27 Aralık 2015 Pazar

SUHUF (SAD-HA-FA) KELİMESİ

AYET: “Bize Rabbinden bir ayet getirse olmaz mı?” dediler. Evvelki sayfalarda (SUHUFİL) beyyineler onlara gelmedi mi? (20:133)

(20:133) Ayetinden, daha önce de sahifeler gönderildiğini anlıyoruz. Bu sahifeler, üzerinde ilahi vahiy bulunan sayfalardadır. 

AYET: Onların etrafında altından tepsiler (SIHAFİN) ve kadehlerle dolaşılır. Ve orada nefslerin iştahlandığı ve gözlerin lezzet aldığı şeyler vardır. Ve siz orada ebediyen kalacak olanlarsınız. (43:71)

Cennet'ten bahsedildiği için "Suhuf" kelimesinin türevi olan "sıhafin" kelimesi bu ayette "tepsi" olarak çevrilmiş.  

AYET: Yoksa Musa’nın (SUHUFİ) sayfalarında olan şeylerden ona haber verilmedi mi? (53:36)

(53:36) Ayetine göre Musa'ya sayfalar verilmiş.

AYET: Hayır, onların hepsi kendileri için yazılmış sayfalar (SUHUFEN) gelmesini ister. (74:52)

İnkarcılar sürekli kendilerine özel yazılmış sayfalar istiyorlar.

AYET: Hayır, muhakkak ki O bir Zikir’dir. (80:11)
AYET: Artık dileyen kimse, O’nu zikreder. (80:12)
AYET: O, mükerrem sayfalardadır (SUHUFİN). (80:13)
AYET: Yüceltilmiş, arındırılmış. (80:14)
AYET: Sefirlerin elleri ile. (80:15)
AYET: Kerim olan sadıkların. (80:16) 

Kuran zikirdir ve şerefli, yüce, şerefli sayfalardadır. 

AYET: Ve sayfalar (SUHUFU) açıldığı zaman. (81:10)

Hesap gününde açılan sayfalar.

AYET: Muhakkak ki bu, evvelki sayfalarda (SUHUFİL) da elbette var. (87:18)
AYET:  İbrahim’in ve Musa’nın sayfalarında (SUHUFİ). (87:19)

Kuran'ın mesajı, İbrahim'in ve Musa'ya verilen sayfalarda da mevcuttur. 

Peki, bu sayfalardan kasıt nedir?

AYET: Allah’tan gönderilen resul, tertemiz sahifeleri (SUHUFEN) okur. (98:2)
AYET: İçinde temel, değişmez hükümler yazılı olan kitaplardır. (98:3)



EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

19 Aralık 2015 Cumartesi

VE BAĞLACI KONUSUNDA YORUM

VE bağlacı, Kuran'daki ayetler içerisinde sık sık kullanılır. Hatta öyle ki bazen gereksiz yere fazlaca kullanıldığını düşünürüz. Halbuki Kuran'da her kelime ve her harf, tam olması gereken sayıda ve yerde kullanılmıştır.

VE bağlacının bazı kullanımları, kendisinden önce gelen ifade ile kendisinden sonra gelen ifadeyi birbirinden ayırır gibi görünse de Kuran'ın genelinde iki ifade arasında zorunlu bir bağ kurar.

Bu zorunlu bağ kuran VE bağlacıyla ilgili bazı örneklere bakalım...

Önce konuyu daha iyi anlayabilmek için Türkçeden örnek verelim:

"Servise bin VE okula git."

Örnek cümlede VE bağlacından önceki "servise binmek" ile VE bağlacından sonraki "okula gitmek" işleri ayrı ayrı şeyler olmasına karşın aralarında bir anlam bağı kurulmuştur. Yani okula gitmek, servise binerek yapılacaktır.

Örneğimizi biraz daha geliştirelim:

"Tencereden sana verilen yemeği ye VE karnını doyur."

Bu örneğimizde de "tencereden verilen yemeği yemek" ile "karnını doyurmak" işleri ayrı ayrı şeyler olmasına rağmen VE bağlacı ile aralarında zorunlu bir anlam bağı kurulmuştur. Şöyle ki "karnını doyurmak" işi, "tencereden verilen yemeği yiyerek" gerçekleştirilecektir.

Şimdi Kuran'dan bazı örnek ayetler verelim:

"Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku VE salatı ikame et." (29:45'den alıntı.)

Bu ayette hitap edilen kişi, Salatı nasıl ikame edecektir? 

Yanıt: Kitaptan kendisine vahyedilen şeyi okuyarak...


VE bağlacının, kendisinden öncesini ve sonrasını birbirinden ayırmadığına; birbirine bağladığına dair bariz bir örnek:

Allah VE resulünden ültimatomdur. (9:1)

Bu ayette Allah ve resulü ayrı ayrı ültimatom vermemekte; Allah, resulünün ağzından insanlara ültimatomunu iletmektedir.


Aksi takdirde Allah ve resulünün ayrı ayrı ültimatom verdikleri düşünülürse ayrı birer din kurucusu ve hüküm koyucu iki zat sayılmış olurlar ki bu da büyük bir şirktir. Çünkü dinin tek sahibi ve tek hüküm koyucusu Allah'tır.

