etmektedir. Karıncaların bir İnsan topluluğunu temsil eden sembol olduğuna dair düşünceye, konumuz olmadığı için şimdilik girmeyeceğim.   

AYET: Ve kuşları yokladı. Sonra: "Hüdhüd’ü niçin ben göremiyorum, yoksa o kaybolanlardan mı oldu?" dedi. (27:20)
AYET: Ona mutlaka şiddetli azap edeceğim veya onu mutlaka boğazlayacağım. Ya da bana kesin olarak apaçık bir delil getirsin. (27:21)

Süleyman; kuşları teftiş ederken Hüdhüd’ün yerinde olmadığını görünce çok sinirlenmiştir. Öyle ki kendisine geçerli bil delil sunmazsa onu öldüreceğini söylemiştir.

AYET: Çok geçmeden geldi. Ve: "Senin ihata edemediğin bir şeyi, ben ihata ettim (öğrendim). Sebe’den sana kesin bir haber getirdim." dedi. (27:22)
AYET: Gerçekten ben, onlara melik olan bir hanım buldum. Ona, her şeyden verilmiş ve onun büyük bir arşı var. (27:23)
AYET: Onu ve kavmini Allah’ın yerine Güneş’e secde ederken buldum. Ve Şeytan, onlara yaptıklarını süslemiş ve böylece (Allah’ın) sebilinden (yolundan) men etmiş. Bu sebeple onlar hidayette değiller. (27:24)
AYET: Göklerde ve yerde saklı olanı çıkaran ve sizin sakladığınızı da açıkladığınızı da bilen Allah’a, nasıl secde etmezler? (27:24)
AYET: O Allah ki, büyük arşın Rabbidir. O’ndan başka İlah yoktur. (27:25)
AYET:  "Sen doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın bakacağız." dedi. (27:26)
AYET: Bu kitabımı götür, böylece onlara at. Sonra onlardan dön, neye dönecekler bak! (27:27)

Hüdhüd bir süre sonra geri döndüğünde Süleyman’a yeni bir haber getirmiştir. Bu habere göre Hüdhüd, büyük bir arş (tahtı) bulunan bir kadın hükümdara rastlamıştır. Üstelik hükümdar olan Sebe Melikesi adındaki bu kadının halkı, Allah yerine Güneş’e tapmaktadır. Bunun üzerine Süleyman“Allah’a, nasıl secde etmezler?” diyerek; Hüdhüd’ün doğruluğunu da test etmek amacıyla onlara Hüdhüd’ün elinden bir kitap yollar ve ona ne yapacaklarını izlemesini tembihler. Belli ki amaç bu kavmin, Allah’a secde etmesini sağlamaktır.

AYET: "Ey ileri gelenler! Gerçekten bana kerim bir kitap bırakıldı." dedi. (27:28)
AYET: Muhakkak ki o Süleyman’dan. Ve gerçekten o, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla (başlıyor). (27:29)
AYET: Bana karşı büyüklük taslamayın. Ve bana teslim olmak üzere gelin. (27:30)
AYET: "Ey ileri gelenler! İşimde bana fetva verin. Siz şahitlik etmedikçe ben kesin emir verecek değilim." dedi. (27:31)
AYET: "Biz kuvvetli ve çok büyük savaş gücü sahibiyiz. Ve emir senindir. Öyleyse sen bak, ne emir vereceksin?" dediler. (27:32)

Bunun üzerine Sebe Melikesi; halkının ileri gelenlerini toplar, onlara Süleyman tarafından “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” başlayan bir kitap bırakıldığından bahseder ve kendilerinden, Süleyman ve ordusuna karşı ne yapması gerektiğine dair bir fetva ister. Halkın ileri gelenleri ise kendi ordularının çok güçlü olduğunu ve karar alarak emri verecek kişinin kendisi olduğunu söylerler.

AYET: "Muhakkak ki melikler, bir ülkeye girdikleri zaman, onu bozguna uğratırlar ve onun halkının izzet sahibi olanlarını zillete düşürürler. Ve işte onlar böyle yaparlar." dedi. (27:33)
AYET: Ve muhakkak ki ben onlara hediye ile resuller göndereceğim. Böylece bakalım resuller (elçiler) ne ile dönecekler? (27:34)

Sebe MelikesiSüleyman’ın orduları tarafından bozguna uğrayacağını düşünmüş olacak ki Süleyman’a hediye ve elçiler gönderme kararı alır. Ve gönderdiği elçilerin ne şekilde döneceğini merak eder.

AYET: Bunun üzerine Süleyman’a geldikleri zaman: "Bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği şeyler, size verdiği şeylerden daha hayırlı. Hayır, siz hediyenizle seviniyorsunuz." dedi. (27:35)
AYET: Onlara dön. Bundan sonra mutlaka onların karşı koyamayacakları ordularla onlara geliriz. Ve mutlaka onları küçük düşürerek, zilletle oradan çıkarırız. (27:36)

Süleyman gelen elçileri: "Bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği şeyler, size verdiği şeylerden daha hayırlıdır. Bundan sonra mutlaka onların karşı koyamayacakları ordularla onlara geliriz. Ve mutlaka onları küçük düşürerek, zilletle oradan çıkarırız.” diyerek geri çevirir.

AYET: (Süleyman): "Ey ileri gelenler! Onlar teslim olmak üzere bana gelmeden önce, onun arşını (tahtını) hanginiz bana getirir?" dedi. (27:38)

Süleyman, savaş kararını vermiştir. Sebe Melikesi ve kavmini yeneceğinden emindir. Süleyman’ın ordusunda öyle kimseler ve güçler vardır ki Sebe Melikesi daha teslim olmadan onun arşını (tahtını) Süleyman’a getirebilmektedirler.

AYET: Canlardan (CİNNİ) İfrit: "Sen, makamından kalkmadan önce onu sana getiririm. Muhakkak ki ben, ona kuvvetle eminim." dedi. (27:39)

(27:38) Ayetindeki “Ey ileri gelenler!” seslenişinin içine Cin topluluğu da dahildir. Yani Süleyman onlara da hitap etmektedir ki Cin topluluğundan olan İfrit, kendisine "Sen, makamından kalkmadan önce onu sana getiririm. Muhakkak ki ben, ona kuvvetle eminim." şeklinde yanıt vermiştir. Bunun üzerine Kitaptan ilmi olan bir kişi söze girerek ve “Ben onu, sen gözünü açıp kapamadan önce sana getiririm.” demiştir. Yani İfrit’ten daha hızlı bir şekilde getireceğini ifade etmiştir.  

Dolayısıyla ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla SüleymanCanlarla (Cin topluluğundan olanlarla) iletişim kurabilmektedir. Peki, Süleyman bedensiz İnsanlar olan Canlarla nasıl iletişim kurmaktadır?

AYET: Ve sabah gidişi ile bir aylık, akşam gelişi ile bir aylık mesafeyi kat eden rüzgar, Süleyman içindi. Erimiş bakırı, kaynağından onun için akıttık. Ve Canlardan (CİNNİ), Rabbinin izniyle onun elinin altında çalışanlar vardı. Onlardan kim emrimizden çıkarsa ona alevli ateşin azabını tattırırdık. (34:12)
AYET: Ona dilediği şeyleri, mihraplar, heykeller, havuz gibi büyük çanaklar, sabit kazanlar yapıyorlar(dı). Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın! Ve kullarımdan, çok şükredenler azdır. (34:13)

(34:12-13) Ayetlerine göre Rabbin izniyle Süleyman’ın emrinde çalışan Canlar varmış ve “Onlardan kim emrimizden çıkarsa ona alevli ateşin azabını tattırırdık” ifadesine göre bunlar zorla çalıştırılıyorlarmış. Süleyman’a dilediği şeyler, mihraplar, heykeller, havuz gibi büyük çanaklar, sabit kazanlar yapıyorlarmış. 

