7 Ekim 2015 Çarşamba

KIBLE KONUSUNDA YORUM

Kıble; İbrahim Milleti’nin yaşam tarzı doğrultusunda olmaktır, bu doğrultuda yaşam tarzı sürmektir. İbrahim’in Milleti olan ümmetin Mescidi Haram olan Dünya’da hayatlarının sınavını vererek Mescidi Aksa'ya yani Cennete ulaşabilmeleri için sadece Resul’e, dolayısıyla Allah’ın kitabına ve hikmetine uymaları, Allah’ın Sıratı Müstakim dediği doğru yol üzerinde ilerlemeleridir. Yani Kıble, stratejik bir hedeftir.

Kıble; şekilsel olarak bir yöne, bir tarafa doğru dönüp durmak, bir yönü veya bir yeri kendine istikamet olarak almak değildir. Böyle bir tarif, ancak Kıblenin en yüzeysel, en basit anlatımı olabilir.

AYET: Biz, senin, yüzünü göğe çevirdiğini görüyorduk. Artık mutlaka seni razı olacağın Kıbleye (KIBLETEN) döndüreceğiz. Bundan sonra yüzünü (VECHİKE) Mescid-i Haram tarafına (ŞATRA) çevir. Ve siz nerede olursanız yüzlerinizi (VECHEKE) o yöne (ŞATRAHU) çevirin. Ve muhakkak ki kendilerine kitap verilenler, bunun Rablerinden bir hak olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir. (2:144)

AYET: Ve nereden çıkarsan çık, bundan sonra yüzünü (VECHEKE) Mescid-i Haram yönüne (ŞATRA) çevir. Ve muhakkak ki o Rabbinden mutlaka bir haktır. Ve Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. (2:149)

(2:144) ve (2:149) ayetlerinde kastedilen Mescid-i Haram’ın, Kabe denilen dört duvardan oluşan yapı ve aynı zamanda Kıble olduğunu düşünürsek bu Kıbleye namaz sırasında dönüleceğinin Kuran’i bir delili yoktur. Kıblenin geçtiği hiçbir ayette salat kavramıyla yan yana geçmemiştir ve salatın bir şekil şartı değildir. Kıble konusunu iyi anlamak için öncesinde İbrahim’in kelimelerle imtihanını, duasını, insanlara imam oluşunu ve milletini anlamak gerekir.

AYET: Ve İbrahim’i Rabbi kelimelerle imtihan etmişti. Nihayet tamamlanınca da buyurdu: “Muhakkak ki Ben, seni insanlara imam kılacağım.” (İbrahim): “Benim zürriyetimden de (imamlar kıl).” deyince; (Allah): “Benim ahdime zalimler nail olamaz.” buyurdu. (2:124)

Allah; imtihanı tamamlayıp İbrahim’i insanlara imam (önder) kılacağını söylediğinde İbrahim, zürriyetinden de önderler çıkmasını temenni ediyor. Ama Allah, İbrahim’in zürriyetinden olan zalimleri imam (önder) yapmayacağını belirtiyor. 

NOT: Aslında zürriyet konusunun tekrar doğuş ile de alakası var ama şimdilik o konuya girmeyeceğim.

AYET: Ve Biz evi (BEYT) insanlar için sevap (kazanılan) ve emniyetli olan (bir yer) kılmıştık. Ve siz, İbrahim’in makamından bir salat yeri (MUSALLEN) edinin. Ve Biz, İbrahim’e ve İsmail’e: “Tavaf edenler (TAİFİNE), akifler (AKİFİNE), rüku (RUKKAİ) ve secde edenler (SUCUDİ) için evimi (BEYTİYE) temiz tutsunlar.” diye ahdettik. (2:125)

Kuran’ı, geleneksel öğretiyle yetişmiş bir bakış açısıyla okuyan herkes (2:125) ayetinde bahsedilen evin (beytin) Kabe binası olduğunu düşünmektedir. Bana göre Kabe binası, Dünya gezegeninin sembolüdür.