Ey iman edenler! Allah’a VE O’nun Resûl’üne itaat edin VE siz işitiyorken ondan yüz çevirmeyin. (8:20)


Benzer şekilde "Allah VE resulüne itaat edin" ifadesini içeren ayetler de bu şekilde anlaşılmalı ve Allah'a ayrı, resule ayrı itaat mantığından vazgeçilmelidir. Aksi takdirde Allah'a ve resule ayrı ayrı itaat mantığı, dinde Kuran harici kaynaklar oluşmasına ve dolayısıyla şirke yol açmaktadır.

Yine Türkçeden örnek verelim:

Direksiyon hocası, sürücü adayına:

"Direksiyonun iki tarafından VE yere yakın kısımlarından tut."

dediğinde, sürücü adayı direksiyonu kaç yerden tutacaktır?

VE bağlacından önceki ve sonraki kısımlar, adayın direksiyonu tam nerelerden tutacağını açıklayan tariflerdir ve aralarında anlam bağı vardır.

"Direksiyonun iki tarafından VE yere yakın kısımlarından tut" ifadesine göre direksiyon üzerinde, alttaki iki kırmızı bölüm sürücü adayının direksiyonu tutması gereken yerlerdir.

Şimdi yine Kuran'dan örnek verelim:

"Gündüzün iki tarafında VE gecenin gündüze yakın kısımlarında salatı ikame et. Muhakkak ki iyilikler kötülükleri giderir." (11:114)

Din adamları, bu ayetteki VE bağlacından önceki kısım ile VE bağlacından sonraki kısımları ayırarak salat vakitlerini ikiden fazla farklı zamanlar olarak düşünmüşlerdir. Oysa ki VE bağlacından sonraki "gecenin gündüze yakın kısımlarında" ifadesi, VE bağlacından önceki  "Gündüzün iki tarafında" ifadesinin açıklamasıdır.


"Gündüzün iki tarafında"... Peki neresinde? 

Gündüzün içindeki iki tarafta mı, yoksa dışındaki iki tarafta mı?

Yanıt: "Gecenin gündüze yakın kısımlarında"... Yani Sabah ve Akşam vakitlerinde...

Bu ayet, sadece 2 vakit salatı bize ifade etmektedir.



Din adamları, "gündüzün iki tarafında" ifadesinde bahsi geçen vakitler olan Sabah ve Akşam salatlarını görmeyerek; geleneksel öğretideki namaz vakitlerini ayetlerle örtüştürmeye çalışmışlar ve Güneş'in doğuşundan en tepedeki konumuna kadar geçen süreyi bir taraf, en tepedeki konumundan Güneş'in batışına kadar geçen süreyi de bir taraf kabul etmişlerdir. Böylece geleneksel öğretide yer alan Öğle ve İkindi namazı zamanı olarak bilinen vakitleri gündüzün içine sokmuşlardır. 

Öğle ve İkindi namazı vaktini geleneksel öğretiden etkilenerek belirlemişler ama ilk tarafta yani Güneş'in doğuşundan en tepe noktasındaki konumu arasındaki zaman aralığında olması gereken namaz vaktini unutmuşlar ya da hesap etmemişlerdir. Yani kendi anlayışlarına göre gündüzün iki tarafında olması gereken namaz vakitlerini gündüzün ikinci tarafına, Öğle ve İkindi vakti namazları olarak sıkıştırmışlardır.


NOT: Salat ve Salat vakitleri hakkında daha detaylı bilgi için SALAT KONUSUNDA YORUM başlıklı yazımı okuyunuz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_





18 Aralık 2015 Cuma

EŞ SAYISI KONUSUNDA YORUM

Müslümanlar içerisinde, savaş veya çeşitli gerekçelerle çok eşli evlilik yapılabileceğine dair yaygın bir inanç vardır. Bu inancın temelinde, diğer birçok konuda da olduğu gibi Kuran yerine rivayet kültürü vardır.

Konuyu Kuran çerçevesinde inceleyelim:

ALLAH'IN SÜNNETİ (YASASI) 

Daha önce geçmiş olanlar hakkında Allah’ın sünneti (kanunu) budur. Ve Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın. (33: 62)
Bu ayetteki "Allah’ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın" ifadesi geneldir.
 Bu sünnet yani yasalar hem kainatın yaratılışından yok oluşuna kadar olan bütün tabiat kanunlarını hem de Kuran'da bahsedilen Resuller de dahil bütün müminlerin yaşam tarzlarını kapsar.


Dolayısıyla Allah'ın Dini'nde, diğer konularda olduğu gibi eş sayısı konusunda da en başta kural ne ise en sonunda da o olması gerekir.


Allah, sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan[238] var edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a, “Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız” diye dua ederler. (7:189)

 “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” (7:19)


EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

NEFS KONUSUNDA YORUM

YAZILACAK

FAİZ KONUSUNDA YORUM

YAZILACAK

TALAK KELİMESİ

YAZILACAK

12 Aralık 2015 Cumartesi

HAYIR VE ŞER KONUSUNDA YORUM

YAZILACAK

NESH KONUSU HAKKINDA YORUM

ŞEHR-İ RAMAZAN KONUSUNDA YORUM


Kuran içerisindeki savm kelimesinin geçtiği bütün ayetlere bakıldığında savmın daha çok dışarıdan gelebilecek zararlara karşı bir korunma ve izolasyon durumu olduğu anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda Şehr-i Ramazan ve içerisindeki savm ile ilgili ayetleri yorumlayacak olursak burada söz konusu olan savmın da yine dışarıdan gelebilecek bir zarardan korunmaya yönelik bir önlem olduğu anlaşılacaktır.

Ey iman eden kimseler! Sizden önceki kimselerin üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de korunma (SİYAMU) yazıldı. Umulur ki siz kurtulursunuz. (2:183)

(2:183) Ayetinden anlaşılacağı üzere daha önceki kişilerin de korunmaları söz konusu olmuş ve onlar da korunmuşlardır. Peki, bizden önceki kimseler ne zaman ve nasıl savm yapmışlardır?

Sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta veya yolculukta olursa (korunamadığı günler süresi kadar) başka günlerde… Gücü yeten kimselerin bir yoksulu doyuracak fidye vermesi gerekir. Artık kim gönülden bir iyilik yaparsa o kendisi için hayırlıdır. Ve eğer bilirseniz korunmanız (TESUMU) sizin için daha hayırlıdır. (2:184)

(2:184) Ayetine göre bu korunma sayılı günlerdedir. “Sayılı günler” yani “eyyamen madudat” ifadesi Arapça dilinde bir tamlama olup; en az 3, en çok 10 günü ifade etmektedir. Ancak Şehr-i Ramazan ifadesinin “Ramazan Ayı” olarak bilinmesinden dolayı gelenekte 1 ay olarak uygulanmaktadır. 

Kuran'da "Eyyamen madudat" (sayılı günler) ifadesinin geçtiği başka ayetler de vardır ve bu ayetlerin tamamında bu ifade "birkaç gün" olarak Türkçeye çevrilmiştir. 

Sayılı günlerde (EYYAMEN MADUDAT) ALLAH’I anın. Kim iki gün içinde acele edip,  dönerse ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Bu, ALLAH’A karşı gelmekten sakınanlar içindir. ALLAH’A karşı gelmekten sakının ve onun huzurunda toplanacağınızı bilin. (2:203)

Peki, sayılı günler kaç gün olabilir?

Bir de dediler ki: “Sayılı bir kaç gün (EYYAMEN MADUDAT) dışında cehennem ateşi bize dokunmaz. ” De ki: “Siz Allah katından bir söz mü aldınız? Öyle ise Allah asla sözünden caymaz. Yoksa sizler Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?” (2:80)

Çünkü onlar, "Cehennem sayılı bir kaç günün (EYYAMEN MADUDAT) dışında bize dokunmayacak," dediler. Uydurdukları şeyler onları dinlerinde böylece yanıltmıştır. (3:24)

Örnek ayetlerde görüldüğü gibi sadece Şehr-i Ramazan durumunda konuyu 30 gün olarak algılamak, Kuran'ı şartlanmış bir bakış açısıyla okumanın bir sonucudur. 

(Söz konusu sayılı günlerin (2:196) ayetindeki “Hidayet bulamayan kimse Hac’da üç gün, döndüğünüz zaman yedi gün korunsun (FESİYAMU). Tamamı on gündür.” ifadesiyle bağlantılı olduğu düşünülebilir. Zira Kâbe’nin Dünya gezegenini sembolize eden bir yapı olduğunu düşündüğümden gerçek Hac’cın doğum yoluyla Dünya hayatına geliş olduğu kanaatindeyim.)  

Şehr-i Ramazan ki onda hidayet rehberi olarak insanlara hidayeti ve doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyi açıklayan Kuran indirilmiştir. İçinizden kim bu şehre şahit olursa korunsun (FEL-YESUMHU).    Kim hasta veya yolculukta olursa (korunamadığı günler süresi kadar) başka günlerde… ALLAH sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Size doğru yolu gösterdiğinden dolayı sayıyı tamamlamanızı ve ALLAH’I yüceltmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz. (2:185)

Peki, savm dışarıdan gelebilecek bir zarardan korunmaya yönelik bir önlem ise Şehr-i Ramazan nedir ve ne zamandır?

Şehr kelimesi sözlüklerde; zaman olarak “ay”, yerleşim yeri olarak “kent, şehir, yerleşke”, durum olarak “açığa vurma, teşhir etme” anlamlarına gelmektedir. 

Şehr kelimesini alimler, "bir şeyin sınırı aşması, insanlarca bilinecek ölçüde ortaya çıkması, bir işin açık olması, gizli işlerin gizliliğinin kalkıp açığa çıkması"  anlamlarında açıklamışlardır. Alimlere göre gökteki ayın adı "Şehr"dir. Bu ad ona, şöhreti ve açıkta oluşu nedeniyle verilmiştir. 

"Şehr" kelimesinin bir şeyi açığa çıkarmak manası da vardır. Araplarda gökte görünen Ay'a "şehr" dendiği bilindiğinden Şehr-i Ramazan'ın, yılın en sıcak dönemindeki Dolunay vakti olduğuna dair yorumlar da vardır.  

Şehr kelimesi Kuran'da tek başına geçtiği yerlerde süre olarak takvimdeki ayı ifade etse de Şehr-i Ramazan, Şehr-i Haram gibi kullanıldığı tamlamalarda başka kavramlara karşılık gelmektedir.  