Peki, Canlar bedensiz iseler ve farklı bir boyutta bulunuyorlarsa bu tip maddi şeyleri bu Dünya’da nasıl yapabiliyorlardı? Bunun iki yanıtı vardır; ya bu Dünya’ya etki etme becerileriyle bunu başarıyorlar yani bu Dünya’ya girebiliyorlar ya da aslında kendi bulundukları boyutta bu tip şeyleri yapıyorlardır. Yani Cin toplumunun bulunduğu boyutta da Dünya benzeri nimetler vardır. Dolayısıyla bazı zamanlarda Cin toplumu bu Dünya’ya, Süleyman da Cin toplumunun bulunduğu boyuta seyahat edebiliyordu. İki farklı boyuttaki Dünyalar, Kuran’da “aralarında perde olup, birbirine karışmayan iki deniz” anlatımlarıyla temsil edilmiştir.

(34:13) Ayetindeki “Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın! Ve kullarımdan, çok şükredenler azdır.” Hitabı aslında Süleyman’ın emrinde zoraki çalışan Cin toplumuna bir sesleniştir.

AYET: Onun ölümüne hükmettiğimiz zaman ölümünün ortaya çıkmasına sadece bastonunu yiyen bir ağaç kurdu delil oldu. Ancak yere kapandığı zaman Canlara (CİNNU) belli oldu. Eğer gaybı bilmiş olsalardı, alçaltıcı azabın içinde kalmazlardı. (34:14)

Vefat, beden ile Canın ayrılması olayıdır. Emrindeki Cin toplumu Süleyman’ın vefat ettiğini, Süleyman’ın bedenine bakarak başta anlamamışlardır. Yani Süleyman yere kapaklanmasaydı, Cin toplumu onun öldüğünü anlamayacaktı. Oysaki Süleyman vefat ettiğinde; özüne yani Can haline dönerek Cin toplumu içine girmesi, bunu da Cin toplumundan olanların bilmesi gerekirdi.

Bunun iki şekilde izahı yapılabilir:

Birincisi; Süleyman’ın emrinde çalıştırılan Cin toplumu zoraki tutuldukları için Süleyman, astral seyahat ederek Cin toplumunun boyutuna geçtiği zamanlarda kendi bedenini özenle koruyordu ve ayrıca Süleyman zaten çoğu zaman astral seyahat ederek Can halinde, Cin toplumu içinde bulunuyordu. Dolayısıyla Cin toplumundan olanlar Süleyman’ın bedenini sürekli kontrol etmiyorlardı.      

İkincisi; Süleyman vefat ettiğinde, yeniden bedenlenmeyi bekleyen Cin toplumunun arasına girmeden direkt olarak Cennet’e alınmıştı. 

İKİ DOĞUNUN VE İKİ BATININ RABBİ: PARALEL EVRENLER

AYET: İnsanı (İNSANE), fahhar gibi ses veren salsalinden yarattı. (55:14)
AYET: Ve Canı (CANNE), mariç ateşten (parlak, dumanı olmayan alevden, enerjiden) yarattı. (55:15)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:16)

İnsan topraktan, Can ise ateşten yaratılmıştır.

İnsan topraktan yaratıldığı için belli elementlerin bir araya toplandığı etten bir bedene sahiptir.

Can ateşten yaratıldığı için enerji halindedir. 

Böylece ölümden sonra da Can halinde yaşanılan bir hayat vardır. Ölüm asla bir son değildir. Rabbin nimeti bu noktadadır. 

AYET: O, iki doğunun ve iki batının Rabbidir. (55:17)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:18)

İki doğu ve iki batı ifadesi bize iki farklı boyutun mevcut olduğunu anlatan bir ipucudur. Birisi İnsanların bulunduğu Dünya boyutudur, diğeri ise Cin toplumunun bulunduğu boyuttur.

AYET: İki denizi birbiri ile karşılaşacak şekilde akıttı. (55:19)
AYET: İkisi arasında berzah vardır, ikisi birbirinin sınırını geçemez. (55:20)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:21)

İki deniz, İnsanların ve Cin toplumunun bulunduğu iki farklı yaşam alanı, iki farklı boyuttur. İki denizin karşılaşması, İnsanların vefat ile Cin toplumuna katılması sonucunda olmaktadır. Yani her İnsan, ilk yaratıldığı öze, Can haline tekrar dönecektir.  

İki boyut birbirinden farklıdır ve aralarında engel vardır.

AYET: İkisinden de inci ve mercan çıkar. (55:22)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:23)
AYET: Denizde akıp giden, dağlar gibi inşa edilmiş büyük gemiler O’nundur. (55:24)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:25)
AYET: Bütün kişiler fanidir. (55:26)
AYET: Ve celal ve ikram sahibi Rabbinin Vechi (Zatı) baki kalacaktır. (55:27)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:28)
AYET: Göklerde ve yerde olanlar, O’ndan isterler. O her gün bir oluş üzerindedir. (55:29)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:30)

İki farklı boyutta da çeşitli nimetler bulunmaktadır. Süleyman’ın emrindeki Cinler, Süleyman’ın istediği şeyleri kendi boyutlarında yapmışlardır.

Bütün canlılar ölümlüdür. Sadece Rab, ölümsüzdür. Göklerde ve yerde olanlar yalnızca O’ndan isterler. O her an yeni bir yaratıştadır.

AYET: Ey ağırlık sahibi olanlar! Yakında sizinle ilgileneceğiz. (55:31)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:32)

Ağırlık sahibi olanlar, kendilerine özgü bedenleri olan İnsanlar ve Cinlerdir.

AYET: Ey İnsanlar (İNSİ) ve Cinler (CİNNİ) topluluğu! Semaların ve arzın kuturlarından (çaplarından) nüfuz etmeye eğer gücünüz yetiyorsa, haydi nüfuz edin! Bir sultan (yetki) olmaksızın nüfuz edemezsiniz. (55:33)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:34)
AYET: Sizin üzerinize, ateşten bir alev ve duman gönderilir. O zaman yardımlaşamazsınız (kurtulamazsınız). (55:35)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:36)
AYET: Gökyüzü yarılınca, işte o zaman, erimiş yağ (rengi) gibi kırmızı bir gül haline gelmiştir. (55:37)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:38)

Cinler de İnsanlar gibi yeryüzünde, kendi boyutlarında bulunmaktadırlar ve engellendikleri için yeryüzünden ayrılamamaktadırlar.

BAĞLANTI:

AYET: Ve gerçekten biz semaya, elbette dokunduk. O zaman onu çok güçlü bekçiler ve şihaplarla (yakıcı ışınlarla) doldurulmuş bulduk. (72:8)
AYET: Ve gerçekten biz, dinlemek için orada oturma yerlerine otururduk. Fakat şimdi, kim dinlemek isterse onu gözleyen bir şihap (ateş şulesi) bulur. (72:9)

AYET: Artık izin günü İnsan (İNSUN) ve Can (CANNUN), günahlarından sorulmaz. (55:39)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:40)

İzin GünüHesap Günü’nde 
Rabbim, beni geri döndür. Böylece terk ettiğim salih amelleri işlerim.” diyen kişilere, bir müddet bekledikten sonra zamanı gelince Dünya hayatında bir yaşam hakkı verildiği gündür. Onlar için yeni bir yaşam hakkı ile birlikte, Cehennem olan Dünya’ya tekrar bir beden ile girmiş olarak yeni bir sayfa açılmıştır.

AYET: Mücrimler (suçlular) simalarından tanınır. Böylece onlar alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar. (55:41)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:42)

Yeni bir yaşam programıyla Dünya hayatına atılan yani Cehennem’e tekrar giren suçluların işareti, simalarıdır. Zaten yüz okumasını bilenler, insanların iyi mi kötü mü olduğunu anlayabilirler. 

BAĞLANTI:

AYET: Allah’ın Resul’ü Muhammed ve onunla beraber olanlar, kafirlere karşı çok şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rüku ederken, secde ederken ve Allah’tan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alametleri yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat’taki ve İncil’deki vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan, sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir. Onlarla kafirleri öfkelendirmek içindir. Ve Allah, onlardan iman edenlere ve salih amel yapanlara mağfiret ve büyük ecir vadetti. (48:29)

Allah’ın Resul’ü Muhammed ve onunla beraber olanların alameti nasıl ki yüzlerindeki secde izidir; aynı şekilde suçluların işareti de kendi simalarıdır. Ve hem müminlerin hem de suçluların bu alameti, Dünya hayatında tanınmaları için geçerlidir.