AYET: Allah, Kabe’yi, o Beyt-ül Haramı bütün insanlık için bir sembol kıldı ve Haram Şehri ve boyunlarında takı olan kurbanlıklar, Allah’ın göklerde ve yerde olan her şeyin tam bilgisine sahip bulunduğunu size anlatmayı amaçlar. (5:97)

(5:97) Ayetiyle bağlantı kurarsak; Beyt-ül Haram olan Kabe’nin bütün insanlık için bir sembol olduğu görülmektedir. Kabe binası, Dünya gezegenini sembolize eder. Kabe ile temsil edilen Dünya gezegeni aynı zamanda Beyt-ül Haram’dır yani yasaklamaların geçerli olduğu evdir. Aynı zamanda da Haram Şehr’dir yani yasaklamaların geçerli olduğu yerleşim yeridir. 

NOT: Şehr kelimesinin “Ay” anlamına değil, Ay’ın konaklama yerleri anlamından gelen “yerleşke” anlamına geldiğini “Şehr-i Ramazan" adlı yazımda anlatmıştım.

Dünya’nın diğer bir sıfatı da Mescid-i Haram yani yasaklamaların geçerli olduğu secde (tasdik ve teslim) yeridir. 

NOT: “Boyunlarında takı olan kurbanlıklar” ifadesini de "Kurban" adlı başka bir çalışmada inceleriz.

(2:125) Ayetinde bahsi geçen; sevap kazanılan ve emniyetli ev olan salat yerinden kasıt Dünya gezegenidir.

AYET: Ve arzda (yeryüzünde), onları sarsar diye (sarsmaması için) dağlar kıldık. Ve orada geniş yollar oluşturduk. Umulur ki onlar, HİDAYETE ERERLER. (21:31)
AYET: Ve semayı KORUNMUŞ BİR TAVAN kıldık. Ve onlar, O’nun ayetlerinden yüz çevirenlerdir. (21:32)

Evet, yeryüzü insanların hidayete ermelerine vesile olmak için korunmuş bir tavan altındaki bir yaşam evidir...

AYET: İbrahim’i evin (BEYT) mekanına yerleştirdiğimiz zaman: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma! Ve evimi (BEYT) tavaf edenler, kaim olanlar, rüku edenler) ve secde edenler için temiz tut.” (dedik). (22:26)

Ayeti biraz daha açarsak…

İbrahim’i Dünya (ev) üzerine yerleştirdiğimiz zaman: "Bana hiçbir şeyi ortak koşma! Ve Dünya’yı (evi) üzerinde gezip dolaşanlar, emre amade şekilde hazır olanlar, yaratılmışlara saygı gösterip Allah’ın nizamına boyun eğenler ve Allah’ın Sünnetullahı'nı tasdikleyip teslim olanlar için temiz tut.” (dedik). anlamıyla karşılaşmış oluruz...

Olaya daha geniş bir açıdan baktığımızda konunun Kabe binasıyla sınırlı olmadığını (ki beytin Kabe olduğu bir ön kabulü gerektiren yorumdur), asıl konunun bütün yeryüzünde geçerli olduğunu görürüz. Kabe binasının sembolize edilişi ile anlatılmak istenen ise Dünya gezegenindeki yaşamın canlandırılmasıdır. Orada anlatılmak istenen canlı bir tablo vardır, bir hikaye vardır. İnsanların Kabe’ye Hac edip etrafında tavaf etmeleri, insanların Dünya'ya doğum yoluyla gelerek Dünya'da tekâmül etmelerini ve tekrar tekrar doğmalarını anlatır. Buradan yola çıktığımızda gerçek Haccın da (Hacc-ül Ekber) Dünya’ya doğum yoluyla gelmek olduğu anlaşılmaktadır. İbrahim’in makamı da Dünya üzerinde ulaşılan ve Allah’ı birleyerek O’ndan başka hiçbir şeyden korkulmayan bir bilinç seviyesi olup, Dünya’nın kendisi ise bir salat (vahiy okumasıyla yapılan destek) yeridir. 

NOT: Aslında Dünya, Kabe, Mescidi Haram, Cehennem kavramları birbiriyle yakından alakalı konular olup, çok detaylı olarak incelenmelidir.

AYET: Ve İbrahim: “Rabbim burayı emin (güvenli) bir belde kıl. Onun halkından Allah’a ve yevmil ahire iman edenleri semerelerinden (çeşitli ürün ve meyvelerden) rızıklandır.” dediği zaman (Allah) şöyle buyurdu: “Kafir olan kimseyi biraz geçindiririm ve sonra onu ateşin azabına maruz bırakırım, orası ne kötü bir varış yeridir.” (2:126)

(2:126) Ayetinden de anlaşılacağı gibi İbrahim’in “burayı emin bir belde kıl” dediği yerden kasıt Dünya gezegenidir ki ayetin devamındaki “Onun halkından Allah’a ve yevmil âhire (Ahiret Günü/Sonraki Gün/Sonraki Yaşamlar) iman edenleri semerelerinden (çeşitli ürün ve meyvelerden) rızıklandır.” İfadesi daha iyi anlam kazanmaktadır.

AYET: İbrahim ve İsmail, evin (BEYT) temellerini yükseltiyorlardı: “Rabbimiz, bizden (bunu) kabul buyur. Muhakkak ki Sen, Sen, en iyi işiten ve en iyi bilensin. (2:127)
AYET: Rabbimiz, bizim ikimizi sana teslim olanlardan kıl, zürriyetimizden de sana teslim olan bir ümmet (kıl) ve bize ibadetin kurallarını göster ve tövbemizi kabul et. Muhakkak ki Sen, Sen, tövbeleri kabul edensin, rahmet edensin. (2:128)
AYET: Rabbimiz, onların arasından kendilerinden, onlara Senin ayetlerini tilâvet edecek (okuyup açıklayacak), onlara Kitap’ı ve hikmeti öğretecek ve onların (nefsini) tezkiye edecek bir resul beas et (hayata getir). Muhakkak ki Sen, Sen, Azizsin, Hakimsin. (2:129)

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre İbrahim ve İsmail, bir taraftan sembolik olarak Kabe binasını inşa ederken diğer taraftan da aslında Dünya üzerinde Allah katındaki din olan İslam’ın temellerini yükseltiyorlardı.

(2:127-129) Ayetlerine göre İbrahim ve İsmail’in duasında teslim olan, ibadet eden, tövbe eden, kitabı ve hikmeti resullerden öğrenen ümmetin yani İbrahim Milleti’nin bütün amacı nefislerini tezkiye etmeleri, Dünya’da seçilmişlerden, ahirette de salihlerden olmalarıdır.

AYET: Ve nefsini sefih kılan kişi hariç kim, İbrahim’in milletinden yüz çevirir? Andolsun ki Biz, onu Dünya’da seçtik. Muhakkak ki o, ahirette de salihlerdendir. (2:130)
AYET: Rabbi ona: “Teslim ol!” dediği zaman “Ben, alemlerin Rabbine teslim oldum.” Dedi. (2:131)

İbrahim’in Milleti’nden yüz çeviren kişi, nefsini terbiye, tezkiye etmeyen kişidir. Buraya kadar olan ayetler aslında Kıblenin de nasıl olması gerektiğinin bir başka açıklamasıdır. Kıble, en basit tabirle İbrahim Milleti’nin yaşam tarzı doğrultusunda yaşam tarzı sürmektir.

AYET: Ve İbrahim onu kendi oğullarına vasiyet etti. Ve Yakup da: “Ey oğullarım! Muhakkak ki Allah, bu dini sizin için seçti. Artık siz, Allah’a teslim olmadan ölmeyin.” diye (vasiyet etti). (2:132)
AYET: Yoksa siz Yakup öleceği zaman (ona): “şahit mi oldunuz?” O, oğullarına: “Bundan (ben öldükten) sonra neye (kime) kul olacaksınız?” demişti. (Onlar): “Senin ilahına ve senin ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek ilah’a kul olacağız. Ve biz, O’na teslim olanlarız.” dediler. (2:133)