Ve Ay’a konaklar (MENAZİLE) tayin ettik. Nihayet eski/kuru hurma dalına benzer bir hale geldi. (36:39)

Şehr kelimesi; Dünya yörüngesinde hurma dalı şeklinde dönen Ay’ın burgu yaptığı döngü yerlerine verilen isimdir. Yani Ay’ın Dünya yörüngesinde burgu yaptığı noktaların ismidir. İki “şehr” noktasının arası yaklaşık 29,5 gündür ve bir yılda toplam 354 gün vardır. Türkçeye de “yerleşim yeri, yerleşke”  olarak geçmiştir. Şehr-i İstanbul yani İstanbul Yerleşkesi şeklindeki kullanımı buna örnek olarak gösterilebilir. 

Şüphesiz ALLAH Katı’nda gökleri ve yeri yarattığı günden beri ALLAH’IN Kitabı’nda ayların (ŞUHURİ) sayısı oniki aydır (ŞEHREN). Bunlardan dördü haramdır (HURUMUN). İşte bu en doğru bir hesaptır. Öyle ise onların içinde kendinize zulmetmeyin. Müşrikler nasıl ki sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlara karşı topyekün savaşın. Bilin ki ALLAH takvâ sahipleriyle beraberdir. (9:36) 

(9:36) Ayetinde ayların (şehr) sayısının 12 olduğu ve bunlardan 4 tanesinin haram aylar olduğu belirtilmektedir. Fakat hangi 4 ayın haram yani yasaklı olduğu belirtilmemiştir.   

Geleneksel öğretiye göre (9:36) ayetinde belirtildiği gibi yılın ayları sayısının 12 olduğu ve Şehr-i Ramazan’ın da 30 günlük bir ay olduğu bilindiğinden oruç tutulacak sayılı günler (eyyamen madudat) 30 gün olarak belirlenmektedir. 

Pek tabii ki ayetten ilk edindiğimiz bilgiye göre hem Güneş (Miladi) hem de Ay (Hicri) takvimlerine göre bir yılda 12 ay vardır ve bunu bütün insanlar bilmektedir. Kuran'da bu aylardan (şehr) sadece bir tanesinin ismi verilmiştir: Şehr-i Ramazan… 

İslami takvim hicreti başlangıç kabul etmiş fakat hicretten çok sonraları,  Ömer'in halifeliği döneminde ihtiyaçlara binaen ekonomik gerekçelerle oluşturulmuş bir takvimdir. Yani Muharrem, Safer, Rebiülevvel, Rebiülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade, Zilhicce şeklindeki ay adları sonradan verilen isimlerdir. Bu ay isimlerinden sadece bir tanesi yani “Ramazan” Kuran’da yer almaktadır.

Kuran “Şehr-i Ramazan” adlı bir aydan bahsettiği sırada Dünya üzerinde hiçbir takvimde “Ramazan” adlı bir ay yoktur. Kaldı ki Kuran’ın inzalinden öncekilere de farz kılınmış olan orucun (savmın), bizden önceki nesiller tarafından hangi ayda tutulduğu meçhuldür...

Dolayısıyla her ne kadar “şehr” kelimesi tek başına kullanıldığı ayetlerde süre olarak takvimdeki aylardan bahsediyor olsa da ALLAH, “Şehr-i Ramazan” derken takvimdeki bir aydan değil, insanların hayatındaki yerleşik bir sıkıntı döneminden bahsediyor olabilir. 

Şiddetli sıcak anlamındaki “ramaz/ramza”dan gelen “ramazan” kelimesi ise şiddetli sıcakla bağlantılı olarak sıkıntı, buhran, kavuran, bunalım vs. gibi anlamlara gelmektedir. Örneğin “ramaz” kelimesi, “Güneş'in sıcaklığının şiddetinden taşların sıcaklaması” olarak açıklanmaktadır. Okun ucunu iki taş arasında incelmesi için iki taş arasında dövmeye "ramd", inceltilmiş ok ucuna "ramid" denilmektedir. 

Şehr-i Ramazan ifadesi, takvimdeki bir ayın ismi olarak düşünüldüğü ve savmın da oruç tutma anlamına geldiği düşünüldüğünden her sene oruç tutulması gereken bir aylık süre olarak anlaşılmıştır.

Halbuki (2:185) ayetindeki, "İçinizden kim bu şehre şahit olursa korunsun (FEL-YESUMHU)." ifadesi bu şehrin her sene oruç tutulacak bir ay olmadığının göstergesi gibidir. Öyle olsaydı, "Her sene Ramazan Ayı geldiğinde oruç tutun" denilmesi gerekirdi. Zira Şehr-i Ramazan, herkesin aynı anda şahit olamayabileceği bir durumdur ki kimler şahit olursa onlar korunacaktır. Hatta onların Şehr-i Ramazan'a aynı zamanda şahit olmaları da şart değildir.

Esasında Şehr-i Ramazan, belirgin ve yerleşik bir sıkıntı dönemidir. Dolayısıyla yerleşik sıkıntı dönemi bütün insanların aynı zamanda oruç tutacakları bir ay değildir. Zaten ayet bize, "Her Ramazan Ayı'na ulaştığınızda onu oruçlu geçirin" dememekte; "Kim Ramazan Ayı'na şahit olursa onu oruçlu geçirsin" demektedir. (Orucun ise savm kelimesiyle ne anlama geldiğini gördük.) Yani Şehr-i Ramazan, her insanın topluca veya bireysel olarak hayatta karşılaşabileceği işin içinden çıkılmaz, kronik bir sıkıntı halidir ve dönemidir.

Kuran’da bu şekilde, resuller ve müminlerle ilgili yerleşik sıkıntı dönemleri pek çoktur fakat özel birer örnek olarak Zekeriya ile Meryem’i gösterebiliriz. Birisi erkekler için diğeri kadınlar için iyi birer örnektir...

Hani o, Rabbine gizlice seslendiği zaman… (19:3)
“Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben Sana dua etmekle hiç mutsuz olmadım” demişti. (19:4)
“Doğrusu ben arkamdan gelecek yakınlarım adına endişe edip, korkuya kapıldım. Benim karım da bir kısırdır. Artık bana Kendi katından bir yardımcı armağan et. (19:5)
Bana da Yakupoğulları’na da mirasçı olsun. Rabbim! Onu, hoşnutluğunu kazanan biri eyle!" (19:6)

Zekeriya çok yaşlanmış ve karısı da artık çocuk doğuramayacak durumdadır. Yani çocuk yapma durumları ortadan kalkmış ve peygamberlik zinciri kesilmiş durumdadır yani işin içinden çıkılmaz bir sıkıntı durumu söz konusudur. 

Ey Zekeriya! Biz sana bir oğul müjdeleriz ki onun adı Yahya'dır. Daha önce ona kimseyi adaş yapmadık.
“Rabbim!” dedi; “Karım kısır olduğu, ben de ihtiyarlığın son sınırına vardığım halde benim nasıl oğlum olabilir?”
“Öyledir”, dedi. “O bana kolaydır. Daha önce sen hiçbir şey değilken seni de yaratmıştım” buyurdu.
“Rabbim, öyleyse bana bir işaret ver” dedi. ALLAH da “Senin işaretin, sapasağlam olduğun hâlde insanlarla üç gece konuşamamandır” dedi.
Bunun üzerine Zekeriya, mabetten kavminin karşısına çıkarak onlara: “Sabah-akşam tespihte bulunun” diye işaret verdi. (19:7-11)

Zekeriya bu durumda üç gece insanlarla konuşamamış yani adeta insanlardan uzaklaştırılmış, iletişimi kesilmiştir.         

Böylelikle Ona gebe kalıvermiş sonra onunla ıssız ve uzak bir yere çekilmişti. (19:22)
Derken doğum sancısı onu bir hurma ağacına dayanmaya sürükledi de o zaman, “Keşke bu durum başıma gelmeden önce ölseydim de unutulup, gitseydim!” dedi. (19:23)
Alt tarafından ona şöyle seslenmişti: "Hüzne kapılma, Rabbin senin altında bir kaynak var etti." (19:24)
“Hurma dalını da kendine doğru salla; üzerine henüz yeni olgunlaşmış taze hurma dökülüversin.”(19:25)
Artık ye, iç; gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan de ki: "Ben Rahman’a savm adadım, bugün asla hiç kimseyle konuşmayacağım." (19:26)

Meryem, eline erkek eli değmediği halde hamile kalmıştır. Bu durumu insanlara nasıl anlatacaktır? Üstelik içinde bulunduğu halkın gözünde evlilik dışı zina yapmış ve çocuk doğuracaktır. Bu da işin içinden çıkılmaz sıkıntılı bir durumdur ki bu hüznü, “Keşke bu durum başıma gelmeden önce ölseydim de unutulup, gitseydim!” şeklinde dilinden dökülmüştür. Çünkü bulunduğu topluma bu durumunu açıklayama imkanı yoktur zira eline erkek eli değmeden hamile kaldığını insanlara nasıl inandıracaktır? Ayrıca evlilik dışı bir ilişki yani zina ile suçlanacağı için taşlanarak öldürülme tehlikesi vardır. İşte böyle bozuk bir psikoloji içinde insanlardan korunmak için uzak bir yere çekilmiş ve insanlarla konuşmayacağını ifade etmiştir. Gerçekten de devam eden ayetlere göre insanlar Meryem'in hamile kaldığını ve evlilik dışı bir çocuk doğurduğunu görünce çok kötü bir şekilde kendisini eleştirmişlerdir.

Bütün bu ayetlerin ışığında günümüzde Şehr-i Ramazan’ın daha iyi anlaşılabilmesi için en güzel örnek “pandemik salgın” olarak nitelenmiş olan “Covid-19” salgınıdır.  

Ayetleri bu şekilde yorumlayacak olursak:

Sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta veya yolculukta olursa (korunamadığı günler süresi kadar) başka günlerde… Gücü yeten kimselerin bir yoksulu doyuracak fidye vermesi gerekir. Artık kim gönülden bir iyilik yaparsa o kendisi için hayırlıdır. Ve eğer bilirseniz korunmanız (TESUMU) sizin için daha hayırlıdır. (2:184)

Pandemik (küresel) bir salgın olan Covid-19 da (sayısı belli olmayan) sayılı günler boyunca sürecektir. Burada söz konusu olan savm bir yememe, içmeme olayı değil; virüs tehlikesinden gelebilecek zarardan korunma olayıdır.

Daha önceden hasta olup da virüsten etkilenecek hastaların doktorlar tarafından ilaçlarına devam etmeleri ama sonrasında kendilerini karantinaya almaları telkin edilmiş; yolculukta olanlar da özellikle yurtdışından evlerine döndüklerinde karantinaya girmişler yani korunmuşlardır.

Ayetteki, “Gücü yeten kimselerin bir yoksulu doyuracak fidye vermesi gerekir.”  ifadesindeki “gücü yeten kimseler”, “oruç tutmaya gücü yetmeyen kimseler” olarak anlaşılmıştır. Oysaki burada kastedilen maddi güçtür. Herkes evinde karantinaya girip, korunduğunda insanlar zorunlu ihtiyaçlarını ve geçimlerini nasıl sağlayacaklardır? Dolayısıyla maddi gücü olan şahıslar günümüzde olduğu gibi imkanı olmayan ailelere para veya erzak kolisi verecekler; devlet de çeşitli kamu kuruluşları aracılığıyla vatandaşlarına yardımlarda bulunacaktır. Bu yardımlar ayetteki, Artık kim gönülden bir iyilik yaparsa o kendisi için hayırlıdır.” ifadesinin gerçeğe dönüşmesidir. Ayetteki “Ve eğer bilirseniz korunmanız (TESUMU) sizin için daha hayırlıdır.”  ifadesi ise adeta “Evde Hayat Var, Hayat Eve Sığar, Evde Kal” sloganlarının dile gelmiş halidir.    

Şehr-i Ramazan ki onda hidayet rehberi olarak insanlara hidayeti ve doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyi açıklayan Kuran indirilmiştir. İçinizden kim bu şehre şahit olursa korunsun (FEL-YESUMHU).    Kim hasta veya yolculukta olursa (korunamadığı günler süresi kadar) başka günlerde… ALLAH sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Size doğru yolu gösterdiğinden dolayı sayıyı tamamlamanızı ve ALLAH’I yüceltmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz. (2:185)

İşte vahyin inzal edilişi de böyle bir yerleşik sıkıntı döneminde gerçekleşmiştir. Anlaşılan odur ki ALLAH’IN Resulü de böyle bir sıkıntılı dönemde kendisini bir mağarada inzivaya çekmiş yani savm halindeyken kendisine Kuran inzal edilmeye başlamıştır.

Covid-19’a göre yorum yapmaya devam ettiğimizde,  İçinizden kim bu şehre şahit olursa korunsun (FEL-YESUMHU).    Kim hasta veya yolculukta olursa (korunamadığı günler süresi kadar) başka günlerde…” ifadesi gereği küresel bir salgın ile karşı karşıya gelen insanlar korunmalıdır. Günümüzde bu, evde kendini karantinaya alarak gerçekleştirilmektedir. Zorunlu olmadan dışarıya çıkılmamalıdır. Hasta olanlar ilaçlarını kullanmaya devam etmeli ama evde kalmalı, yurtdışından ülkelerine dönen kişiler ise belli bir süre karantinaya girmelidir.

“ALLAH sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Size doğru yolu gösterdiğinden dolayı sayıyı tamamlamanızı ve ALLAH’I yüceltmenizi ister.” ifadesi günümüzde karantina günleri sayısına denk gelmektedir. İnsanlar mutlaka belirlenen süreler boyunca evde kalmalı ve ALLAH’I yüceltmelidir. (Bu sayı bilim adamları tarafından “14 gün karantina süresi” olarak belirlenmiştir. Yine bilim adamlarının ifadelerine göre virüsün belirtilerinin ortaya çıkış süresi ortalama 5-7 gündür ancak garanti olması açısından 14 gün olarak kabul edilmiştir.) Böyle bir durumdan kurtulduklarında ise ALLAH’A şükretmelidir.

Kullarım, beni senden sorarlarsa gerçekten ben yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler. (2:186)

ALLAH insanların dualarına cevap verecektir. Doğru yolu bulmaları için ALLAH’IN davetine uymak ve ALLAH’A iman etmek gerekir. ALLAH’IN Daveti Kuran’dadır.   

Korunma (SİYAMİ) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmanız size helaldir.  Onlar sizin elbisenizdir ve siz de onların elbisesisiniz. ALLAH gerçekten sizin nefslerinize yazık ettiğinizi bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi affetti. Artık şimdi onlara yaklaşın ve ALLAH’IN sizin için yazdığı şeyleri arayın. Sabah vakti beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar yiyin ve için.  Sonra geceye dek korunmayı (SİYAME) tamamlayın. Mescidlerde itikâfa çekilmiş iken onlara yaklaşmayın. Bunlar ALLAH’IN Sınırları’dır ki bunlara yaklaşmayın. İşte ALLAH insanlara ayetlerini böyle açıklar. Umulur ki kurtulurlar. (2:187)

Korunma gecelerinde kadınlara yaklaşmak helaldir. Ayetteki, “ALLAH gerçekten sizin nefslerinize yazık ettiğinizi bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi affetti. Artık şimdi onlara yaklaşın ve ALLAH’IN sizin için yazdığı şeyleri arayın.” ifadesi daha önce de bahsettiğimiz gibi sanki (58:3-4) ayetlerinde konu edilen “zıhar” ile de bağlantılı görünmektedir. Bu yüzden insanlar kendilerine yazık etmiş; ALLAH da insanların tevbesini kabul ederek onları affettiğini bildirmiştir. Dolayısıyla korunma gecelerinde kadınlara yaklaşmayı helal kılmıştır.

Savmın oruç olarak anlaşılması ve orucun da yememek, içmemek şeklinde yerleşmiş olmasından dolayı ayetteki, “Sabah vakti beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar yiyin ve için.” ifadesinden sonra gelen,  “Sonra geceye dek korunmayı (SİYAME) tamamlayın.” ifadesi de sabahtan akşama kadar yemeyerek ve içmeyerek geceye kadar orucun tamamlanması şeklinde anlaşılmıştır. Oysa ki ayetin hemen devamındaki cümlede korunmanın gündüzleri kadınlarla cinsel ilişkiye girmemekle ilgili olduğu, “Mescidlerde itikâfa çekilmiş iken onlara yaklaşmayın.” şeklinde açıklanmıştır ve bunların ALLAH’IN Sınırları olduğu ifade edilmiştir. 

Artık ye, iç; gözün aydın olsun. Eğer herhangi bir beşer görecek olursan de ki: "Ben Rahman’a savm (SAVMEN) adadım, bugün asla hiç kimseyle konuşmayacağım." (19:26)

Savmın yememek, içmemekle ilgili olmadığı (19:26) ayetinde anlaşılmaktadır. Meryem savm yapmakta fakat ona "ye, iç" denilmektedir. Bu ayete göre savm kavramının içerisine, "Ben Rahman’a savm (SAVMEN) adadım, bugün asla hiç kimseyle konuşmayacağım." ifadesini söylemek dışında konuşmamak da girmektedir.  

Dolayısıyla isteyen yemeyebilir, içmeyebilir ama savm ile ilgili ayetlerin hiç birinde insanlara direkt olarak “yemeyin, içmeyin” denmemiş; tam tersine yeri geldiğinde “yiyin, için” denilmiştir. Zaten konu eğer yememek ve içmemek ile ilgili olsa Dünya'nın çeşitli yerlerinde, farklı ekonomik ve iklim şartlarında ve farklı sürelerde oruç tutulması bütün inanan insanlara haksızlık olacak ve ALLAH'IN adaletine aykırı bir durum oluşacaktır.

Ayetin devamındaki, “İşte ALLAH insanlara ayetlerini böyle açıklar. Umulur ki kurtulurlar.” ifadesiyle ALLAH’IN Açıklamaları ve öğütlerini dinleyen insanların bu sıkıntılı günlerden kurtulmaları umulmaktadır.

Savm ile ilgili ayetlerin genelinden görüleceği üzere savm daha çok dışarıdan gelebilecek bir zararı önlemeye yönelik bir korunma olayıdır ve yememe, içmeme konusu olmayıp, duruma göre konuşmama veya karantina ortamına çekilerek izolasyon olma gibi korunmanın içeriği değişebilmektedir.

Şehr-i Ramazan ki onda hidayet rehberi olarak insanlara hidayeti ve doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyi açıklayan Kuran indirilmiştir. (2:185 ayetinden alıntı.)

Kullarım, beni senden sorarlarsa gerçekten ben yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler. (2:186)

Ardı sıra gelen (2:185) ve (2:186) ayetlerine göre insanlara hidayeti ve doğruyu ve yanlışı ayırt etmeyi amaçlayan Kuran indirildiğinden insanlar savm yaparken ALLAH'A dua etmeli ve kurtuluşa ermek için Kuran okumalıdırlar. Bu esnada da fakirlere, ihtiyaç sahiplerine yardım edilerek takva sahibi olmaya çalışılmalıdır. Zira savmın amacı (2:185) ayetindeki, “Sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola ulaştırmasına karşılık ALLAH'I büyük tanımanız içindir” ifadesinde yer almaktadır.

Şehr-i Ramazan insanların Dünya hayatlarında karşılaşabilecekleri yerleşmiş ve belirginleşmiş sıkıntı dönemleridir. Bu bir salgın hastalık dönemi, işin içinden çıkılmaz bir durum veya bireysel bir hastalık hali olabilir. Önceden belirlenmiş belli bir başlangıç ve bitiş tarihi yoktur. Sadece sona ereceği "sayılı günler" ifadesinden bellidir. 

Bu sıkıntı dönemlerinin bazısı bütün insanlarca aynı zamanda yaşanabilse de bazısı sadece bireysel olarak yaşanabilir. Bu tip sıkıntılı haller insanlık tarihi boyunca olmuş ve olacaktır yani insanlık tarihi boyunca her zaman tekrarlanacaktır. Tekrarlanma sıklığı da her yıl olmayabilir. Takvimdeki bir ay olarak görülmemelidir.  

Bu dönemlerde yapılacak savm bir zorunluluk olup, bazen içerisinde dışarıdan gelebilecek bir ölüm tehlikesini de barındırmaktadır. 

Bu konudaki en önemli soru: Savm insanların üzerine neden yazıldı ve savm genellikle bir kefaret olarak yapılıyorsa Şehr-i Ramazan'da yapılan savm neyin kefaretidir? 

İnsanlar bu Dünya'da çok büyük suçlar işlediler; yasakları çiğnediler, tecavüzler ettiler, işkenceler ettiler, kan döktüler, insanları ve hayvanları öldürdüler...


İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Umulur ki dönerler diye onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırmaktadır. (30:41)

Bu sorunun yanıtı; bireysel veya toplu olarak insanların Dünya üzerinde çiğnedikleri yasakların (haramların),  işledikleri suç ve günahların kefaretidir. Bu yüzden Şehr-i Ramazan'da savm yaparken dahi ALLAH'A yönelmeli, O'nun vahyini okumalı ve gereklerini yerine getirmelidirler.      

NOT: Konuyla bağlantılı olarak Savm Kelimesi, Hac ve Umre Konusunda Yorum, Yeryüzüne Resmedilmiş Gökyüzü başlıklı yazıları okuyunuz.

En doğrusunu ALLAH bilir.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

MUHAMMED'İN EŞİNE SÖYLEDİĞİ SIR

AYET: Nebi, bazı zevcelerine sır olan bir sözü gizlice söylemişti. Fakat onu başkasına haber verince Allah, ona bildirdi. Bazısını açıkladı ve bazısını (bildirmekten) vazgeçti. Ona onu haber verdiği zaman, (zevcesi): “Bunu sana kim haber verdi?” dedi. (Nebi): “Bana Alim ve Habir olan bildirdi.” dedi. (66:3)

(66:3) Ayetine göre nebi, zevcesine sır olan bir sözü gizlice söylemiştir. Zevcesi bu sırrı başkasına söylemiştir. Bu sırrın zevcesi tarafından bir başkasına söylenmiş olduğu, Allah tarafından nebiye bildirilmiştir ve bu durumu zevcesine açıklamıştır. Zevcesi de bunu nasıl bildiğine şaşırmış ve “Bunu sana kim haber verdi?” demiştir. Bunun üzerine nebi de kendisine “Bana Alim ve Habir olan bildirdi.” cevabını vermiştir. 

Nebinin söylediği her şeyin vahiy olduğunu iddia eden kimseler, bu ayeti delil göstererek "Muhammed böyle bir cevap verdiğine göre kendisine Kuran haricinde de vahiyler verilmiştir" demekte ve böylece Muhammed'in bütün sözlerini (hadislerini) ilahi vahiy olarak göstermektedirler. Dolayısıyla Muhammed'e atfedilen hadislerin tamamı Allah'ın sözlerinin yanında hüküm kaynağı yapılmaktadır.   

Peki, din tek sahibi ve hüküm koyucusu olan Allah böyle bir şeye açık kapı bırakır mı? 

Acaba nebinin eşine söylemiş olduğu sırrın izi Kuran'da var mıdır? Bir insanın zevcesine vereceği sır ne olabilir? 

Bana göre bir insanın zevcesine vereceği sır, kendisiyle boşanmayı dile getirmesi olabilir. 

AYET: Ey Nebi! Zevcelerine de ki: "Eğer Dünya hayatını ve onun ziynetini istiyorsanız o zaman gelin sizi metalandırayım. Ve sizi güzel bir bırakışla boşayayım." (33:28)

Dolayısıyla bu açıklamaya çok üzülen ve içerleyen zevce muhtemelen bunu, kendisine en yakın bulduğu kimseye açacaktır. Ve bu konu dilden dile bir şekilde tekrar nebinin kulağına gelecektir yani nebi, zevcesinin bu sırrı bir başkasıyla paylaştığını anlayacaktır. 

Görüldüğü gibi Nebi'nin zevcesine söylediği sır bile Kuran'da yer almaktadır. 

Peki, (66:3) ayetinde nebi “Bana Alim ve Habir olan bildirdi.” demiştir. Eğer nebi, bu sırrın eşi tarafından bir başkasına aktarılmış olduğunu dilden dile aktarma şeklinde duymuşsa bu, Allah'ın kendisine bildirmesi sayılır mı? 

Evet sayılır. 

Allah, birilerini vesile kılarak sırrın kendisine açıklanmasını sağlamıştır. 

Zira örneğin fakirlere yapılan yardım da Allah'a verilen bir borç hükmünde sayılmaktadır.

AYET: Kim Allah’a güzel bir borç verirse, o taktirde o kendisine kat kat çoğaltılarak ödenir. Ve Allah, daraltır ve genişletir. Ve O’na döndürüleceksiniz. (2:245)

AYET: Kim ki Allah’a güzel bir borç verir, o taktirde o ona kat kat ödenir. Ve onun için kerim ecir vardır. (57:11)

Kısacası bazı insanlara yapılan yardım Allah'a borç vermek sayılıyorsa bazı insanlardan gelen haber de Allah'tan gelen haber sayılabilir. 

AYET: Ve Biz, O’na (Peygamber’e) şiir öğretmedik. Ve (bu), O’na yakışmaz. O (O’na indirilen), sadece zikir ve apaçık Kur’ân’dır. (36:69)

(36:69) Ayeti, Muhammed'e sadece Kuran indirildiğinin açık bir delilidir. 

Eğer Muhammed'e Kuran haricinde de vahiy verilmişse bunlar neden Kuran gibi Allah tarafından korunma garantisi altına alınmamıştır? 

Muhammed'in her söylediği vahiy kaynaklı ise o zaman Kuran adı altında bir kitabın indirilmesinin ne anlamı vardır? 



EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_