AYET: İşte bu, mücrimlerin yalanladığı Cehennem. (55:43)
AYET: Onunla kızgın kaynar su arasında dönüp dolaşırlar. (55:44)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:45)

CehennemDünya hayatı değil; Dünya hayatına tekrar tekrar ve her seferinde daha zor yaşam şartlarını içeren bir programla doğmaktır.

AYET: Rabbinin makamından korkan kimseler için iki Cennet vardır. (55:46)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:47)
AYET: İkisi de fenlere (bilimsel ve sanatsal güzelliklere, çeşitli ağaçlara) sahiptir. (55:48)

AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:49)
AYET: İkisinde de akan iki pınar vardır. (55:50)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:51)
AYET: İkisinde de bütün meyvelerden iki çift vardır. (55:52)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:53)
AYET: Astarları kalın ipek atlas olan döşekler üzerine yaslanmışlardır. Ve iki Cennet’in de devşirilen meyveleri yakındır. (55:54)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:55)
AYET: Onlarda bakışlarını (yalnız eşlerine) hasreten eşler vardır. Kendilerine onlardan önce İnsan (İNSUN) ve Can (CANNUN) dokunmamıştır. (55:56)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:57)
AYET: Onlar sanki yakut ve mercan gibidir. (55:58)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:59)
AYET: İhsanın, ihsandan başka mükafatı var mı ki (olabilir mi)? (55:60)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:61)

Buraya kadar olan ayetlerde iki Cennet olduğundan ve bunların özelliklerinden bahsediliyor.

AYET: Ve ikisinden başka iki Cennet daha vardır. (55:62)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:63)
AYET: İkisi de yemyeşildir. (55:64)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:65)
AYET: İkisinde de devamlı fışkırıp gürül gürül akan iki pınar vardır. (55:66)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:67)
AYET: İkisinde de meyveler, hurmalar ve narlar vardır. (55:68)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:69)
AYET: Onlarda, hayırlı güzel kadınlar vardır. (55:70)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:71)
AYET: Otağlarda huriler vardır. (55:72)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:73)
AYET: Onlara, kendilerinden önce İnsan (İNSUN) ve Can (CANNUN) dokunmamıştır. (55:74)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:75)
AYET: Onlar, yüksek yeşil refrefler (yastıklar) ve harikulade güzel işlemeli döşekler üzerine yaslananlardır. (55:76)
AYET: O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? (55:77)
AYET: Celal ve İkram Sahibi Rabbinin İsmi Mübarektir (Çok Yüce’dir). (55:78)

Buraya kadar olan ayetlerde de önceki iki Cennet’ten başka iki Cennet’in daha olduğundan ve bunların özelliklerinden bahsediliyor.

Rahman Suresi'nde defalarca ifade edilen "O halde siz, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?" ayetleri, İnsan ve Cin topluluğundan olan hem müminlerin hem de kafirlerin yüzüne, Allah'ın celal ve ikram sahibi oluşunu adeta tokat gibi her seferinde vurmaktadır.  

ÖLÜM KAÇINILMAZDIR

AYET: Sizin aranızda ölümü Biz, Biz takdir ettik. Ve Biz, önüne geçilmiş olan değiliz. (56:60)

AYET: De ki: “Muhakkak ki o, sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, işte o mutlaka size mülaki olacak (siz ölümle karşılaşacaksınız). Sonra görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O zaman, yapmış olduklarınızı size haber verecek.” (62:8)

AYET: Ve bir kimsenin, Allah'ın izni olmadan ölmesi olmamıştır. O, süresi tayin edilmiş bir yazıdır. Ve kim Dünya sevabı isterse, kendisine ondan veririz ve kim ahiret sevabı isterse, kendisine ondan veririz. Ve şükredenleri yakında mükafatlandıracağız. (3:145)

Ölüm; Allah tarafından takdir edilmiş olup, bu Dünya hayatı için kaçınılmaz bir sondur, süresi tayin edilmiştir ve Allah’ın izniyle gerçekleşir.

VEFAT: CAN İLE BEDENİN AYRILMASI

AYET: Bütün nefsler ölümü tadıcıdır. Sonra Bize döndürüleceksiniz. (29:57)

(29:57) Ayetine göre bir nefsin ölümü tatması için ona ölüm esnasında ve hemen sonrasında şahit olması gerekir. Dolasıyla burada kastedilen nefsin gerçek sahibinin, toprak cesedi çürümeye başlamış olan İnsan bedeni olduğu değil; kendine has yeni bir boyuta ve yeni bir hayata başlayacak olan Can olduğu düşünülmelidir ki “Sonra Bize döndürüleceksiniz. ifadesinde döndürülecek olan kişilik olarak anlam yerini bulabilsin.    

AYET: Allah, ölüm anında nefisleri vefat ettirir. Ve onlar ki uykularındadır, ölmemişlerdir, o zaman üzerine ölüm hükmedilecek olanı tutar ve diğerini (nefsi) belirlenmiş ecele kadar gönderir. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden kavim için elbette ayetler vardır. (39:42)

(29:57) Ayetinde ölüme tanık olan nefs, (39:42) ayetine göre ölüm sonrasında uyutulmuş ama ölmemiştir. Ölümüne hükmedilmiş olan nefs bu halde tutulmakta yani tekamül yolculuğu artık durdurulmakta; ölümüne hükmedilmemiş nefs ise belirlenmiş bir ecele kadar gönderilmektedir. Peki, nereye gönderilmektedir? Henüz ölümüne hükmedilmediği için ya Dünya hayatına ya da başka bir hayata… Dolayısıyla vefat, beden ile Canın ayrılması olayıdır. Bedenin enerji fişi çekilmiş gibi, Can bedenden ayrılmaktadır.

VEFAT ETTİREN GÖREVLİ

AYET: De ki: “Size vekil kılınan ölüm Meleği, sizi vefat ettirecek. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (32:11)

(32:11) Ayetinde bahsi geçen ölüm meleğinden kasıt, ölmeye sebep olan herhangi bir şeydir. Bir araba, deprem, kalp krizi, mermi vs. herhangi bir şey…

KAFİRLERİN VEFATI

AYET: Ve kafir olanları, vefat ettirilirken Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vururken ve “Yakıcı azabı tadın!” (derken) görseydin. (8:50)

AYET: Allah’a yalanla iftira eden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken “Bana da vahyolundu.” diyenden ve “Ben de Allah’ın indirdiği şeylerin benzerini indireceğim.” diyenden daha zalim kim vardır? Zalimleri, ölümün şiddet halinde iken ve ölüm Melekleri ellerini uzatıp: “Nefslerinizi çıkarın. Bugün, Allah’a karşı hak olmayan şeyler söylediğiniz ve O’nun ayetlerine karşı kibirlendiğiniz için alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.” dedikleri zaman görsen. (6:93)

Ölümden sonra hayat olduğuna iman eden müminler, Allah’a teslim olduklarından, ölümden kafirler kadar korkmazlar. Kafirler ise ölümün bir son ve yok oluş olduğunu düşündüklerinden ölümden ve acısından çok korkarlar.

BAĞLANTI:

AYET: Muhakkak ki küfredip kafir olarak ölenler, işte onlar, Allah’ın, Meleklerin ve İnsanların (NASİ) hepsinin laneti onların üzerinedir. (2:161)

(2:161) Ayetinde Cin toplumundan bahsedilmeyişinin sebebi, zaten onlardan“ölenler” olarak bahsedilmesi ve aynı zamanda yaşayan İnsanların bedeni içerisinde bulunuyor olmalarıdır ki böyle durumda olanlara zaten İnsan deniyor.   

GECE-GÜNDÜZ; ÖLÜM-HAYAT

AYET: Ve hayat veren ve öldüren, O’dur. Ve gece ve gündüzün ihtilâfı (karşılıklı dönüşümü), O’na aittir. Hala akıl etmez misiniz? (23:80)
AYET: Hayır! Onlar, evvelkilerin söylediklerinin aynısını söylediler. (23:81)
AYET: “Öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı? Gerçekten, mutlaka biz beas mı edileceğiz (yeniden mi diriltileceğiz)?” dediler. (23:82)

Dikkatimize sunulan şey, hayat ve ölümün de gece ve gündüzün arka arkaya gelmesi gibi bir döngü oluşudur...

AYET: Geceyi gündüzün içine sokarsın ve gündüzü gecenin içine sokarsın. Diriyi ölüden çıkarırsın ve ölüyü diriden çıkarırsın. Ve dilediğin kimseyi hesapsız rızıklandırırsın. (3:27)

Kuran'da gece ve gündüz kavramları birer semboldür. Gündüz, yaşam ve hayatı temsil eder; gece ise ölümü...

Dirilmenin öncesinde en az bir yaşamın ve ölümün oluşu ve dirilişin ardından tekrar ölümün gelişi; bunun devamlı olmasından dolayı gündüzün ve gecenin ard arda gelişine benzetilmiştir.

Gündüz ve gece bir gündür ama ecel bir gün değildir. Ve ecel bir tek ömürlük değildir.

AYET: Ve geceleyin sizi vefat ettiren, gündüzleri ne kazandığınızı bilen, sonra "ecel-i müsemmanın" tamamlanması için gündüzün içinde sizi tekrar dirilten O’dur. Sizin dönüşünüz sonra O’nadır. Sonra, yapmış olduklarınızı size haber verecek. (6:60)
AYET: Ve O, kullarının üstünde Kahhardır (kuvvet ve güç sahibidir). Ve üzerinize muhafaza edici (koruyucu) gönderir. Sizden birinize ölüm gelince, onu resullerimiz vefat ettirir. Onlar kusur etmezler. (6:61)

Gecenin, aynı zamanda ölümü ifade eden bir sembol olduğu; (6:60) ayetindeki "geceleyin sizi vefat ettiren" ifadesinden anlaşılmaktadır. Geceleyin olan uyku durumu ölüme benzetilmiş olup, gerçek bir ölüm değil, bir benzetmedir. Aynı şekilde gündüzün diriliş de bir benzetmedir. Dolayısıyla ilk bakışta sanki sadece Dünya hayatındaki gece ve gündüzlerden bahseden ayet aslında arka arkaya gelen ölüm ve doğumlardan bahsetmektedir.

"Gündüzleri ne kazandığınızı bilen" ifadesi ise asıl olarak yeni hayatta başlayacağımız ortam durumunu yani yeni yaşam şartlarını anlatmak istemektedir. 

 CİNLERİN ALLAH'A ORTAK KOŞULMASI 

AYET: Cinleri (CİNNE) Allah'a ortak kıldılar. Onları da O yarattı. İlimleri olmaksızın, "O'nun oğulları ve kızları var" yalanını uydurdular. O Sübhandır, vasıflandırdıkları şeylerden yücedir. (6:100)

Herhalde Cin topluluğu mensuplarının görünmez oluşları sebebiyle İnsanlar onları Allah'a ortak koşmuşlar ve Allah'ın oğulları ve kızları yerine koymuşlardır. Bu ayetten anlayabileceğimiz bir diğer nokta da Cin topluluğundakilerin dişilik ve erkekliklerinin olmadığıdır.

HESAP GÜNÜNDE CİNLER VE İNSANLAR

AYET: Ve onların hepsini bir araya topladığı gün: “Ey Cinler (CİNNİ) topluluğu! İnsanlarla (İNSİ) sayınızı artırdınız.” Onlara dost olan İnsanlardan (İNSİ) bir kısmı şöyle dedi: “Rabbimiz, biz birbirimizden faydalandık ve Senin bize takdir ettiğin zamanın bitiş noktasına eriştik.” (Allah): “Allah’ın dilediği şey hariç; sizin barınacağınız yer ateştir, orada ebedi kalacak olanlarsınız.” buyurdu. Muhakkak ki senin Rabbin, hüküm sahibi ve en iyi bilendir. (6:128)

Ayetteki “Ey Cinler (CİNNİ) topluluğu! İnsanlarla sayınızı artırdınız.” ifadesini düşündüğümüzde; vefat eden İnsanların Cin topluluğuna katılması ve böylece Cin topluluğunun sayısının giderek artması, bu konudaki düşüncemi desteklemektedir. Cin ve İnsanların birbirlerinden yararlanması ise başka bir olayın dile getirilmesi olup; BuhariMüslimTirmiziEbu Hureyre vs. nakledicileri veya Ebu Hanife, İmamı Şafi vs. mezhep imamları gibi vefat etmiş İnsanların eserlerini din edinmek şeklinde yorumlanabilir. Mesela şu anda bazı İnsanların, vefat ederek Cin topluluğuna katılmış bu alimlerin eserlerini din edindikleri gibi; onlar da vefat etmeden önce yani İnsan iken yine vefat etmiş yani Can haline geçerek Cin topluluğuna katılmış daha önceki İnsanların eserlerini din edinmiş olabilirler...  

AYET: Ve işte böylece kazanmış olduklarından dolayı zalimlerin bir kısmını, bir kısmına çeviririz. (6:129) 

Ayetin "zalimlerin bir kısmını, bir kısmına çeviririz" ifadesini; vefat eden kafir İnsanların, kafir Can haline dönüşerek Cin topluluğuna katılmaları şeklinde yorumlayabiliriz. 


AYET: EY İnsanlar (İNSİ) ve Cinler (CİNNİ) topluluğu! Size ayetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran resuller gelmedi mi? "Kendi nefslerimize şahit olduk." dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kafir olduğuna, kendileri şahit oldular. (6:130)  


Kuran'da Cin topluluğunun mensubu olan ve Cin topluluğuna hitap eden bir resul yoktur. İnsanlara da Cin topluluğuna da aynı İnsan resuller hitap etmiştir. Evet, Cin topluluğuna da İnsan resuller hitap etmişti çünkü onlar da vefat etmeden önce İnsan idi... (6:130) Ayetinde ayrıca Cin topluluğuna mensup olanların de nefse sahip olduğu anlaşılıyor.  


AYET: Allah’a karşı yalanla iftira edenden veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Kitap’tan kendilerine nasipleri erişecek olanlar, işte onlardır. Onlara resullerimiz geldiği zaman, onları vefat ettirirlerken şöyle dediler: “Allah’tan başka dua etmiş olduğunuz şeyler nerede?” (Onlar da): “Bizden saptılar.” dediler. Ve nefslerinin üzerine kafir olduklarına, kendileri şahitlik ettiler. (7:37)


(7:37) Ayetinde de görüldüğü gibi; (6:129) ayetindeki "zalimlerin bir kısmını, bir kısmına çeviririz." ifadesinin vefat ile gerçekleştiğini anlıyoruz.   

AYET: Buyurdu: "Sizden önce geçmiş olan, ateşte bulunan İnsanlar (İNSİ) ve Cinler (CİNNİ) topluluğuna girin. Her ümmet, her girişte hepsi orada ard arda toplanınca kardeşlerine lanet ettiler. Sonrakiler, öncekiler için: "Rabbimiz, bizi dalalette bırakanlar işte bunlar, artık onlara ateşten iki kat azap ver." dediler. Şöyle buyurdu: "Herkes için iki kat. Fakat siz bilmezsiniz." (7:38) 

AYET: Ve onların evvelkileri, sonrakilere: “Sizin bizden bir üstünlüğünüz yok. Öyleyse kazanmış olduğunuz şeyler sebebiyle azabı tadın.” dediler. (7:39) 

(7:38) Ayetindeki ateşten kasıt, tekrar yeni bir bedene girip madde aleminin bir esiri olarak Dünya hayatının zorlu mücadelesine, acılarla dolu tecrübelerine ve bir kez daha ölüm (vefat) olayına katlanılmasıdır.  


Hesap Günü
 geldiğinde, Dünya sınavında başarısız olan kafirler ya hemen yine Dünya hayatında bir bedene girerek İnsan olacaklar ya da Cin topluluğuna katılarak tekrar bir bedene girmek üzere bekleyeceklerdir.

(7:38) Ayetindeki; Sonrakiler, öncekiler için: “Rabbimiz, bizi dalalette bırakanlar işte bunlar, artık onlara ateşten iki kat azap ver.” dediler. Şöyle buyurdu: “Herkes için iki kat. Fakat siz bilmezsiniz.” ifadesi içinde geçen "iki kat azap" olayını, Dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin, böylece günahlarımızı itiraf ettik. Artık (buradan) çıkmaya bir yol var mı?" (40:11) ayetiyle bağdaştırılması ve bu azabın iki kere ölüm ve iki kere diriliş olduğunun düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim.  

AYET: Muhakkak ki ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara kibirlenenler; onlara gök kapıları açılmaz. Deve iğne deliğinden geçmedikçe Cennet’e giremezler. Mücrimleri işte böyle cezalandırırız. (7:40)


(7:40) Ayetine göre Allah'ın ayetlerini yalanlayan mücrimlere gök kapıları açılmayacak yani gökte yaratılmış yollardan Cennet’e gidemeyecekler ve böylece Dünya'da kalacaklardır.  

BAĞLANTI:  

AYET: Sonra muhakkak ki siz, mutlaka öleceksiniz. (23:15)

AYET: Muhakkak ki siz, kıyamet günü diriltileceksiniz. (23:16)
AYET: Ve andolsun ki Biz, sizin üzerinizde yedi yol yarattık ve Biz, yaratmaktan gafil değiliz. (23:17)

(23:15-17) ayetlerinde bahsedilen yedi yolun, Cennet’i hak eden müminlerin göklerdeki Cennet veya Cennetlere gidiş yolları olduğunu ve mesela Tarık (Yol) yıldızı olan Şira'ya (Sirius) bu yollar vasıtasıyla gidildiğini düşünüyorum. (Şira'nın Cennet oluşuyla ilgili olarak "Kıble Kavramı" başlıklı yazımı okuyunuz.) 


AYET: Semaya ve Tarık’a andolsun. (86:1)

AYET: Ve Tarık’ın ne olduğunu sana bildiren nedir? (86:2)
AYET: Parlak ışığı ile karanlığı delen bir yıldızdır. (86:3)

Modern astronomi bilimine göre kadir derecesi açısından görünen göğün en parlak yıldızı Sirius'tur ve Kuran'da Necm Suresi'nin 49. ayetinde Şira olarak, Tarık Suresi'nin 1-3. ayetlerinde ise "Yol Yıldızı" anlamında olarak geçer... 

AYET: Onlar için Cehennem’de bir döşek (MİHADUN) ve üzerlerinde örtüler vardır. Ve zalimleri işte böyle cezalandırırız. (7:41)


Dünya
 hayatının bir kez daha, sınavının verilmediği sürece (ebediyen) tekrar tekrar doğum ve ölümlerden oluşan Cehennem olduğunu belirtiyorum. (7:41) Ayetindeki "döşek" kelimesi ile "Arzı döşek (MİHADEN) kılmadık mı?" (78:6)kelimesi arasında bağlantı kuruyor ve Cehennem’de bir döşeğin aslında Dünya gezegeni olduğunu düşünüyorum. (7:41) Ayetindeki "üzerlerinde örtüler vardır" ifadesinden kasıt ise Canın, Dünya'da içerisine girerek örtündüğü İnsan bedenleridir. Yani Canlar (Cin), Dünya hayatında bir bedene girerek ateşe yani maddi alemin çetin zorluklarına girmektedirler.  

AYET: İman edenler ve salih amel işleyenler, kimseyi gücünden başka bir şeyle sorumlu tutmayız. İşte onlar Cennet ehlidirler, onlar orada ebedi kalanlardır. (7:42)


AYET: Onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip aldık. Onların altlarından nehirler akar. “Bizi buna hidayet eden Allah’a hamdolsun. Allah’ın, bizi hidayete erdirmesi olmasaydı, biz hidayete ermezdik. Andolsun ki Rabbimizin resulleri hak ile gelmiştir.” dediler. “Yapmış olduklarınızdan dolayı varis kılındığınız Cennet işte budur.” diye nida olunurlar. (7:43)


AYET: Ve Cennet ehli, ateş ehline seslendi. “Biz, Rabbimizin bize vadettiğini hak olarak bulduk. Siz de, Rabbimizin size vadettiğini hak olarak buldunuz mu?” “Evet” dediler. O zaman onların arasından bir müezzin seslendi: “Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun.” (7:44)


Cennet
’i hak eden müminler gök kapılarından geçerek Cennet’e ulaşırlar ve artık bir İnsan bedeni içerisinde olmadıklarından ve göğüslerindeki kan dökücülük, kin ve nefret duygularından arınarak nefslerini tezkiye ettiklerinden artık yeni bir boyutta ve yeni bir hayatta, göklerdeki bir Cennet’te (Allah'ın diledikleri dışında) yaşamaya devam ederler.

Cehennem’e girenler de aynı şekilde hak ettikleri sona ulaşmış olurlar.

Cennet ehlinin, ateş ehli ile konuşturulması; olayın dile getirilmesidir. 

AYET: Ve o gün onların hepsini bir arada toplayacak. Sonra Meleklerine şöyle buyuracak: "Size tapmış olanlar bunlar mı?" (34:40)
AYET: Dediler ki: "Sen Sübhansın. Bizim velimiz onlar değil, Sensin. Hayır, onlar Cinlere (CİNNE) tapıyorlardı. Onların çoğu, onlara inananlardır." (34:41)
AYET: Artık o gün bir kısmınız diğerlerine fayda ve zarar vermeye malik olamaz. Zulmedenlere: "Yalanlamış olduğunuz ateşin azabını tadın." diyeceğiz. (34:42)

Allah, ateş ehli hakkında Meleklere "Size tapmış olanlar bunlar mı?" diyecek; onlar ise
“Hayır, onlar Cinlere (CİNNE) tapıyorlardı. Onların çoğu, onlara inananlardır."
Şeklinde cevap vereceklerdir. Böylece ateş ehli, bu suçlarından dolayı ateşi hak etmiş olacaktır. 

AYET: Allah’ın düşmanları o gün ateşe haşrolunurlar. Böylece onlar bir araya getirilirler. (41:19)

Ateş, Dünya hayatında tadılacak acı tecrübelerin ve ölümün sembolüdür. Ateş ehlinin bir araya getirildiği yer, Dünya hayatıdır.

AYET: Hatta ona geldikleri zaman yapmış oldukları şeylere, onların gözleri, kulakları ve derileri, onların aleyhine şahitlik etti. (41:20)
AYET: Ve kendi ciltlerine: “Niçin bizim aleyhimize şahitlik ettiniz?” dediler. Dediler ki: “Bizi, herşeyi söyleten Allah söyletti. Sizi ilk defa O yarattı ve O’na döndürüleceksiniz.” (41:21)
AYET: Kulaklarınızın, gözlerinizin ve cildinizin sizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Ve lakin yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmediğini zannediyordunuz. (41:22)
AYET: Ve işte Rabbiniz hakkındaki sizin bu zannınız, sizi helake sürükledi. Böylece hüsrana düşenlerden oldunuz. (41:23)
AYET: Artık sabredebilirlerse artık ateş onların kalacakları yerdir. Ve eğer onlar affedilmek isterlerse onlar affedilecek olanlardan değillerdir. (41:24)

Ateş ehlinin yaptığı herşey daha önceden de olduğu gibi bundan sonra da kayıt altında olacaktır.

AYET: Onlara yakın arkadaşlar musallat ettik. Böylece önlerinde ve arkalarındakileri onlara süslediler. Cinlerden (CİNNİ) ve İnsanlardan (İNSİ), onlardan önce gelmiş geçmiş ümmetlerin de üzerine sözü hak oldu. Muhakkak ki onlar, hüsrana düşmüş olanlardır. (41:25)
AYET: Kafirler: “Bu Kuran’ı dinlemeyin, içinde gürültü yapın. Umulur ki böylece siz galip olursunuz.” dediler. (41:26)
AYET: Bundan sonra inkar edenlere, mutlaka şiddetli azabı tattıracağız. Ve onları yaptıklarının en kötüsüyle mutlaka cezalandıracağız. (41:27)
AYET: İşte bu Allah’ın düşmanlarının cezası ateştir. Ayetlerimizi bilerek inkar etmiş olmaları sebebiyle ceza olarak, onlar için orada ebedilik yurdu vardır. (41:28)
AYET: Kafirler dediler ki: “Rabbimiz, İnsanlardan (İNSİ) ve Cinlerden (CİNNİ) bizi saptıranları bize göster. Onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağıda kalanlardan olsunlar.” (41:29) 
(41:25) Ayeti, (6:128) ayetinin başka bir anlatımıdır. Yakın arkadaşlar musallat edilmesi, Cin ve İnsanların birbirlerinden yararlanması ile aynı anlamda olup;BuhariMüslimTirmiziEbu Hureyre vs. hadis alimleri veya Ebu Hanife,İmamı Şafi vs. mezhep imamları gibi vefat etmiş İnsanların eserlerini din edinmek şeklinde yorumlanabilir.

Kafirler, Kuran’ın dinlenmesine engel olurlar.

Sonuçta kafirler, bu yaptıkları nedeniyle ateşe atılacaklardır. Ateşe atıldıklarında ise söyledikleri “Rabbimiz, İnsanlardan (İNSİ) ve Cinlerden (CİNNİ) bizi saptıranları bize göster. Onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağıda kalanlardan olsunlar.” Sözü, kendilerini İnsanlardan ve Cinlerden bazılarının saptırmış olduğuna dair savunmaları olmakla beraber; Cinlerin, kafirlerin bir sıfatı olamayacağına dair başka bir göstergedir.

AYET: İşte onlar ki, onlardan evvel gelip geçmiş olan Cinler (CİNNİ) ve İnsanlar (İNSİ) toplumlarında, üzerlerine sözü hak olmuştur. Muhakkak ki onlar, hüsranda olanlardır. (46:18)

(46:18) Ayeti, (41:25) ayetinin başka bir anlatımıdır.

CİNLER YABANCI VEYA İNKARCI İNSANLAR MIDIR?

Bu başlık, Cinlerin yabancı veya inkarcı İnsanlar olduğu düşüncesine karşılık yazılmıştır.

Yaratılış Farkı Bakımından

AYET: Ve Meleklere, “Adem’e Secde edin.” demiştik. İblis hariç, hemen Secde ettiler. O Cinlerdendi (CİNNİ). Böylece Rabbinin emrini (yapmayarak) fıska düştü. Hala onu ve onun zürriyetini (neslini), onlar sizin düşmanınız (olduğu halde), Benim yerime dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü bir bedel. (18:50)
AYET: Ben, onları semaların ve arzın yaratılışına ve onların yaratılışına şahit tutmadım. Ve Ben, dalalette bırakanları yardımcı edinmedim. (18:51)
AYET: O gün şöyle diyecek: “Benim ortaklarım olduğu, zannında bulunduğunuz şeyleri çağırın!” Böylece onları davet ettiler. Fakat onlara icabet etmediler. Ve onların aralarına helak edici kıldık. (18:52)

(18:50-52) Ayetlerinden; Adem’e Secde etmeyen İblis'in, Cin toplumundan olduğunu öğreniyoruz. Dolayısıyla ateşten yaratılmış olan Canın, yabancı İnsanlar veya İnsanları doğru yoldan saptıran İnsanlar olamayacakları anlaşılmaktadır.

AYET: Ve andolsun ki sizi Biz yarattık. Sonra size suret verdik. Sonra Meleklere: “Adem’e Secde edin.” dedik. İblis hariç, Secde ettiler. O, Secde edenlerden olmadı. (7:11)
AYET: (Allah) buyurdu: “Sana emrettiğim zaman, seni Secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım, beni ateşten (NARİN) ve onu nemli topraktan (TİNİN) yarattın.” dedi. (7:12)

(7:11-12) Ayetlerinde görüldüğü üzere İblis'i Adem’e Secde etmekten men eden şey; kendisinin ateşten, Adem’in ise topraktan yaratılmış olması ve dolayısıyla İblis'in bu yaratılış farkını, hayırda üstünlük olarak görmesidir. Dolayısıyla İnsan ve Can, yaratılışı farklı varlıklardır.


AYET: Muhakkak ki Biz; emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik. Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o; çok zalimdir, çok cahildir. (33:72)

Cinlerin yabancı İnsanlar olduğunu savunan görüşe göre (33:72) ayetinde Cinler bulunmadığına göre Cinler de İnsandır ve İnsan olarak sınav görmektedirler. 

Esasında her İnsanın bedeni içerisinde bir Can vardır. İnsan; beden ve Canın bir araya gelmesiyle oluşan bir organizmadır. Maddi Dünya aleminde sınava tabi olabilmek için bir beden ile Dünya'ya doğulmaktadır. Bu yüzden ayette Cin kavramı ayrıca geçmemektedir.

Anlam Bakımından

Aşağıdaki ayetlere istinaden Cinlerin, etli kemikli İnsan olması gerektiğine dair düşünceyi irdeleyelim…

AYET: De ki: “Cinlerden (CİNNİ) bir topluluğun Kuran dinlediği, sonra: “Biz gerçekten harika, güzel bir Kuran işittik.” dedikleri bana vahyedildi.” (72:1)
AYET: “O, irşada ulaştırır, artık biz, O’na iman ettik ve artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayız.” (72:2)
AYET: “Ve bizim Rabbimizin şanı çok yücedir. O’nun, bir sahibe (eş) ve oğul edinmediğine (iman ettik).” (72:3)
AYET: “Ve o bizim sefih olanımızın, Allah’a karşı asılsız söylemiş olduğuna (inanıyoruz).” (72:4)
AYET: “Ve gerçekten biz, İnsanların (İNSU) ve Cinlerin (CİNNU) Allah’a karşı asla yalan söylemediğini zannettik.” (72:5) 
AYET: “Ve İnsanlardan (İNSİ) bazı adamlar, Cinlerden (CİNNİ) bazı adamlara sığınıyorlardı. Böylece onların azgınlıklarını artırdılar.” (72:6)
AYET: “Ve onlar da, sizin zannettiğiniz gibi Allah’ın hiç kimseyi yeniden diriltmeyeceğini zannettiler.” (72:7)

Bu yazıda kısaca Cinlerin, İnsanların vefat ettikten sonra bedensiz kaldıkları bir yaşam safhası olduğunu anlatmaya çalıştım.  

AYET: “Rahman, bir çocuk edindi.” dediler. (19:88)
AYET: Andolsun ki siz, çok kötü bir şey söylediniz. (19:89)
AYET: Bundan neredeyse semalar parçalanacak ve yeryüzü yarılacak ve dağlar çökerek yıkılacaktı. (19:90)
AYET: Rahman’a bir çocuk isnat etmeleri (sebebiyle). (19:91)
AYET: Ve Rahman’a çocuk edinmek yakışmaz (olamaz). (19:92)

AYET: Ve Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur.” dediler ve Nasranîler: “Mesih Allah’ın oğludur.” dediler. Onların ağızlarıyla söylediği bu sözler, daha önce inkar eden kimselerin sözlerine benziyor. Allah onları öldürsün. Nasıl da döndürülüyorlar. (9:30)
AYET: Onlar, din adamlarını ve ruhbanları ve Meryem oğlu Mesih’i Allah’tan başka Rabler edindiler. Tek bir ilaha kul olmalarından başka bir şeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur. (Onların) şirk koştukları şeylerden O, münezzehtir. (9:31)

Cinlerin İnsan olması gerektiğine dair düşünceyi paylaşanlar; (19:88-92) ve (9:30-31) Ayetlerinde görüldüğü gibi, Allah’ın çocuk edindiği iddiasını öne sürenlerin İnsan olması dolayısıyla Cinlerin de İnsan olması gerektiğini düşünmektedirler. Yani onlar göre (72:1-7) ayetlerinde bahsi geçen Cinler aslında Ehl-i Kitap inanırlarıdır.

Esasında doğru bir yaklaşımdır fakat Cinlerin vefat etmiş kişiler olduğunu düşündüğümüzde onların da (bedensiz) İnsan oldukları ve dolayısıyla ayetlerde anlam bakımından bir sıkıntı yaşanmadığı görülecektir.

Evet, onlar da İnsanın bedensiz olduğu bir hayat safhasındadırlar. Ölmeden önce yani İnsan iken Allah’a çocuk isnat etmişlerdir. Vefat edince ölümden sonraki hayata şahit (şehit) olmuşlardır ve bizim anlayamayacağımız şekilde rızıklanmaktadırlar.

İnsanlardan bazı adamların, Cinlerden bazı adamlara sığınması; yaşayan bir İnsanın, ölmüş bir din adamının düşüncelerini din edinmesidir. 

Bu noktada bazı sorular sormak icap etmektedir…

(72:1) Ayetinde bahsedilen Cinler ne zaman Kuran dinlemiştir?

AYET: Cinlerden (CİNNİ) bir grubu sana yöneltmiştik, Kuran’ı dinlemeleri için. Onun huzuruna geldikleri zaman “Susun, dinleyin!” dediler. Sonra bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. (46:29)
AYET: Onlar: “Ey kavmimiz! Muhakkak ki biz, Musa’dan sonra indirilen, onların elindekini tasdik eden Hakk’a ulaştıran ve Tarık-i Mustakim’e hidayet eden bir kitap dinledik.” dediler. (46:30)

(46:29-30) Ayetlerini hatırladığımızda Cinlerin dinlediği Kuranİbrahim’in ve Musa’nın sayfalarında da bulunan Kuran değil, Musa’dan sonra indirilmiş olan Muhammed’in elindeki Kuran’dır. Yani Kuran’ı ilk defa dinlemişlerdir.

Dolayısıyla (72:1) Ayetinde Kuran dinleyen Cinler eğer İnsan ise bu İnsanları Muhammed neden görmemiştir de kendisine Cinlerin Kuran dinlediği bilgisi vahyedilmiştir? Kuran dinleyen Cinlerin Muhammed ile niçin hiçbir sözel iletişimi olmamıştır?

Ayrıca bu ayetlerin günümüze aktardığı anlam nedir? Eğer Cinler Ehl-i Kitap inanırları ise onlar günümüzde de böyle mi yapıyorlar? 

Mantık Bakımından

Her İnsan bedeninin içinde şuurlu bir Can vardır. İnsan zaten Canıyla beraber İnsandır. Ama öldüğünde bedeni toprak olur ve ortada sadece Can kalır. Buradaki Can şuurlu bir bedensiz varlıktır.  

AYET: “Ve gerçekten biz, İnsanların (İNSU) ve Cinlerin (CİNNU) Allah’a karşı asla yalan söylemediğini zannettik.” (72:5) 

(72:5) Ayetindeki gibi “İnsanların (İNSU) ve Cinlerin (CİNNU)” ifadesinde İnsanların ve Cinlerin farklı yaratılışta varlıklar olduğu açıktır.

Eğer Cinler de İnsan olsaydı zaten “İnsanların (İNSU)” ifadesi içine gireceklerdi. Ama “İnsanlar ve Cinler” denildiğinde Cinlerin, İnsandan farklı varlıklar olduğu düşünülmelidir.

Cinler inkarcı İnsanlar olsaydı; o takdirde İnsanlar yerine Müminler gibi Cinlerin tersi bir anlam kullanılmalıydı. Ya da Cinler yabancı İnsanlar olsaydı; o takdirde İnsanlar yerine yabancı İnsanların tersi anlam içeren (örneğin garib) bir kelime kullanılmalıydı.

Sonuç olarak eğer Cinler İnsan olursa o zaman İnsan tanımımızı değiştirmemiz gerekmektedir.

İletişim Bakımından

AYET: Onlara hidayet geldiği zaman insanların inanmalarına, “Allah, insan resul mü gönderdi?” demelerinden başka bir şey mani olmadı. (17:94)
AYET: De ki: “Eğer yeryüzünde mutmain olarak yürüyenler melekler olsaydı, elbette onlara semadan melek resul indirirdik.” (17:95)

Bu ayetlere istinaden iddia edilen düşünceye göre Cinlere de İnsan resuller hitap ettiğine göre onlar da İnsan olmalıdır.

Hayır. Onlar İnsan değil, İnsanın bir safhasıdır. Tek farkları etten bedenlerinin olmayışlarıdır. Buna rağmen Cinler bulundukları boyuttan Dünya boyutundaki bir Kuran okunuşunu dinleyebildikleri gibi, resuller de astral seyahat yaparak Cinlerin boyutuna girebilirler. (Necm Suresi’nde Muhammed’in ve Neml Suresi’nde Süleyman’ın astral seyahati gibi.)

Beden Bakımından

AYET: Ve andolsun ki; Cehennem’i, İnsanların (İNSİ) ve Cinlerin (CİNNİ) çoğuna hazırladık. Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalalettedirler. İşte onlar, onlar gafillerdir. (7:179)

(7:179) Ayetine istinaden iddia edilen düşünceye göre Cinlerin de kalpleri, gözleri, kulakları olduğuna göre onlar da İnsan olmalıdır.

Hayır. Cinlerin kendilerine özgü astral bedenleri vardır ve bu bedenlerinde kalpleri, gözleri, kulakları vardır.

Cehennem’e girecek İnsan ve Cinler; inkarcı oldukları için sembolik olarak bu organlarıyla idrak etmez, görmez, işitmezler. Esasında hem İnsanlar hem de Cinler, kendi boyutlarında sahip oldukları bedenleriyle yaşamlarını sürdürürler.    

Teknolojik Bakımdan

AYET: Ve gerçekten biz semaya, elbette dokunduk. O zaman onu çok güçlü bekçiler ve şihaplarla (yakıcı ışınlarla) doldurulmuş bulduk. (72:8)
AYET: Ve gerçekten biz, dinlemek için orada oturma yerlerine otururduk. Fakat şimdi, kim dinlemek isterse onu gözleyen bir şihap (ateş şulesi) bulur. (72:9)

Yukarıda yazdığım gibi; Cinlerin yabancı veya tanınmayan İnsanlar olduğu düşüncesine kulak vererek (72:8-9) ayetlerinde bahsi geçen Cinlerin bir an İnsanolduklarını düşünelim ve (72:8) ayetinde bu İnsanların yani Cinlerin semaya çıkmaya çalıştıklarını fakat çok güçlü bekçiler ve yakıcı ateşlerle karşılaştıkları ifade ediliyor.

Cinlerin İnsan oldukları düşünüldüğünde böyle bir şey İnsanlık tarafından ne zaman yaşandı veya yaşanıyor? Hele ki Kuran’ın indirildiği dönemde böyle bir şey nasıl ifade edilebiliyor? Ayetler aslında gelecekte İnsanların uzaya çıkışından ve yer ile gökyüzünü araştırmasından bahsediyorduysa indirildiği dönemde ne anlam ifade ediyordu?

AYET: (Süleyman): "Ey ileri gelenler! Onlar teslim olmak üzere bana gelmeden önce, onun arşını (tahtını) hanginiz bana getirir?" dedi. (27:38)
AYET: Canlardan (CİNNİ) İfrit: "Sen, makamından kalkmadan önce onu sana getiririm. Muhakkak ki ben, ona kuvvetle eminim." dedi. (27:39)

Süleyman’ın ordusunda öyle kimseler ve güçler vardır ki Sebe Melikesi daha teslim olmadan onun arşını (tahtını) Süleyman’a getirebilmektedirler.

(27:38) Ayetindeki “Ey ileri gelenler!” seslenişinin içine Cin topluluğu da dahildir. Yani Süleyman onlara da hitap etmektedir ki Cin topluluğundan olan İfrit, kendisine "Sen, makamından kalkmadan önce onu sana getiririm. Muhakkak ki ben, ona kuvvetle eminim." şeklinde yanıt vermiştir.

Dolayısıyla ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla SüleymanCanlarla (Cin topluluğundan olanlarla) iletişim kurabilmektedir.

Peki, İfrit bu işi nasıl başaracaktır? Eğer Cinlerin İnsan oldukları düşünülürse Süleyman’ın emrindeki Cinlerin ileri derecede teknolojik imkanlara sahip olduklarını düşünmek kaçınılmaz olacaktır.  

AYET: Ve sabah gidişi ile bir aylık, akşam gelişi ile bir aylık mesafeyi kat eden rüzgar, Süleyman içindi. Erimiş bakırı, kaynağından onun için akıttık. Ve Canlardan (CİNNİ), Rabbinin izniyle onun elinin altında çalışanlar vardı. Onlardan kim emrimizden çıkarsa ona alevli ateşin azabını tattırırdık. (34:12)
AYET: Ona dilediği şeyleri, mihraplar, heykeller, havuz gibi büyük çanaklar, sabit kazanlar yapıyorlar(dı). Ey Davud ailesi, şükrederek çalışın! Ve kullarımdan, çok şükredenler azdır. (34:13)

(34:12-13) Ayetlerine göre Rabbin izniyle Süleyman’ın emrinde çalışan Canlar vardır ve “Onlardan kim emrimizden çıkarsa ona alevli ateşin azabını tattırırdık” ifadesine göre bunlar zorla çalıştırılmaktadırlar.

Eğer yine Cinlerin İnsan olduklarını düşünürsek Süleyman’ın emrinden çıkanlara ateşin azabının tattırılması nasıl olmaktadır? Ateşe mi atılıyorlardı, lazer gibi bir silahla mı vuruluyorlardı? Öldürülüyorlar mıydı yoksa yaralanıyorlar mıydı?

Süleyman’a dilediği şeyler, mihraplar, heykeller, havuz gibi büyük çanaklar, sabit kazanlar yapıyorlarmış. Cinlerin İnsan olduğunu düşündüğümüzde bu tip maddi yapıları yapıyor olmalarında bir sıkıntı ortaya çıkmamaktadır. Ancak başka bakımlardan ayetlerde anlam bakımından uyumsuzluk ortay çıkmaktadır. 

İnanç Bakımından

AYET: Ve gerçekten biz, bir kısmımız Salihleriz ve bizden bir kısmımız bunun dışında. Biz ayrı ayrı yollarda olduk. (72:11)

Yukarıda d belirttiğim gibi; Cin toplumunda da salih olanların bulunması,Kuran’daki bütün yoldan saptırıcı İnsanların Cin sıfatıyla tanımlanmış olması”düşüncesini de bertaraf etmektedir.

CİNLER UZAYLILAR MIDIR?

Bu başlık, Cinlerin uzaylı akıllı yaratıklar olduğu düşüncesine karşılık yazılmıştır.

Yukarıda: “Her Can, bir İnsan bedenine girerek örtünmüştür. Bu anlamda olaya baktığımızda; uzaylı varlıklar dahil bütün akıllı varlıklar, bedenleri içinde nefs sahibi bir Can taşırlar.” demiştik.

Şimdi buraya kadar yazdıklarımızı bir kenara bırakıp, Cin toplumunun uzaylı akıllı varlıklar olduğunu varsayarak tekrar düşünelim:

AYET: Cinlerden (CİNNİ) bir grubu sana yöneltmiştik, Kuran’ı dinlemeleri için. Onun huzuruna geldikleri zaman “Susun, dinleyin!” dediler. Sonra bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. (46:29)
AYET: Onlar: “Ey kavmimiz! Muhakkak ki biz, Musa’dan sonra indirilen, onların elindekini tasdik eden Hakk’a ulaştıran ve Tarık-i Mustakim’e hidayet eden bir kitap dinledik.” dediler. (46:30)

Cinlerin, İnsan harici Dünya dışı uzaylılar olduğunu varsaydığımızda; muhtemelen İnsan dillerini ve de Kuran dilini bilmedikleri söylenebilir. Bilseydiler İnsan olmaları gerekirdi. Ayrıca Musa’dan sonra indirildiğini zaten daha önce bilmeleri gerekirdi.

AYET: Ve gerçekten biz semaya, elbette dokunduk. O zaman onu çok güçlü bekçiler ve şihaplarla (yakıcı ışınlarla) doldurulmuş bulduk. (72:8)
AYET: Ve gerçekten biz, dinlemek için orada oturma yerlerine otururduk. Fakat şimdi, kim dinlemek isterse onu gözleyen bir şihap (ateş şulesi) bulur. (72:9)

Cinler de İnsanlar gibi yeryüzünde bulunmaktadırlar ve yeryüzünden ayrılamamaktadırlar.

AYET: Ve onların hepsini bir araya topladığı gün: “Ey Cin (CİNNİ) topluluğu! İnsanlarla (İNSİ) sayınızı artırdınız.” Onlara dost olan İnsanlardan (İNSİ) bir kısmı şöyle dedi: “Rabbimiz, biz birbirimizden faydalandık ve Senin bize takdir ettiğin zamanın bitiş noktasına eriştik.” (Allah): “Allah’ın dilediği şey hariç; sizin barınacağınız yer ateştir, orada ebedi kalacak olanlarsınız.” buyurdu. Muhakkak ki senin Rabbin, hüküm sahibi ve en iyi bilendir. (6:128) 

(6:128) Ayetindeki “Ey Cin (CİNNİ) topluluğu! İnsanlarla sayınızı artırdınız.”
İfadesini düşündüğümüzde eğer Cinler, uzaylı akıllı varlıklar olsaydı; diğer İnsanlar onlar nasıl katılacaktır? Bunun tek mantıklı açıklaması; vefat eden İnsanların, Can haline gelerek Cin toplumuna katılıyor olmalarıdır. Böylece Cinlerin sayısı sürekli artmaktadır.

Dolayısıyla uzaylıların bedenine dahil olmuş bir Can, belki İnsan tekamülünü tamamlamış ve yeni bir tekamüle başlamış ya da tamamen farklı, İnsan ile alakası olmayan uzaylı nefsine sahip bir Candır. Ama “Cinler uzaylılardır” demek yanlış bir sonuç olmaktadır.

Cinler olsa olsa gezegenin gizli yerlerinde yaşayan İnsan harici akıllı varlıklar olabilir. Bunun da ayetlerle uyuşabileceği şartlar; bedenlerinin toprak yerine ateşten yaratılmış olması, Adem’in yaratılışından beri ve hatta öncesinde var olmaları, İnsanlık tarihini biliyor ve yakinen takip ediyor olmaları, Kuran dilini anlayabiliyor olmaları ve resuller dahil bazı İnsanlarla karşılıklı iletişime geçiyor olmalarıdır. Bu şartlar hasıl olduğunda Cinlerin, gezegenin gizli yerlerinde yaşayan ve muhtemelen farklı bir paralel boyuttan gelen İnsan harici akıllı varlıklar oldukları düşünülebilir.

SONUÇ

Buraya kadar işlediğimiz konuda en doğrusu, Cinlerin bedensiz İnsan olmaları durumudur.

Bu yüzden onlara da yaşarken İnsan resuller hitap etmiştir.  

Dünya'da fakat farklı bir boyutta yaşam sürmektedirler.

Cinlerin yabancı İnsanlar, kafir İnsanlar veya uzaylı akıllı varlıklar olmaları ise bana göre zorlama bir yorum gibi görünmektedir.

Cinler, hayalet olarak birçok defa videolara yakalanmıştır.

Konuyu daha iyi anlamak için benimle benzer yaklaşımda bulunmuş olan The Others filmini izlemenizi öneririm. 



EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_