İbrahim’in zürriyetinden olanlar (2:124 ayetine göre zalimler hariç) görüldüğü gibi Allah’a teslim olmuşlar. Bundan sonraki ayetlerde Kıble kavramını anlamak için karşılaştırmalara dikkat edelim:

AYET: İşte onlar bir ümmetti ki geldi, geçti. Onların kazandığı şeyler kendilerine, sizin kazandıklarınız sizedir. Onların yapmış olduklarından size sorulmaz (siz sorumlu değilsiniz). (2:134)
AYET: Ve dediler ki: “Yahudi veya Hristiyan olun ki, hidayete eresiniz.” De ki: “Hayır. İbrahim’in dini Hanif’tir (hidayete ermiştir).” Ve o, müşriklerden olmadı.” (2:135)
AYET: Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilenlere, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup ve torunlarına indirilenlere, Musa ve İsa’ya verilenlere ve nebilere, Rableri tarafından verilenlere iman ettik. Onların arasından hiçbirini ayırmayız (fark gözetmeyiz). Ve biz, O’na teslim olanlarız.” (2:136)
AYET: Bundan sonra eğer onlar da, sizin O’na (Allah’a) iman ettiğiniz gibi iman etselerdi o takdirde hidayete ermiş olurlardı. Ve eğer dönerlerse (yüz çevirirlerse), böylece o takdirde onlar, sadece bir ayrılık içinde olurlar. Allah, (onlara karşı) sana kafi gelecektir. O, en iyi işiten ve en iyi bilendir. (2:137)
AYET: Allah’ın boyası ve Allah’ın boyası ile boyanandan daha ahsen (daha güzel) olan kim vardır? Ve biz, O’na kul olanlarız. (2:138)
AYET: De ki: “Allah hakkında bizimle mücadele mi ediyorsunuz? Ve O, bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir. Ve bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, O'na muhlis olanlarız (dini O’na halis kılanlarız).” (2:139)
Yoksa siz: “Muhakkak ki İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunları Yahudi veya Hristiyan’dılar” mı diyorsunuz? De ki: “Sizler mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?” Allah tarafından verilen, O'nun yanındaki şahitliği gizleyen kimseden daha zalim kim vardır? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. (2:140)
AYET: İşte onlar bir ümmetti ki geldi, geçti. Onların kazandığı şeyler kendilerine, sizin kazandıklarınız sizedir. Onların yapmış olduklarından size sorulmaz (siz sorumlu değilsiniz). (2:141)

Buraya kadar olanlardan anlaşıldığına göre her ümmetin kazandığı kendisinedir. Yahudi veya Hıristiyan olmakla hidayete erilmez, hanif olmakla hidayete erilir. İbrahim haniftir ve müşriklerden olmamıştır. Müslümanlar yani Allah’a teslim olanlar kendilerine indirilenlere, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup ve torunlarına indirilenlere, Musa ve İsa’ya verilenlere ve nebilere, Rableri tarafından verilenlere iman ederler. Onların arasından hiçbirini ayırmazlar. Bu bir yaşam tarzıdır, gidişattır. Bu yaşam tarzı ve gidişatta ne bir şekilsel ibadet vardır, ne de bir tarafa dönüp o tarafa doğru durmak anlamında Kıble vardır.

AYET: İnsanlardan sefih olanlar diyecekler ki: “Onları, üzerinde bulundukları Kıbleden (KIBLETİHİMU) çeviren nedir?” De ki: “Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini Sıratı Müstakime hidayet eder (ulaştırır).” (2:142)

Sefih olanların yani nefsini tezkiye etmemiş düşüncesizlerin: “Onları, üzerinde bulundukları Kıbleden (KIBLETİHİMU) çeviren nedir?” diye sordukları şey, İbrahim Milleti’nin teslim olmadan önceki yaşam tarzları ve teslim olduktan sonraki yaşam tarzları arasındaki fark ve gidişattır. Yani İbrahim Milleti’ne dahil olanlar artık Allah’a teslim olmakla, kitabı ve hikmeti öğrenmekle, nefis tezkiyesi yapmakla Mescidi Haram olan yani yasakların geçerli olduğu secde yeri olan yeryüzünde artık yeni bir yola, yeni bir yaşam tarzına, yeni bir hedefe dahil olmuşlardır. Kıblenin de gerçek anlamı budur. Bu yolda, bu yaşam tarzının istikametinde, doğu da batı da Allah’ındır ve Allah dilediğini Sıratı Müstakime yani istikameti belli olan doğru yola hidayet eder.

AYET: Ve işte böylece insanların üzerine şahitler olmanız için Biz, sizi vasat bir ümmet kıldık. Resul de sizin üzerinize şahit olsun. Ve Biz, sadece Resul’e uyanı, topukları üzerinde geriye dönenden ayırıp bilmemiz için halen o üzerinde olduğunuzu Kıble (KIBLETE) yaptık. Ve bu, elbette zor bir iştir ancak Allah’ın hidayete erdirdiği kimseler hariç. Ve Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir. Muhakkak ki Allah, insanlara çok şefkatlidir, merhametlidir. (2:143)

Görüldüğü gibi İbrahim’in Milleti olan ümmetin sadece Resul’e, dolayısıyla Allah’ın kitabına ve hikmetine uymaları, onları topukları üzerinde geriye dönenden ayırmaktadır. “Topukları üzerinde geriye dönmek” tabiri ise bir mecaz olup, doğru yoldan (Sırat-ı Müstakim) ayrılmış olmak anlamındadır. Yani bir yere dönük duruyorken başka bir tarafa dönmek anlamında değil… Bu bir yaşam tarzından çark ediştir, bu bir istikametten vazgeçiştir.

AYET: Biz, senin, yüzünü göğe çevirdiğini görüyorduk. Artık mutlaka seni razı olacağın Kıbleye (KIBLETEN) döndüreceğiz. Bundan sonra yüzünü (VECHİKE) Mescid-i Haram tarafına (ŞATRA) çevir. Ve siz nerede olursanız yüzlerinizi (VECHEKE) o yöne (ŞATRAHU) çevirin. Ve muhakkak ki kendilerine kitap verilenler, bunun Rablerinden bir hak olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir. (2:144)

Soru şu: Muhammed neden yüzünü göğe çeviriyordu? Razı olacağı Kıble gökte olmalıydı ki ona Allah: “Mutlaka seni razı olacağın Kıbleye döndüreceğiz.” diyordu? 

BAĞLANTI: 

Kıbleyi, Allah’ın doğru yolundaki yaşam tarzı ve gidişat olarak tanımladık. Bu Kıblenin yani gidişatın hedefinde ise Cennet vardır. Cennet ise Mescid-i Aksa olarak ifade edilen Kudüs yani kutsal bir yıldızın yörüngesindedir. Bu yıldız, Necm Suresi’ne adını veren 49. ayette adı geçen Şira yani Sirius’tur. 

AYET: Ve heves edildiği zaman yıldıza andolsun. (53:1) 
AYET: Arkadaşınız dalalete düşmedi ve azmadı. (53:2) 
AYET: Ve o, hevasından konuşmaz.(53:3) 
AYET: O sadece O’na vahyolunan vahiydir. (53:4)
AYET: O’na çok şiddetli ve kudretli olan öğretti. (53:5)
AYET: Üstün güç sahibi göründü (53:6)
AYET: Ve o, ufkun en yüksek yerinde (53:7)
AYET: Sonra yaklaştı, ardından sarktı. (53:8)
AYET: Böylece iki yay mesafesi kadar, (hatta) daha yakın oldu. (53:9)
AYET: Böylece kuluna vahyedeceği şeyi vahyetti. (53:10)
AYET: Kalbindeki fuad, gördüğü şeyi yalanlamadı. (53:11)
AYET: Yoksa gördüğü şey hakkında mı tartışıyorsunuz? (53:12) 

Muhammed belli ki yaşadıklarını insanlara anlatmış ya da anlatacaktı. İnsanlar da aralarında böyle bir iddia konusunda birbirleriyle veya Muhammed ile tartışıyorlardı... Bu insanlara göre Muhammed gerçekten göğe yükseldiyse bir daha çıkıp oradan bir parça delil getirmeliydi ya da Allah'ı ve melekleri karşılarına getirmeliydi. Madem göğe yükselebiliyordu ve meleklerle görüşüyordu, o zaman altından evi olmalıydı. Ya da herkesin gözü önünde tekrar yükselmeliydi... Madem ki Allah ve melekler ile görüşebiliyordu, neden bir melek yerine insan resul gelmişti?   

