18 Eylül 2016 Pazar

KURBAN KONUSUNDA YORUM

Kurban, insanoğlu tarihinde çok eski bir gelenek olarak yaşatılmış ve yaşatılmaya devam etmektedir.

Geleneksel İslam’da kurban, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla belirli şartları taşıyan hayvanları kesmek anlamına gelmekte ve “Kurban Bayramı” olarak yılın belirlenmiş dört gününde kutlanmaktadır. 

Kuran’da ise “Kurban Bayramı” adı altında bir bayram ve bayram olsun diye belli birkaç gün için hayvan kesme olayı yoktur. Bu uygulamalar tamamen gelenekseldir.

Kuran’da, “kurban olarak hayvan kesmek” anlamında meallendirilen kelimelere baktığımızda karşımıza HEDY, KURBAN, KALAİD, ZİBHİN, NUSUK ve VENHAR kelimeleri çıkmaktadır. Bu kelimelerin bildiğimiz anlamda kurban manasına geldiği de tartışmalıdır. Çünkü bu kelimeler Kuran’da genellikle başka anlamlarda kullanılmış fakat çok az sayıdaki bazı ayetlerde özellikle “kurban olarak hayvan kesmek” anlamında meallendirilmişlerdir. Örneğin “Kurban” kelimesi ve türevleri, Kuran’da “yakınlık”, “yaklaşmak” anlamlarında kullanılmıştır.

NOT: KURBAN KELİMESİ başlıklı yazımı okuyunuz. 


Zamanında kurban anlayışı, pagan dinlerin de etkisiyle hayvan kesimiyle ilgili yorumlanmış ise bugün de Allah’a yaklaşma yolunda para, mal, mülk, emek vs. gibi günümüz değerlerinin feda edilmesi şeklinde de yorumlanmalıdır. Olay ille de hayvan kesimi ve kan akıtılması şartına bağlanmamalıdır. Aksi şekilde bir davranış ancak geleneklerin etkisiyle insanları yönlendirme ve konuyu saptırma olacaktır. 

Nasıl ki bundan iki yüz yıl kadar önce evrenin genişlemesiyle ilgili ayeti din adamları farklı, şimdi ise farklı yorumluyorlarsa başka konulardaki bazı ayetler de geçmişte farklı, şimdi farklı yorumlanabilmelidir.

Bu konuda bir örnek verecek olursak:

Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez. (8:60)

Bu ayet, müminlere savaşa hazır olmalarını ve savaş atları hazırlamalarını öğütlemektedir. Pek tabii ki bu ayetin indiği zamanda Allah’ın resulü ve müminler, bu ayete istinaden savaş için atlar hazırlamışlardır. Ancak bugün bu ayetten anlaşılacak şey, savaş atları hazırlamak değil; günümüzün caydırıcı ve modern silahlarını hazırlamak olmalıdır. Dolayısıyla Kuran ayetleri belli bir zamana ve şartlara hapsedilmemeli; onun kıyamete dek hükümleri geçerli olacak bir kitap olmasının önü kapatılmamalıdır. Müslümanların geri kalmışlığının en büyük sebeplerinden biri budur.

Kurban kesiminin yaygın bir gelenek olarak yaşatıldığı eski zamanlarda insanlar için en değerli meta hayvanlardı. İnsanların zenginliği toprak ve hayvan sayısına göre ölçülürdü. Dolayısıyla verilebilecek en değerli mallar da bunlardı. Bunun böyle olması, o zamanların şartları ve gereklerine göre anlaşılabilir bir durumdur. Ancak aynı geleneğin günümüzde de sürdürülüyor olması, Kuran’ın bu konuda iyi anlaşılamadığının bir göstergesidir.

İBRAHİM VE KURBAN

İbrahim’den önce insanlar kurban kesmekte hatta kendi çocuklarını kurban etmekteydiler. 

Kuran’daki İbrahim kıssasında, rüya görmesi üzerine İbrahim oğlunu kurban etmeye girişmekte fakat sonuçta Allah tarafından bu işten vazgeçirilmektedir.



İbrahim Kıssası:

“Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla.”

Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik.

Çocuk kendisiyle birlikte koşup, yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, “Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı (EZBEHUKE) gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?” dedi. O da, “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın” dedi.

Nihayet her ikisi de boyun eğip, İbrahim de onu yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: “Ey İbrahim!”

“Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.”

“Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.”

Biz, boğazlanacak (ZİBHİN) fidye vererek onu kurtardık.

Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ün bıraktık. (37:100-108)

Kıssaya göre İbrahim, Allah’a dua ederek bir çocuk istemiştir. Allah da ona erkek bir çocuk bağışlamıştır.

Çocuk kendisiyle koşup, yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, önceden gördüğü rüyasını anlatmıştır. Rüyaya göre İbrahim, oğlunu boğazlamaktadır. İbrahim, çocuğa rüyasını anlattıktan sonra düşüncesini sormuştur. Çocuk da ona emrolunduğu şeyi yapmasını, kendisinin sabredeceğini söylemiştir.

Yani kıssaya göre İbrahim, rüyasında oğlunu boğazladığını görmüştür ve rüyasını gerçekleştirmeye kalkmadan önce oğlunun da düşüncesini almıştır.

Çocuğun ifadesinden, aklı başında bir yaşta olduğu anlaşılmaktadır. Ancak babasının bir rüya görmesi üzerine kendisini kesmek istemesi karşısında itiraz etmemesi hayret verici bir olay olup ya olayı anlamamıştır ya da o yaşta bile tam teslimiyettedir. Ayetteki “uysal çocuk” olarak anlamlandırılan tabir herhalde bu durumun yansıtılmasıdır.

Sonuçta İbrahim ve oğlu, rüya karşısında tam bir teslimiyetle hareket etmeye karar vermişlerdir.

İbrahim, oğlunu boğazlamak için yüz üstü yere yatırmış bir haldeyken kendisine seslenilmiştir: “Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz bu apaçık bir imtihandır.”

Bu ifadeye göre İbrahim’in, gördüğü rüyayı gerçekleştirmeye çalışması; rüyanın hükmünü yerine getirme olarak açıklanmıştır. Ve devamında bu hareketin bir iyilik olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla iyilik yapanlar mükâfatlandırılmaktadır. Zira rüyanın hükmünü son ana kadar yerine getirmeye kalkışmakla bir imtihanı başarmıştır ve böylece kendisine boğazlanacak bir fidye verilerek hem kendisi içinde bulunduğu bu zor durumdan hem de oğlu hayatını kaybetmekten kurtarılmıştır. 

İbrahim’in bu teslimiyeti, gelecek nesiller için unutulmaz bir olay olarak da kutsal kitaplardaki yerini almıştır.    

Bu kıssanın önemli bir noktası, kıssadaki ayetlerde İbrahim’in oğlunun adının zikredilmemesidir. Ancak ayetlerin devamındaki (37:112) ayetinde ise Biz onu salihlerden bir nebi olarak İshak ile de müjdeledik.” denilmekte ve rüya hükmünün konu olduğu çocuğun İsmail olduğu anlaşılmaktadır.  

Ayrıca bu kıssadan, Allah’ın İbrahim’den kurban anlamında kan istemediği; Allah’a teslimiyetinin sınandığı anlaşılmaktadır.   

HADİS VE RİVAYETLER

Allah’ın resulü Muhammed zamanına gelindiğinde de kurban kesimi önceden beri gerçekleştirilmekteydi. Dolayısıyla Allah da bunu bildiği için insanları indirdiği ayetlerle uyarmıştı:

Hayvanları da sizin için Allah’ın nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik. (22:36)

Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele. (22:37)

Allah, “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır” diyerek ‘Allah için kan dökülmesi’ anlayışını reddetmiştir. Pagan dinlerden beri süregelen Allah için kan dökülmesi ve hayvan kesimi olayını durdurmak istemiştir.

Allah’ın istediği şey, İbrahim’in oğlunu boğazlaması olayında da olduğu gibi insanların tam bir teslimiyetle Allah’ın emirlerine uymaları ve iyilik yapmalarıdır. Ancak maalesef ki Kurban Bayramı ve hayvan kesimi geleneği günümüzde de çoğunluğa uyularak devam ettirilmekte; Allah için kurban kesme anlayışı bir farz olarak yeni nesillere aktarılmaktadır.     

Pek tabii ki Müslümanlar, Allah’ın resulü Muhammed’in söz ve uygulamalarına bakmakta ve buna göre dini yaşamlarını sürdürmektedirler. Fakat buradaki en büyük sıkıntı, Allah'ın resulü Muhammed’in yaşantısıyla ilgili rivayetlerin sağlamlığı konusundadır.

Bilindiği üzere Allah’ın resulü Muhammed’e atfedilen hadisler, kendisinin vefatından iki yüz yıl kadar sonra toplanılmaya başlanmış, bazı hadisler inandırıcı olmak maksadıyla resulün kendisine veya en yakınlarına dayandırılmıştır. Ve bu iş ne Allah'ın emri ne de Allah'ın resulünün haberi olmadan yapılmıştır. Sonuçta da maalesef ki Kuran haricinde bir sürü dini kaynaklar oluşmasının ve böylece Müslümanların bölünüp, parçalanmalarının, mezhepleşmelerinin önü açılmıştır.   

Hadis konusu İslam Dini’nin en zayıf noktasıdır. Birçok Müslüman için “Peygamber efendimiz şöyle buyurdu” şeklinde başlayan ifadeler karşısında akan sular durmaktadır. Hatta bu konuda o kadar ileri gidilmiştir ki Allah'ın resulü Muhammed’e atfedilen sözler, Allah’ın sözlerinin ve ayetlerinin önüne geçmiş, Allah’ın haricinde hüküm kaynağı haline gelmiştir. İşte dini bozmak veya kendi istekleri doğrultusunda değiştirmek isteyen kimseler, bu zayıf noktayı çok iyi kullanarak rahatlıkla sızmış ve bir sürü uydurmayı, dogmayı ve pagan inanışını İslam’a sokabilmişlerdir.

Bu yetmezmiş gibi din adamları da mümkün olduğu kadar insanları Kuran’dan uzak tutmuş, çeşitli gerekçelerle Kuran’ın okunmasını ve anlaşılmasını engellemiş ve Allah ile kul arasında adeta ruhban sınıfı olmuşlardır. Böylece Kuran öncesi toplumların düştüğü hataya düşülmüştür.  

Neticede günümüz Müslümanları birbirinden kopuk, mezheplere bölünmüş olarak acınacak hallere düşmüştür. Müslümanların en büyük sıkıntısı bu noktadır.

Bugün İslami bir yaşam sürdüğünü iddia eden Müslümanların büyük çoğunluğu kendi kutsal kitaplarını bir kez bile anlayarak okumamış, okuyanlar sadece Arapça seslendirmişlerdir. Dolayısıyla Müslümanların büyük çoğunluğu kulaktan dolma bilgilerle dini bir yaşam sürmekte, biraz daha fazla dini yaşam sürmeye gayret eden kesim ise Kuran yerine bir sürü uydurma ve birbiriyle çelişen rivayetlere göre amel etmektedir. Zira Allah kitabında tersini defalarca ifade etmiş olsa da din adamları tarafından Kuran’ın eksik ve yetersiz olduğu düşüncesi insanlara empoze edilmiş, insanlar kendilerine muhtaç bırakılmıştır. 


Allah'ın hükümlerini içeren hidayet ve kurtuluş vesilesi olan Kuran ise insanoğlu tarafından yaşanmak yerine süslü kılıflara saklanarak rafa kaldırılmıştır.    

Evet, Müslümanlar Allah’ın resulünü örnek alarak tıpkı onun gibi vahye tabi olmalıdırlar. Vahye tabi olmak demek, vahyi yüzlerce yıl önceki şartlar, anlayışlar ve yorumlarla anlamak demek değildir. Vahye tabi olmak, Kuran’ı geçmişin ışığında ele alıp şimdiye ve geleceğe uyarlamak ve buna göre yeni anlamlar çıkarabilmek demektir. Ki zaten kâinatın değişim ve dönüşümü de bunu gerektirmektedir.

HAYVANLARIN ÜREME DÖNEMİ

Bütün bu anlatılanların haricinde kurban konusunda hayvanların bir de üreme dönemlerinin dikkate alınması söz konusudur. 

Hayvanların çiftleşme ve üreme zamanları belirli ve sınırlıdır. Bu zaman aralığı genellikle ilkbahar ile başlamaktadır. Bitkilerle birlikte doğa canlanmaya başlamakta, hayvanlar çiftleşmektedir. Bu Allah’ın, kâinat kitabına yazdığı değişmez bir yasadır.

Bilindiği gibi günümüzde kutlanan Kurban Bayramı, Hicri Takvim’e göre yaşatılmaktadır. Hicri Takvim ise her yıl on bir gün kaymaktadır. Dolayısıyla Kurban Bayramı dolayısıyla hayvan kesiminin, hayvanların üreme dönemlerine denk düşmesi kaçınılmazdır. Böyle bir durumda insanların “Allah istedi” diye kan akıtmak derdiyle ilkel pagan insanlar gibi hayvan kesmeleri; Allah’ın kâinat ayetlerine savaş açmaktan başka bir şey değildir. Böyle bir durumdan Allah’ın hoşnut olacağını sanmak, büyük bir akılsızlık olacaktır.     

Bundan yüzyıllarca önce kesilen hayvanların sayısı şimdiye göre makul düzeylerde olabilir. Fakat günümüzün iki milyarlık İslam Dünyası’nda bu sayı korkunç rakamlara ulaşmış boyutlardadır. Üstüne üstlük kesilen hayvanların etleri, Dünya’daki aç ülkelerin insanlarına ulaştırılamamaktadır. Halbuki amaç fakir veya aç insanları doyurmak ise örneğin açlıkla boğuşan ülkelere bu kesilen hayvanlar canlı canlı olarak üretim için gönderilseler daha faydalı olmaz mı?  

Kurban Bayramı adlı bu gelenek, adeta zenginlerin maddi güç gösterisi şekline büründürülmüş, çok küçük bir istisna kesim haricinde et ve kavurma bayramı olarak kutlanmaktadır. Sokaklarda, caddelerde kesimden kaçan hayvanlar ve onların peşinden koşan insanlar, hayvanlara eziyet ede ede kesme olayları, etrafa leş gibi yayılan hayvan artığı kokuları; günümüzde değil Müslümanlığa, insanlığa yakışmayan görüntülerdir.  

Hayvan kesenler, gerçek ihtiyaç sahiplerini yeterince aramamakta, genellikle komşular etleri birbirine vermektedir. Bazen de evinde doğalgazı, suyu, elektriği olmayan ya da kirasını ve faturalarını zorla ödeyebilen borçlu insanlara; çok daha önemli ve öncelikli ihtiyaçları varken poşet içinde et verilmektedir. Yatacak evi ve yeri olmayan, sokakta yaşamaya çalışan insanlar ise görmezden gelinmektedir. 

SONUÇ

Konuyu bu şekilde açıklamak asla hayvan kesimine karşı olmak demek değildir.

Hayvanları da sizin için Allah’ın nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik. (22:36)

Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele. (22:37)

Bu ayetlere göre hayvanlar, Allah tarafından insanoğlunun hizmetine sunulmuş canlılardır. Hayvanların insanoğlunun hizmetine verilmiş olması, Allah’ın Dini’nin önemli ve anlamlı olaylarından biridir. Bu yüzden Allah’ın adı anılmalı ve kendisine şükredilmelidir. 

İnsanoğlu hayvanları kesip, yiyebilir. İsteyen ve istemeyen fakirlere yedirebilir, yedirmelidir. Dolayısıyla Allah’a ulaşan şey kesilen hayvanların kanları değil, takva yani Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak onlardan sakınmak ve öğütlerini tutarak iyilikler yapmaktır.

Burada tekrar belirtmek gerekir ki “kurban” anlamında hayvan kesimi, tamamen geleneksel bir olgudur. Ve işin kötüsü Kuran’da anlamı ayetlerle açık olan bazı kelimeler, gelenekçi bir bakışın etkisiyle “kurban kesmek” anlamı vermek suretiyle bilinçli olarak örtülmüştür.

Hayvanlar zaten her zaman insanlığın hizmetinde kesilmekte ve yenilmektedir. Günümüz kasapları et doludur. Amaç fakirleri yedirmek ise fakirleri yedirmek niyetinde olan insanlar kasaplardan et alıp, bunu rahatlıkla yapabilirler. Ancak böyle bir ihtiyaç yok iken 'Allah böyle istedi' diye topluca hayvan kesmek yanlıştır. Çünkü Allah böyle bir şey istememiştir. Allah’ın istediği şey kan değil, 'Allah’a yaklaştıran herhangi bir şey' yani gerçek anlamda “kurban” ile insanların yardımlaşmalarıdır.

Oysaki günümüz Müslümanları olayı kan akıtmak anlamında anlamış ve bunda diretmekte; doğanın işleyişine müdahale edecek ve ekolojik dengeyi sarsacak şekilde topluca hayvan katliamı yapmaktadır. Üstelik bunun yanında Allah’ı da kan isteyen bir ilaha dönüştürmüş durumdadır.  Müslümanlar bu konuda Kuran’a ve zamanın şartlarına uymamakta; tam tersine atalar kültürüne uymaktadır.

Bunun yanı sıra insanların dini duygularını kullanıp, bundan beslenen din tacirlerinin dâhil olduğu büyük bir din sektörü ve sömürü düzeni bulanmakta olup; düzenin parçası olmuş bazı utanmaz insanlar, bu düzene karşı ortaya koyulan Kuran anlayışlarına her zaman itiraz edip, gerçek Kuran müminlerine karşı gelmeye ve onları Allah adına suçlamaya devam etmektedirler. 

Sonuç olarak hayvan kesimi ve yenilmesi konusunda anlatılanları diğer bazı ayetlerle birleştirir ve kısaca özetlersek:

Yenilmesi haram (yasaklı) yiyeceklere dikkat edilmeli, hayvanların üreme dönemlerine kesinlikle riayet edilmeli, Allah’ın adı anılmalı, hayvanlara eziyet etmeyecek şekilde kesim kurallarına uyulmalı ve gereksiz yere değil, ihtiyaç doğduğunda kesilmelidir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder