6 Şubat 2018 Salı

VE BAĞLACI

VE bağlacı, Kuran'daki ayetler içerisinde sık sık kullanılmaktadır. Yani Kuran’daki ayetlerin genelinde birden fazla VE bağlacı kullanılmıştır. Hatta öyle ki bazen gereksiz yere fazlaca kullanıldığı sanılmaktadır. Hâlbuki Kuran'da her kelime ve her harf, tam olması gereken sayıda ve yerde kullanılmıştır. Bu bağlaçlar, kendinden önceki ve sonraki ifade, açıklama veya işlerle gereklilik bağı kurmaktadır.

VE bağlacının bazı kullanımları, kendisinden önce gelen ifade ile kendisinden sonra gelen ifadeyi birbirinden ayırmakta; bazı kullanımları ise aralarında zorunlu bir bağ kurmaktadır.

Bu zorunlu bağ kuran VE bağlacıyla ilgili bazı örneklerin dikkatle incelenmesi gerekir çünkü böylece bazı önemli konuların yanlış anlaşılması önlenmiş olacaktır.

Önce konuyu daha iyi anlayabilmek için Türkçeden örnek verelim:

"Servise bin VE okula git."

Örnek cümlede VE bağlacından önceki "servise bin" emri ile  VE  bağlacından sonraki "okula git" emri ile yapılan işler, ayrı ayrı işler olmasına karşın aralarında bir anlam bağı kurulmuştur. Yani okula gitmek, servise binerek yapılacaktır.

Örneğimizi biraz daha geliştirelim:

"Tencereden sana verilen yemeği ye  VE  karnını doyur."

Bu örneğimizde de "tencereden verilen yemeği yemek" ile "karnını doyurmak" işleri ayrı ayrı işler olmasına rağmen VE bağlacı ile aralarında zorunlu bir anlam bağı kurulmuştur. Şöyle ki "karnını doyurmak" işi, "tencereden verilen yemeği yiyerek"  gerçekleştirilecektir.


Şimdi Kuran'dan bazı örnek ayetler verelim:

"Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku VE salâtı ikame et." (29:45'den alıntı.)

Bu ayette hitap edilen kişi, salâtı nasıl ikame edecektir? 

Yanıt: Kitaptan kendisine vahyedilen şeyi okuyarak... 

Görüldüğü gibi VE bağlacından önceki “Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku” emri ile “salâtı ikame et” emri arasında bağ kurulmuştur.

Fakat din adamları, salâtın ikamesinin anlamını “namaz kılmak” olarak değiştirince bu bağ kopmakta ve anlam tamamen değişmektedir. Yani “kitaptan vahyedilen şeyi okumak” ayrı “namazı kılmak” ayrı işler olmaktadır. 

VE bağlacının, kendisinden öncesini ve sonrasını birbirinden ayırmadığına; birbirine bağladığına dair başka bariz bir örnek:

Allah VE resulünden ültimatomdur. (9:1)

Bu ayette aslında Allah ve resulü ayrı ayrı ültimatom vermemekte; Allah, resulünün ağzından insanlara ültimatomunu iletmektedir. 

Aksi takdirde Allah ve resulünün ayrı ayrı ültimatom verdikleri düşünülürse ayrı birer din kurucusu ve hüküm koyucu iki zat sayılmış olurlar ki bu da büyük bir şirktir. Çünkü dinin tek sahibi ve tek hüküm koyucusu Allah'tır. Dolayısıyla resul, Allah’ın mesajını insanlara iletmektedir.

Ey iman edenler! Allah’a VE O’nun resulüne itaat edin. VE siz işitiyorken ondan yüz çevirmeyin. (8:20)

Benzer şekilde "Allah’a VE O’nun resulüne itaat edin" ifadesini içeren ayetler de bu şekilde anlaşılmalı ve Allah'a ayrı, resule ayrı itaat mantığından vazgeçilmelidir. Aksi takdirde Allah'a ve resule ayrı ayrı itaat mantığı, dinde Kuran harici kaynaklar oluşmasına ve dolayısıyla şirke yol açmaktadır. Şöyle ki Allah’a itaatten Kuran ayetlerine; resule itaatten de resulün hadis ve sünnetine uymak anlaşılmakta böylece Kuran içerisinde yer alan veya yer almayan bazı konularda dinde iki farklı hüküm koyucu ortaya çıkmaktadır.

Yine Türkçeden başka bir örnek verelim…

Direksiyon hocası, sürücü adayına: 

"Direksiyonun iki tarafından VE yere yakın kısımlarından tut."

Dediğinde, sürücü adayı direksiyonu kaç yerden tutacaktır? 

Bunun cevabı çok açıktır: İki!

VE bağlacından önceki ve sonraki kısımlar, adayın direksiyonu tam nerelerden tutacağını açıklayan tariflerdir ve aralarında anlam bağı vardır.

Şimdi yine Kuran'dan örnek verelim:

"Gündüzün iki tarafında VE gecenin gündüze yakın kısımlarında salâtı ikame et. Muhakkak ki iyilikler kötülükleri giderir." (11:114)

Din adamları, bu ayetteki VE bağlacından önceki kısım ile VE bağlacından sonraki kısımları ayırarak salat vakitlerini ikiden fazla, farklı zamanlar olarak yorumlamışlardır. Çünkü amaçları, geleneksel öğretideki 5 vakit namaz vaktini ayetlerde bulmaktır. Oysaki VE bağlacından sonraki "gecenin gündüze yakın kısımlarında" ifadesi VE bağlacından önceki  "Gündüzün iki tarafında" ifadesinin açıklamasıdır.

"Gündüzün iki tarafında"... 

“Peki, iki tarafın neresinde? 

Gündüzün içindeki iki tarafta mı, yoksa dışındaki iki tarafta mı?” Sorularının yanıtı VE bağlacından sonra açıklanmaktadır. 

Yanıt: "Gecenin gündüze yakın kısımlarında"... Yani Sabah ve Akşam vakitlerinde...

Din adamları, "gündüzün iki tarafında" ifadesinde bahsi geçen vakitler olan Sabah ve Akşam salâtlarını görmeyerek ya da göremeyerek;  geleneksel öğretideki namaz vakitlerini ayetlerle örtüştürmeye çalışmışlar ve Güneş'in doğuşundan en tepedeki konumuna kadar geçen süreyi bir taraf, en tepedeki konumundan Güneş'in batışına kadar geçen süreyi de bir taraf kabul etmişlerdir. Böylece geleneksel öğretide yer alan Öğle ve İkindi namazı zamanı olarak bilinen vakitleri gündüzün içine sokmuşlardır. Öğle ve İkindi namazı vaktini geleneksel öğretiden etkilenerek belirlemişler ama ilk tarafta yani Güneş'in doğuşundan en tepe noktasındaki konumu arasındaki zaman aralığında olması gereken namaz vaktini unutmuşlar ya da hesap etmemişlerdir. Yani kendi anlayışlarına göre gündüzün iki tarafında olması gereken namaz vakitlerini gündüzün ikinci tarafına, Öğle ve İkindi vakti namazları olarak sıkıştırmışlardır.

Başka bir örnek:

“Sorular VE zor sorular hazırlayın.”

Cümlesinin başındaki “sorular” ifadesi aslında hazırlanması gereken kolay ve zor bütün soruları kapsamaktadır fakat VE bağlacından sonra gelen “zor sorular” ifadesi, soruları hazırlayacak kişileri daha çok zor soru hazırlamaya yönlendirmektedir. Dolayısıyla bu cümledeki VE bağlacından sonraki “zor sorular” ifadesi, soruların nasıl hazırlanması gerektiğini bildirmektedir.    

Ayete bakalım:

Salâtları (SALAVATİ) VE orta/ortalama salâtını (SALATİL VUSTA) koruyun. Tam bir saygıyla Allah'ın huzurunda kıyam edin. (2:238)

(2:238) Ayetinde de benzer şekilde VE bağlacından sonraki “ortalama salat (salatil vusta)” ifadesi, salatların (salavati) ne özellikte yapılacağının açıklamasıdır. Ayet bize, “salâtları, ortalama salât olarak koruyun” demektedir.

Din adamları yine “salatil vusta” ifadesini ayrı bir salât olarak düşünmüşler ve bunu ikindi namazına yormuşlardır. Oysaki “salavati” ifadesi Arapça dili gereği zaten en az 3 vakti kapsamakta olup, bütün salâtları içermektedir. Bunlar da din adamlarının sandığı gibi 5 vakit değil, sabah ve akşam olarak günlük 2 vakit ve ilaveten bir de müminlerin bir araya gelerek topluca salât ettikleri Cuma günkü salâttır. İşte bu ayette bütün bu salatların ortalama salat şeklinde yapılması istenmektedir.

Ve onlar, Rablerine icabet ederler VE salâtı ikame ederler (EKAMUS SALATE) VE onlar, işlerini aralarında toplanıp istişare ederler VE onları rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. (42:38)


(42:38) Ayetinde Rablerine icabet eden kimseler bunu, salatın ikamesini yerine getirerek gerçekleştirirler. Yani Rabbe icabet, Rabbin vahyine yönelerek yapılacaktır. Rabbin vahyine yönelince de toplantı günü geldiğinde aralarında ayetleri müşavere edecekler ve yapılması gerekenleri belirleyeceklerdir. Bunun sonucunda da Rablerinin kendilerini rızıklandırdığı şeylerden infak edeceklerdir. Böylece nefslerini terbiye ederek arındırmaya çalışacaklar, hidayete ermiş olarak cenneti hak edeceklerdir. Görüldüğü gibi yapılması gereken bütün işler, ayetteki VE bağlaçlarıyla birbirine gereklilik olarak bağlanmıştır.

En Doğrusunu ALLAH Bilir.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

NÜSUK

-      Nüsuk Kelimesinin Sözlük Anlamı

Nüsuk kelimesine sözlüklerde ibadet şekilleri, hac, kurban gibi anlamlar verilmiş ve Kuran’daki ayetler de bu anlamlara göre meallendirilmiştir.

-      Nüsuk Kelimesinin Kuran’daki Anlamı

İnsanların hidayete ulaşabilmeleri için Allah’ın vahyiyle bildirilmiş ve örneklendirilmiş, yapılması gereken yöntem ve işlerdir.

“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize yapmamız gerekenleri (MENASİKENA) göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.” (2:128)

De ki: “Şüphesiz benim salâtım da yapmam gerekenler (NUSUKİ) de yaşamam da ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (6:162)

Her ümmet için Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye yapılması gerekenleri (MENSEKEN) oluşturduk. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele! (22:34)

Biz her ümmet için yapılması gereken yapılacakları (NASİKUHU) oluşturduk. O hâlde, din işinde seninle asla çekişmesinler. Sen Rabbine davet et. Çünkü sen hiç şüphesiz hakka götüren dosdoğru bir yol üzerindesin. (22:67)

Yukarıda örnek olarak verdiğimiz ayetlerde nusuk kelimesi ve türevleri; “ibadet yer, usul ve yolları, hac vazifeleri, kurban kesmek” şeklinde meallendirilmiştir. Bunun nedeni, dini sadece şeklen ibadet yapmaya indirgeme anlayışıdır.

-      İçerisinde Nüsuk Kelimesi ve Kelimenin Türevleri Geçen Ayetler

2. Bakara Suresi: 128, 196, 200.
6. Enam Suresi:162.
22. Hac Suresi: 34, 67.

-      Nüsuk Kelimesinin Kuran’daki Türevleri

İsim formunda kullanıldığı 4 yerde “yapılması gerekenler” anlamında geçmiştir.

“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize yapmamız gerekenleri (MENASİKENA) göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.” (2:128)

Yapmanız gerekenleri (MENASİKEKUM) bitirdiğinizde, artık atalarınızı andığınız gibi hatta ondan da kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan, “Ey Rabbimiz! Bize bu Dünya’da ver” diyenler vardır. Bunların ahirette bir nasibi yoktur. (2:200)

Her ümmet için Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye yapılması gerekenleri (MENSEKEN) oluşturduk. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele! (22:34)

Biz her ümmet için yapılması gereken (MENSEKEN) yapılacakları oluşturduk. O hâlde, din işinde seninle asla çekişmesinler. Sen Rabbine davet et. Çünkü sen hiç şüphesiz hakka götüren dosdoğru bir yol üzerindesin. (22:67)

İsim formunda kullanıldığı 2 yerde “yapılması gerekenler” anlamında geçmiştir.

Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer engellenmiş olursanız artık size kolay gelen hidayeti arayın. Bu hidayete ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olursa fidye olarak yapılacaklardan (NUSUKİN) ya siyam etmesi ya da sadaka vermesi gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, hidayet için kolayına geleni yapar. Bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman tam on gün siyam eder. Bu, ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin. (2:196)

De ki: “Şüphesiz benim salâtım da yapmam gerekenler (NUSUKİ) de yaşamam da ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (6:162)

Aktif kısım formunda kullanıldığı 1 yerde “yapılması gerekenler” anlamında geçmiştir.


Biz her ümmet için yapılması gereken yapılacakları (NASİKUHU) oluşturduk. O hâlde, din işinde seninle asla çekişmesinler. Sen Rabbine davet et. Çünkü sen hiç şüphesiz hakka götüren dosdoğru bir yol üzerindesin. (22:67)

En Doğrusunu ALLAH Bilir.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

SECDE

-      Secde Kelimesinin Sözlük Anlamı

Sözlüklerde secde; namaz kılarken alnı, el ayalarını, dizleri ve ayak parmaklarını yere getirerek alınan yere kapanma durumu şeklinde açıklanmıştır.

-      Secde Kelimesinin Kuran’daki Anlamı

Kuran’daki secde kelimesinin kullanımlarına bakıldığında secde kelimesine “yere kapanmak” anlamı vermek, çok yüzeysel yapılmış bir iş olacaktır.

Bazı örnek ayetlere bakacak olursak:

Hani meleklere, “Âdem için secde edin (USCUDU)” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen secde etmişler (FESECEDU), İblis kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. (2:34)

Meleklerin Âdem’e secdesi olayında önce meleklerin nasıl varlıklar olduğunu düşünmek ve olayı bu şekilde anlamak gerekmektedir.

Melek, melik, malik, mülk gibi kelimeler Arapça aynı kökten gelmekte olup; maddi âleme etki eden her türlü varlığı kapsamaktadır.

Örneğin malik, maddi âlemdeki herhangi bir varlığın (mülkin) sahibidir. Mülk, maddi âlemdeki varlıklardır. “Mülkün sahibi Allah’tır” denildiğinde âlemlerdeki her varlığın sahibinin Allah olduğu anlaşılmalıdır. Melek de aynı şekilde Allah tarafından insanlığın emrine ve hizmetine girmesi istenilen her türlü varlıktır.  

Meleklerin Âdem’e secde etmesi olayı; insanın yaratılışında, insan hariç diğer varlıkların insan ile nasıl bir etkileşimde bulunacaklarının dile getirilmesidir. Allah’ın emri ile bütün varlıklar Âdem’e secde etmiş yani Âdem’in emrine ve hizmetine girmişlerdir. Âdem’e secde etmekten kaçınan İblis ise Âdem’in Dünya hayatının sınav konusu olduğu için emrine girmekten kaşınmıştır. Çünkü Âdem, Dünya hayatı boyunca kendi içinde İblis ile mücadele edecektir. Dolayısıyla bu olaydaki secde, yere kapanmak demek değil, Allah’ın emriyle Âdem’in emri altına (hizmetine) girme olayıdır.       

"Şu şehre girin, orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin, secde ederek (SUCCEDEN) kapısından girin, "bağışla!" deyin… Biz de yanılmalarınızı bağışlarız, iyilere daha da artırırız" demiştik. (2:58)

Şehre girenler, Allah’ın emrine uyarak ve o şehrin yasalarını (yaşam kurallarını) kabul etmiş olarak kapısından girmişlerdir.   

“Ey Meryem! Rabbine gönülden bağlan ve secde et (USCUDU) ve rükû edenlerle beraber rükû et” demişlerdi. (3:43)

Meryem’den, Rabbine gönülden bağlanması ve O’nun emrine uyarak emrine girmesi istenmişti. Meryem, Allah’ın o zamanlar geçerli vahyini okuyup, öğreniyor yani salâtı ikame ediyordu. Allah’ın vahyine ve yaratma yasalarına bağlı, saygılı ve boynu büküktü. Kendisinden de böyle kişilerle bir arada bulunması isteniyordu. Çünkü Meryem seçilmiş bir kadındı ve İsa’yı Dünya’ya getirecekti.   

Şüphesiz Rabbin katındakiler O’na kulluk etmekten büyüklenmezler. O’nu tespih ederler ve yalnız O’na secde ederler (YESCUDUNE). (7:206)

Rabbin katındakiler sadece Rabbi yüceltir ve O’na secde ederler yani emriyle O’nun emri altına girerler.

Hani Yusuf babasına, “Babacığım! Gerçekten ben on bir gezegen, Güneş’i ve Ay’ı gördüm. Gördüm ki onlar bana secde ediyorlardı (SACİDİNE)” demişti. (12:4)

Gezegenler, Yusuf’un emrine yani yönetimi altına girmiş görünmüşlerdi ki bu rüya; babası ve kardeşlerinin kendisi yönetimi altına girmesiyle gerçekleşmişti.

Ana babasını arşın üzerine çıkardı. Hepsi ona secde ederek (SUCCEDEN)  kapandılar. Yusuf dedi ki: “Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra Rabbim beni zindandan çıkararak ve sizi çölden getirerek bana çok iyilikte bulundu. Şüphesiz Rabbim, dilediği şeyde nice incelikler sergileyendir. Şüphesiz O hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (12:100)

Yusuf’un babası ve kardeşleri, Yusuf’un emri altına girdiler.

Göklerde ve yerde kim varsa ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah’a secde eder (YESCUDU). (13:15)

Gölgelerin secde etme olayı, Allah’ın emriyle fiziksel kanunlar gereği hareket ettiklerinin göstergesidir.

Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedir (YESCUDU). Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah, kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar. (22:18)

Göklerde ve yerde olanlar, Güneş, Ay, yıldızlar, ağaçlar, hayvanlar Allah’a secde etmektedir yani O’nun emriyle O’nun emri altında varlıklarını sürdürmektedir. Fakat insanları birçoğu Allah’a secde etmişken bir kısmı da secde etmemiştir. Bu secde etmeyen kısım İblis’e uyarak onun yolundan gitmiş ve Allah’ın emrine karşı gelmişlerdir. Böylece bunlar, azabı hak etmişlerdir.

Secde; Allah'ın yazılı ve/veya yaşayan ayetlerini tasdikleyerek, kabul ederek, kabullenerek ve onlara koşulsuz teslim olarak ya Allah’ın emri gereği O’nun emrine girmek ya da yine Allah’ın emri gereği istediği bir varlığın veya bir şeyin emrine girmek demektir. Bu emre giriş, cansız varlıklar ve hayvanlar için kendilerine yüklenilmiş varlık ve/veya yaşam kurallarının yerine getirilmesi şeklinde tezahür etmektedir.

-      İçerisinde Secde Kelimesi ve Kelimenin Türevleri Geçen Ayetler

2. Bakara Suresi: 34, 58, 114, 125, 144, 149, 150, 187 ,191, 196, 217.
3. Ali İmran Suresi: 43, 113.
4. Nisa Suresi: 102, 154.
5. Maide Suresi: 2.
7. Araf Suresi: 11, 12, 29, 31, 120, 161, 206.
8. Enfal Suresi:34.
9. Tevbe Suresi: 7, 17, 18, 19, 28, 107, 108, 112.
12. Yusuf Suresi: 4, 100.
13. Rad Suresi: 15.
15. Hicr Suresi: 29, 30, 31, 32, 33, 98.
16. Nahl Suresi: 48, 49.
17. İsra Suresi: 1, 7, 61, 107.
18. Kehf Suresi: 21, 50.
19. Meryem Suresi: 58
20. Taha Suresi: 70, 116.
22. Hac Suresi: 18, 25, 26, 40, 77.
25. Furkan Suresi: 60, 64.
26. Şuara Suresi: 46, 219.
27. Neml Suresi: 24, 25.
32. Secde Suresi: 15.
38. Sad Suresi: 72, 73, 75.
39. Zümer Suresi: 9.
41. Fussilet Suresi: 37.
48. Fetih Suresi: 25, 27, 29.
50. Kaf Suresi: 40.
53. Necm Suresi: 62.
55. Rahman Suresi: 6.
68. Kalem Suresi: 42, 43.
72. Cin Suresi: 18.
76. İnsan Suresi: 26.
84. İnşikak Suresi: 21.
96. Alak Suresi: 19.

-      Secde Kelimesinin Kuran’daki Türevleri

Fiil formunda kullanıldığı 35 yerde “emre uyarak emrine girmek” anlamında geçmiştir. (Bazı ayetlerde birden fazla geçmiş.)

Hani meleklere, “Âdem için secde edin (USCUDU)” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen secde etmişler (FESECEDU), İblis kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. (2:34)

“Ey Meryem! Rabbine gönülden bağlan ve secde et (USCUDU) ve rükû edenlerle beraber rükû et” demişlerdi. (3:43)

Onların hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde gece saatlerinde ayakta duran, Allah’ın ayetlerini okuyup secde eden (YESCUDUNE) bir topluluk da vardır. (3:113)

Ve sen onların arasında olduğun zaman, onlara salâtı ikame ettireceğin zaman öyle ki onların bir kısmı seninle beraber dursun ve silahlarını da alsınlar. Böylece diğerleri secde ettikleri (SECEDU) zaman sizin arkanızda olsunlar. Ve salata katılmayan grup da gelsin, bu şekilde seninle beraber salata katılsınlar, koruma tedbirlerini ve silahlarını da alsınlar. Kâfirler silahlarınızdan ve mühimmatınızdan gaflette olmanızı ve böylece sizin üzerinize tek bir hamle ile baskın yapmayı isterler. Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız silahlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için “alçaltıcı azap” hazırlamıştır. (4:102)

Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için secde edin (USCUDU)” dedik. İblis’ten başka hepsi secde ettiler (FESECEDU). O, secde edenlerden olmadı. (7:11)

Allah, “Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten (TESCUDE) ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi. (7:12)

Şüphesiz Rabbin katındakiler O’na kulluk etmekten büyüklenmezler. O’nu tespih ederler ve yalnız O’na secde ederler (YESCUDUNE). (7:206)

Göklerde ve yerde kim varsa ister istemez kendileri de gölgeleri de sabah akşam Allah’a secde eder (YESCUDU). (13:15)

Bunun üzerine bütün melekler secde ettiler (FESECEDE). (15:30)

O: "Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın insana secde etmem (Lİ ESCUDE)" dedi. (15:33)

Göklerde ve yerde bulunan canlılar ve melekler büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler (YESCUDU). (16:49)

Meleklere: "Âdem’e secde edin (İSCUDU)" demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş (FESECEDU), o ise: "çamurdan yarattığına mı secde edeceğim (ESCUDU)?" demişti. (17:61)

Hani biz meleklere, “Âdem için secde edin (İSCUDU)” demiştik de İblis’ten başka hepsi secde etmişti (FESECEDU). İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir! (18:50)

Hani meleklere, “Âdem için secde edin (İSCUDU)” demiştik de İblis’ten başka melekler hemen secde etmişler (FESECEDU); İblis bundan kaçınmıştı. (20:116)

Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedir (YESCUDU). Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah, kimi alçaltırsa ona saygınlık kazandıracak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar. (22:18)

Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin (VESCUDU), Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. (22:77)

Onlara, “Rahman’a secde edin (USCUDU)”  “Rahman da nedir? Senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz (ENESCUDU)?” derler ve bu onların nefretini artırır. (25:60)

“Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe secde eder (YESCUDUNE) gördüm. Şeytan, onlara yaptıklarını süslü göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden de onlar doğru yolu bulamıyorlar.” (27:24)

“Göklerde ve yerde gizli olanı ortaya çıkaran, sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri bilen Allah’a secde etmesinler (LA YESCUDU) diye…” (27:25)

Derken bütün melekler topluca secde ettiler (FESECEDE). (38:73)

Allah, “Ey İblis! Ellerimle yarattığıma secde etmekten (TESCUDE) seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?” dedi. (38:75)

Gece, gündüz, güneş ve ay Allah’ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin (TESCUDU). Eğer gerçekten Allah’a kulluk ediyorsanız onları yaratan Allah’a secde edin (VESCUDU). (41:37)

Haydi, Allah’a secde edin (FESCUDU) ve O’na kulluk edin. (53:62)

Yıldız ve ağaç secde eder (YESCUDANİ). (55:6)

Gecenin bir kısmında O’na secde et (FESCUD); geceleyin de O’nu uzun uzadıya tespih et. (76:26)

Onlara Kuran okunduğu zaman secde etmiyorlar (YESCUDUNE). (84:21)

Sakın sen ona itaat etme; secde et (VESCUD) ve yaklaş. (96:19)

İsim formunda kullanıldığı 4 yerde “emre uyarak emrine girmek” anlamında geçmiştir.

Muhammed, Allah’ın resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların rükû ve secde hâlinde (SUCCEDEN), Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir. (48:29)

Gecenin bir kısmında ve secdelerin (SUCUDİ) ardından da O’nu tespih et. (50:40)

O gün işler güçleşir ve secdeye (SUCUDİ) çağrılırlar; derken güçleri yetmez. (68:42)

Gözleri düşmüş, kendilerini de zillet sarıp-kuşatmış. Oysa onlar, sapasağlam iken secdeye (SUCUDİ) davet edilirlerdi. (68:43)


Sıfat formunda kullanıldığı 2 yerde “emre uyarak emrine girmek” anlamında geçmiştir.

Hani biz beyti insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir salât yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler (SUCUDİ) için evimi tertemiz tutun.” (2:125)

Hani biz İbrahim’e, beytin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler (SUCUDİ) için temizle” diye belirlemiştik. (22:26)

İsim formunda kullanıldığı diğer 28 yerde “secde edilen yer, emre uyarak emrine girilen yer, mescit” anlamlarında geçmiştir. (Bir ayette 2 kez geçmiş.)

Allah’ın mescitlerinde (MESACİDA) onun adının anılmasını yasak eden ve onların yıkılması için çalışandan kim daha zalimdir. Böyleleri oralara ancak korka korka girebilmelidirler. Bunlar için Dünya’da rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır. (2:114)

Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Yüzünü Mescid-i Haram (MESCİDİL HARAMİ) yönüne çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun rablerinden bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir. (2:144)

Nereden yola çıkarsan çık, Mescid-i Haram’a (MESCİDİL HARAMİ) doğru dön. Bu, elbette Rabbinden gelen gerçek bir emirdir. Allah, sizin işlediklerinizden asla habersiz değildir. (2:149)

Nereden yola çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i Haram’a (MESCİDİL HARAMİ) doğru çevir. Siz de nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çevirin ki zalimlerin dışındaki insanların elinde bir koz olmasın. Zalimlerden korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu bulasınız. (2:150)

Siyam gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar, size örtüdürler siz de onlara örtüsünüz. Allah, kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye kadar yiyin, için. Sonra da geceye kadar siyamı tamamlayın. Bununla birlikte siz mescitlerde (MESACİDİ) itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, ayetlerini insanlara böylece açıklar. (2:187)

Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır. Yalnız Mescid-i Haram (MESCİDİL HARAMİ) yanında, onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir. (2:191)

Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer engellenmiş olursanız artık size kolay gelen hidayeti gönderin. Bu hidayet, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olursa fidye olarak ya siyam yapması ya sadaka vermesi ya da yararlı iş yapması gerekir. Güvende olduğunuz zaman hacca kadar umreyle faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen hidayeti verir. İmkan bulamayan kimse üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman tam on gün siyam eder. Bu, ailesi Mescid-i Haram (MESCİDİL HARAMİ) civarında olmayanlar içindir. Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın cezasının çetin olduğunu bilin. (2:196)

Sana haram şehrde savaşmayı soruyorlar. De ki: “Onda savaş büyük bir günahtır. Allah’ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın (MESCİDİL HARAMİ) ziyaretine engel olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük günahtır. Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha büyüktür. Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri Dünya’da da ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır. (2:217)

Ey iman edenler! Allah’ın işaretlerine ve haram şehre ve hidayetine ve kilidine ve Rablerinden bol nimet ve hoşnutluk isteyerek haram eve gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. Haramlılıktan çıktığınızda avlanın. Sizi Mescid-i Haram’dan (MESCİDİL HARAMİ) alıkoydular diye bir takımlarına beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva üzere yardımlaşın ama günah ve düşmanlık üzere yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir. (5:2)

De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde (MESCİDİN) yüzlerinizi doğrultun. Dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi döneceksiniz.” (7:29)

Ey Âdemoğulları! Her mescitte (MESCİDİN) ziynetinizi takının. Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (7:31)

Onlar Mescid-i Haram’dan (MESCİDİL HARAMİ) alıkoyarken ve oranın korunmasına yardımcı/dost değillerken Allah onlara ne diye azap etmesin? Oranın korunmasına yardımcı/dost olanlar ancak Allah’a karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat onların çoğu bilmez. (8:34)

Allah’a ortak koşanların Allah katında ve resulü yanında bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram’ın (MESCİDİL HARAMİ) yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız başkadır. Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece siz de onlara dürüst davranın. Çünkü Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever. (9:7)

Allah’a ortak koşanların inkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken Allah’ın mescitlerini (MESACİDA) imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedî kalacaklardır. (9:17)

Allah’ın mescitlerini (MESACİDA) ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salatı ikame eden ve zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur. (9:18)

Siz ziyaretçilere su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın (MESCİDİL HARAMİ) bakım ve onarımını; Allah’a ve ahiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimsenin görevi gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zalim topluluğu doğru yola erdirmez. (9:19)

Ey iman edenler! Allah'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a (MESCİDEL HARAME) yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (9:28)

Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, müminler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve resulüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit (MESCİDEN) yapanlar vardır. Bunlar, “Bizim iyilikten başka hiçbir kastımız yok” diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şahitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar. (9:107)

Onun içinde asla durma. İlk günden temeli takva üzerine kurulan mescit (MESCİDUN), içinde durmaya elbette daha lâyıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever. (9:108)

Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan (MESCİDİL HARAMİ) çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya (MESCİDİL AKSA) götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (17:1)

İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz; kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelince yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide (MESCİDE) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye…  (17:7)

Böylece biz, onların hâlinden haberdar ettik ki Allah’ın vaadinin hak olduğunu ve kıyametin gerçekleşmesinde de hiçbir şüphe olmadığını bilsinler. Hani onlar, aralarında onların durumunu tartışıyorlardı. (Bazıları), “Onların üstüne bir bina yapın, Rableri onların hâlini daha iyi bilir” dediler. Duruma hâkim olanlar ise “Üzerlerine mutlaka bir mescit (MESCİDAN) yapacağız” dediler. (18:21)

İnkâr edenler ile Allah’ın yolundan ve içinde yerli, misafir bütün insanları eşit kıldığımız Mescid-i Haram’dan (MESCİDİL HARAMİ) alıkoyanlar (azabı hak etmişlerdir.) Kim de orada zulmederek haktan sapmak isterse biz ona elem dolu bir azaptan tattıracağız. (22:25)

Onlar hak etmedikleri halde sadece “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanları diğer bazılarıyla defetmesi olmasaydı; içlerinde Allah’ın ismi çok anılan savunmalar ve alışverişler ve salâtlar ve mescitler (MESACİDU) muhakkak yıkılırdı. Şüphesiz ki Allah, kendisine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. (22:40)

Onlar, inkâr edenler ve sizi Mescid-i Haram’ı (MESCİDİL HARAMİ) ziyaretten ve bekletilen hidayetleri yerlerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle inanmış kadınları bilmeyerek ezmeniz ve böylece size bir eziyet gelecek olmasaydı... Allah, dilediğini rahmetine koymak için böyle yapmıştır. Eğer inananlarla inkârcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, onlardan inkâr edenleri elem dolu bir azaba uğratırdık. (48:25)

Andolsun Allah, resulünün rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a (MESCİDEL HARAME) gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi. (48:27)

“Şüphesiz mescitler (MESACİDE) Allah’ındır. O hâlde Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin.” (72:18)

İsim formunda kullanıldığı diğer 18 yerde “emre uyarak emrine girmek” anlamında geçmiştir.

"Şu şehre girin, orada dilediğiniz gibi, bol bol yiyin, secde ederek (SUCCEDEN) kapısından girin, "bağışla!" deyin… Biz de yanılmalarınızı bağışlarız, iyilere daha da artırırız" demiştik. (2:58)

Kesin söz vermeleri için Tur dağını üzerlerine yükselttik ve: "Secde ederek (SUCCEDEN) kapıdan girin" dedik. Onlara yine: "Cumartesi günleri sınırı aşmayın" dedik ve kendilerinden sağlam bir söz aldık. (4:154)

Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için secde edin (SCUDU)” dedik. İblis’ten başka hepsi secde ettiler (FESECEDU). O, secde edenlerden (SACİDİNE) olmadı. (7:11)

Sihirbazlar ise secde edenlerden (SACİDİNE) oldular. (7:120)

Onlara: "Şu şehirde oturun, dilediğiniz gibi yiyip, için, "affet!" deyin ve secde ederek (SUCCEDEN) kapısından girin… Biz de yanılmalarınızı bağışlarız. İyi davrananlara daha da artıracağız" denmişti. (7:161)

Bunlar, tövbe edenler, kulluk edenler, hamdedenler, siyam edenler, rükû ve secde edenler (SACİDUNE), iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Müminleri müjdele. (9:112)

Hani Yusuf babasına, “Babacığım! Gerçekten ben on bir gezegen, Güneş’i ve Ay’ı gördüm. Gördüm ki onlar bana secde ediyorlardı (SACİDİNE)” demişti. (12:4)

Ana babasını arşın üzerine çıkardı. Hepsi ona secde ederek (SUCCEDEN)  kapandılar. Yusuf dedi ki: “Babacığım! İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra Rabbim beni zindandan çıkararak ve sizi çölden getirerek bana çok iyilikte bulundu. Şüphesiz Rabbim, dilediği şeyde nice incelikler sergileyendir. Şüphesiz O hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (12:100)

Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için hemen secde edin (SACİDİNE)” demişti. (15:29)

Ancak İblis, secde edenlerle (SACİDİNE) beraber olmaktan kaçındı. (15:31)

Dedi: “Ey İblis! Secde edenlerle (SACİDİNE) beraber olmamandaki maksadın ne?” (15:32)

O hâlde, Rabbini hamd ile tespih et ve secde edenlerden (SACİDİNE) ol. (15:98)

İşte bunlar, Âdem’in ve Nuh ile beraber bindirdiklerimizin soyundan, İbrahim’in, Yakup’un ve doğru yola iletip seçtiklerimizin soyundan kendilerine nimet verdiğimiz nebilerdir. Kendilerine Rahman’ın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak kapanır, secde ederlerdi (SUCCEDEN). (19:58)

Bunun üzerine sihirbazlar derhal secde ettiler (SACİDİNE). (26:46)

Secde edenler (SACİDİNE) arasındaki dolaşmanı da… (26:219)

Bizim ayetlerimize ancak kendilerine bu ayetlerle öğüt verildiği zaman secde edip (SUCCEDEN), kapanan; kibirlenmeksizin Rablerine hamd ederek tespih edenler inanırlar. (32:15)

“Onu şekillendirip içine ruhumdan üflediğim zaman onun için secde edin (SACİDİNE).” (38:72)

Geceleyin secde ederek (SACİDEN) ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetini dileyen kimse inkâr eden kimse gibi olur mu? De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alırlar." (39:9)

Sıfat formunda kullanıldığı diğer 5 yerde “emre uyarak emrine girmek” anlamında geçmiştir.

Allah’ın yarattığı şeyleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri Allah’a secde ederek (SUCCEDEN) ve tevazu ile boyun eğerek sağa ve sola dönmektedir. (16:48)

De ki: İster inanın, ister inanmayın; bundan önce kendilerine bilgi verilenlere okunduğunda onlar yüzüstü kapanıp, secde ediyorlar (SUCCEDAN). (17:107)

Sihirbazlar hemen secdeye ettiler (SUCCEDEN) ve “Harun ve Musa’nın Rabbine inandık” dediler. (20:70)

Onlar evlerinde, Rablerine secde ederek (SUCCEDEN) ve kıyam ederek dururlar. (25:64)


Muhammed, Allah’ın resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler. Onların rükû ve secde hâlinde (SUCCEDEN), Allah’tan lütuf ve hoşnutluk istediklerini görürsün. Onların secde eseri olan alametleri yüzlerindedir. İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler. Allah, kendileri sebebiyle inkârcıları öfkelendirmek için onları böyle sağlam ve dirençli kılar. Allah, içlerinden iman edip salih amel işleyenlere bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir. (48:29)

En Doğrusunu ALLAH Bilir.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_