AYET: Veya iddia ettiğin gibi semayı parça parça üzerimize düşürürsün. Veya Allah’ı ve melekleri açıkça (karşımıza) getirirsin. (17:92)
AYET: Veya senin altından bir evin olsun veya semaya yüksel. Bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe senin yükselişine asla inanmayız. De ki: “Benim Rabbim, Sübhandır (O, noksan sıfatlardan münezzehtir). Ben, insan resulden başka bir şey miyim?” (17:93)
AYET: Onlara hidayet geldiği zaman insanların inanmalarına, “Allah, insan resul mü gönderdi?” demelerinden başka bir şey mani olmadı. (17:94)
AYET: De ki: “Eğer yeryüzünde mutmain olarak yürüyenler melekler olsaydı, elbette onlara semadan melek resul indirirdik.” (17:95)

AYET: Ve andolsun ki, onu başka bir inişinde de gördü. (53:13)

(17:1) Ayetinin, (53:13) ayetinde kastedilen diğer görme olayını anlattığını düşünüyorum fakat (17:2) ayeti Musa'dan bahsettiği için bazı Kuran düşünürleri, Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürütülen kişinin Musa olduğunu savunmaktadırlar.    

AYET: Ayetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız 
Mescid-i Aksa’ya yürüten Allah, Sübhandır (bütün noksanlıklardan münezzehtir). Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir. (17:1) 
AYET: Ve Musa’ya kitap verdik. Ve O’nu, “Benden (Allah’tan) başkasını vekil edinmeyin (tevekkül etmeyin).” diye İsrailoğullarına hidayetçi kıldık. (17:2)
AYET:Nuh ile beraber taşıdıklarımızın zürriyyeti (onların soyundan olanlar)! Muhakkak ki O çok şükreden bir kul idi. (17:3) 

Benzer bir itirazın Şuayb'a da yapıldığını görüyoruz...

AYET: “Sen sadece büyülenmişlerdensin.” dediler. (26:185)
AYET:  "Ve sen, bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin. Ve biz, seni mutlaka yalancılardan zannediyoruz." (26:186)
AYET: Öyleyse eğer sen, sadıklardan (doğru söyleyenlerden) isen üzerimize gökyüzünden bir parça düşür. (26:187)

AYET: Sidretül Münteha'nın yanında. (53:14)
AYET: O’nun yanında Meva Cenneti (53:15)
AYET: Sidre’yi bürüyen şey bürüyordu. (53:16)
AYET: Bakış kaymadı ve haddi aşmadı. (53:17)
AYET: Andolsun Rabbinin büyük ayetlerinden gördü. (53:18)

Muhammed; Necm Suresi’nde anlatıldığı üzere, Kuran’da Mescid-i Aksa (Uzak Mescid) ya da Tarık Yıldızı (Yol Yıldızı) olarak ifade edilen, İsrailoğullarına da Cennet toprakları olarak vaadedilen bu yıldıza (İsra/Astral/beden dışı) bir yolculuk etmiş ve Cennet-ül Meva (İkamet edilen Cennet) olarak bahsedilen bu yerdeki Allah’ın büyük ayetlerinden bazılarına tanık olmuştur. Oradaki yaşamı görmüş, oradan Dünya'ya gelen mürselinin gerçek yaşamlarına tanık olmuş fakat Dünya'da şefaat etmeleri gerekçesiyle Lat, Uzza, Menat gibi isimler takılarak putlaştırıldıklarını anlamıştır. Ve dolayısıyla aklı orada yani Cennet hayatında kalmıştır. 

AYET: Dediler: “Ey Lut! Muhakkak ki biz, senin Rabbinin resulleriyiz. Onlar sana asla ulaşamazlar. Hemen gecenin bir kısmında hanımın hariç, ailen ile gece çık, yürü. Sizin içinizden biriniz (hiç kimse) geri dönmesin (dönüp bakmasın). Çünkü; onlara isabet eden şey, ona da isabet edecek. Muhakkak ki onlara vaadedilen vakit, sabah vaktidir. Sabah vakti yakın değil mi?” (11:81)

Örneğin Lut'a gelen resuller, inananları helakten kurtardıkları için sonraki nesiller tarafından 'şefaat ediyorlar' gerekçesiyle putlaştırılmış olabilir.

AYET: Ve onlara, o şehrin halkını misal ver. Onlara mürselin gelmişti. (36:13)
AYET: Onlara iki göndermiştik. Fakat ikisini de tekzip ettiler (yalanladılar). Bunun üzerine üçüncü ile aziz kıldık (destekledik). O zaman onlar: "Muhakkak ki biz, size gönderilmiş mürseliniz." dediler. (36:14)

AYET: Siz, Lat ve Uzza’yı gördünüz mü? (53:19)
AYET: Ve diğerini, üçüncüsü Menat’ı? (53:20)

(36:13-14) Ayetleri ile (53:19-20) ayetleri ararındaki kullanım benzerliği hep ilgimi çekmiştir. 

AYET: Ve muhakkak ki Sirius'un (ŞİRA) Rabbi O’dur. (53:49)

Dolayısıyla yeryüzündeki hayatına geri döndüğünde, aklı tanık olduğu gökteki o yerde kaldığı için sürekli olarak yüzünü çevirip göğe bakıyor olmalıdır. Fakat Allah, kendisinin sonunda razı olacağı Kıbleye (Cennet yaşamına) döndürüleceğini ifade ederek bu yaşamında kendisine Kıble (istikamet) olarak Mescid-i Haram’ı almasını emretmiştir. Çünkü henüz Mescid-i Haram'da yani Dünya üzerindedir ve yeryüzündeki resul ve nebilik görevi devam etmektedir.

AYET: Ve eğer gerçekten, kendilerine kitap verilenlere ayetlerin hepsini getirsen senin Kıblene (KIBLETEKE) tâbî olmazlar. Ve sen de onların Kıblesine (KIBLETEHUM) tabi olacak değilsin. Ve onların bir kısmı da diğerlerinin Kıblesine (KIBLETE) uymazlar. Sana gelen ilimden sonra gerçekten onların hevalarına uyacak olursan o zaman muhakkak ki sen, zalimlerden olursun. (2:145)

Kıbleyi tekrar tarif edecek olursak, en basit tabirle İbrahim Milleti’nin yaşam tarzı doğrultusunda olmaktır, bu doğrultuda yaşam tarzı sürmektir. İbrahim’in Milleti olan ümmetin Mescidi Haram olan Dünya’da hayatlarının sınavını vererek Cennete ulaşabilmeleri için sadece Resul’e, dolayısıyla Allah’ın kitabına ve hikmetine uymaları, Allah’ın Sıratı Müstakim dediği doğru yol üzerinde ilerlemeleridir. Dolayısıyla Müslümanların Kıblesine uymamak, namazda veya herhangi bir şekilsel ibadette yüzünü Kıble olarak belirlenen Kabe’ye dönmemek değil, Müslüman gibi yaşam tarzı sürdürmemektir.

AYET: Ve nereden çıkarsan çık, bundan sonra yüzünü (VECHEKE) Mescid-i Haram yönüne (ŞATRA) çevir. Ve muhakkak ki o Rabbinden mutlaka bir haktır. Ve Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. (2:149)

Yüzün Mescid-i Haram yönüne çevrilmesi, Mescid-i Haram (Yasakların geçerli olduğu secde yeri, Dünya) olan Dünya işlerine odaklanılması ve hedefe ulaşılması bakımından Dünya sınavının tamamlanmasıdır. Ayetin devamındaki “Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” İfadesi, kıblenin bir hedefe yönelik yaşam tarzı olduğunun göstergesidir.

AYET: Nereden çıkarsan çık, bundan sonra yüzünü (VECHEKE) Mescid-i Haram yönüne (ŞATRA) çevir. Ve nerede olursanız olun, yüzlerinizi (VUCUHEKUM) o yöne (ŞATRAHU) çevirin ki, insanların sizin aleyhinizde delili olmasın. Onlardan zulmedenler hariç, artık onlardan korkmayın. Ben'den korkun ki, sizin üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım da böylece hidayete eresiniz. (2:150)

(2:149) Ayetindeki gibi ayetin sonundaki “Sizin üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım da böylece hidayete eresiniz.” İfadesi, yüzümüzün neden Mescid-i Haram yönüne çevrilmesi gerektiğinin gerekçesidir. Yeryüzünde Allah’ın doğru yolunda ilerleyerek O’nun öğütlediği yaşam tarzını sürdürmeliyiz ve o istikamette yolumuzu çizerek hayatımızın gidişatını yönlendirmeliyiz ki Dünya hayatı sınavımızı başarıyla tamamlayarak hidayete erebilelim.

AYET: Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz ebrar kılacak davranış biçimi değildir. Lakin ebrar kılacak davranış biçimi kişinin, Allah’a, sonraki güne, meleklere, Kitap’a ve peygamberlere iman etmesi ve sevdiği maldan, akrabalara (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere, yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara), köle ve esirlere vermesi ve salatı ikame etmesi, zekatı vermesidir. Ve ahd verdikleri zaman ahdlerine vefa edenler, zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır. İşte onlar takva sahibi olanlardır. (2:177)

Dikkat edersek yüzlerin doğu ve batı tarafına çevrilmesi bir amaç değildir. Bu ifade, şekilsel olarak belirlenmiş Kıbleye (Kabe’ye) dönük olarak ibadet yapmayı da eleştirmektedir. (2:177) Ayetinin devamı gerçek Kıble olan Mescid-i Haram’a dönük yaşam tarzının nasıl olması gerektiğini anlatmaktadır.

AYET: Ve yüzünü Hanif olarak dine yönelt. Ve sakın müşriklerden olma! (10:105)

(10:105) Ayeti; Kıbleyi, başka bir ifadeyle yüzünü bir tarafa dönmüş olmayı anlayabileceğimiz başka bir ayet… “Yüzünü Hanif olarak dine yönelt ve müşriklerden olma” ifadesi; dinin bir yaşam tarzı olduğunun ve dinin gereklerini yapmanın yani öğütlenen ve hedeflenen doğrultuda bir gidişat, bir yaşam tarzı sürmenin Kıble olduğunun başka bir göstergesidir.

AYET: Musa ve kardeşine vahyettik: “İkinizin kavmi için Mısır’a evler yapın ve evlerinizi Kıble kılın ve salatı ikame edin. Ve müminleri müjdele!” (10:87)

Son olarak namaz adlı şekilsel ritüeli savunan arkadaşlara sorulması gereken bir ayete geldik… Kıble nasıl oluyor da kavimdeki herkesin kendi evi olabiliyor? Hani Kıble Kabe idi, ondan önce Mescid-i Aksa idi?

Bu ayet de yine Kıblenin bir yaşam tarzı, hayattaki gidişat olduğunun göstergesidir. Allah; Musa ve kardeşine, Mısır’da evler yapmasını, evlerini Kıble yapmasını ve salatı ikame etmelerini vahyederken; Musa’nın kavminin yerleşik aile hayatına geçmelerini, yaşam tarzlarını artık bu yerleşik hayata göre devam ettirmelerini ve Allah’ın vahyinden kopmamalarını istemektedir. Çünkü bu yerleşik yaşam tarzı yine Allah’ın öğütlediği yolda sürdürülecektir. Salata devam etmelidirler yani vahiyden kopmamalıdırlar ki Allah'ın öğütlediği yaşam tarzını okuyup öğrenebilsinler... 

EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder