KISSA VE KISAS KELİMELERİ
Kıssa ve kısas aynı kökten gelen kelimelerdir. Kelimenin özünde “karşılık” anlamı yatmaktadır. Örneğin resullerin hikâyeleri de Kuran’da kıssa yani yaşananlara karşılık olarak anlatılmıştır. Dolayısıyla bazı çevirilerde “anlatmak, kıssalaştırmak” şeklinde de çevrilmiştir.
Kıssa ve kısas aynı kökten gelen kelimelerdir. Kelimenin özünde “karşılık” anlamı yatmaktadır. Örneğin resullerin hikâyeleri de Kuran’da kıssa yani yaşananlara karşılık olarak anlatılmıştır. Dolayısıyla bazı çevirilerde “anlatmak, kıssalaştırmak” şeklinde de çevrilmiştir.
Kısas
kelimesinin türevlerinin geçtiği ayetlere örnek olarak bakacak olursak:
Şüphesiz bu (İsa hakkındaki) gerçek kıssadır
(kasasul hakk). Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz Allah, mutlak güç
sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (3:62)
Daha önce kıssalarını (kasasnahum) sana
anlattığımız resuller gönderdik. Kıssalarını anlatmadığımız (naksushum) resuller
de gönderdik. Allah, Musa ile de konuştu. (4:164)
De ki: “Şüphesiz ben, Rabbimden kesin bir belge
üzereyim. Siz ise onu yalanladınız. Sizin acele istediğiniz azap benim elimde
değil. Hüküm yalnızca Allah’a aittir. O, hakkı anlatır (yakussul hakka). O,
hakkı batıldan ayırt edenlerin en hayırlısıdır.” (6:57)
“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi
anlatan (yakussune) ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi uyaran resuller
gelmedi mi?” Onlar şöyle diyecekler: “Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz.”
Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine
şahitlik ettiler. (6:130)
Andolsun, onlara tam bir bilgi ile anlatacağız
(nekussanne). Çünkü biz onlardan uzak değiliz. (7:7)
Ey Âdemoğulları! İçinizden size benim ayetlerimi
anlatan (yekussune) resuller gelir de her kim Allah’a karşı gelmekten sakınır
ve hâlini düzeltirse artık onlara korku yoktur. Onlar üzülecek de değillerdir.
(7:35)
İşte memleketler! Onların haberlerinden bir
kısmını sana anlatıyoruz (nakussu). Andolsun, resulleri onlara apaçık deliller
getirmişti. Fakat onlar daha önce yalanladıklarına inanacak değillerdi. Allah,
kâfirlerin kalplerini işte böyle mühürler. (7:101)
Dileseydik o ayetlerle onu elbette yüceltirdik.
Fakat o Dünya’ya saplanıp kaldı da kendi heva ve hevesine uydu. Onun durumu
köpeğin durumu gibidir: Üzerine varsan da dilini sarkıtıp solur; kendi hâline
bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte bu, ayetlerimizi yalanlayan toplumun
durumudur. Şimdi onlara bu olayları anlat ki (kasasa) düşünsünler.
(7:176)
Bunlar o memleketlerin haberlerinden
bazılarıdır. Onları sana anlatıyoruz (nekussuhu). Onlardan ayakta duranlar da
var, yıkılıp gidenler de. (11:100)
Resullerin haberlerinden, kendileriyle senin
kalbini pekiştirdiğimiz her bir haberi sana aktarıyoruz (nekussu). Bunlarda,
sana hak, müminlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir. (11:120)
Sana bu Kuran’ı vahyetmekle kıssaların (nakussu)
en güzelini anlatıyoruz (kasasi). Hâlbuki daha önce sen bunlardan habersiz idin.
(12:3)
Babası, şöyle dedi: “Yavrucuğum! Rüyanı
kardeşlerine anlatma (taksus). Yoksa sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın
apaçık düşmanıdır.” (12:5)
Andolsun onların kıssalarında (kasasihim) akıl
sahipleri için pek çok ibretler vardır. Uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat
o, kendinden öncekilerin sadık kalanlarını tasdik eden, her şeyi açıklayan;
iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir. (12:111)
Daha önce sana anlattıklarımızı (kasasna) Yahudi
olanlara da haram kılmıştık. Biz onlara zulmetmedik fakat onlar kendilerine
zulmediyorlardı. (16:118)
Biz sana onların haberlerini gerçek olarak
anlatıyoruz (nakussu). Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti.
Biz de onların hidayetlerini artırmıştık. (18:13)
Musa: “İşte aradığımız bu idi” dedi. Bunun
üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler (kasasa).
(18:64)
Sana geçmişin haberlerinden bir kısmını böylece
anlatıyoruz (nakussu). Şüphe yok ki sana katımızdan bir zikir verdik.
(20:99)
Şüphesiz bu Kuran, İsrailoğulları’na üzerinde
ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu açıklıyor (yakussu). (27:76)
Annesi, Musa’nın kız kardeşine, “Onu takip et” (kussih)
dedi. O da Musa’yı, onlar farkına varmadan uzaktan gözledi. (28:11)
Nihayet kızlardan biri utana utana yürüyerek
ona gelip, “Bizim için koyunlarımızı sulamanın ücretini vermek üzere babam seni
çağırıyor” dedi. Musa, onun yanına gelip başından geçenleri (vekassa) ona
anlatınca (kasasa) Şuayb, “Korkma, o zalim kavimden kurtuldun” dedi.
(28:25)
Andolsun, senden önce de resuller gönderdik.
Onlardan sana anlattıklarımız (kasasna) da var, anlatmadıklarımız (naksus) da
var. Hiçbir resul, Allah’ın izni olmadan bir ayet getiremez. Allah’ın emri
gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl sayanlar hüsrana
uğrarlar. (40:78)
ÖLDÜRÜLENLER
HAKKINDAKİ KISAS
Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size
kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas
edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi tarafından affedilirse aklın ve dinin
gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu,
Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem
dolu bir azap vardır. (2:178)
Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat
vardır. Umulur ki korunursunuz. (2:179)
(2:178)
Ayetinde görüldüğü gibi “kısas” kelimesi önceki ayetlerde “anlatmak, yaşananları
kıssalaştırmak” anlamlarındayken bu defa öldüren kişiye yaptığının karşılığında
bir ceza olarak önerilmektedir. Ya da böyle algılanmaktadır…
Peki, (2:178)
ayetinde neden “öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı” denmiş de “öldürenler
hakkında size kısas farz kılındı” denmemiştir? Zira kısas uygulanacak kişi aslında
öldürendir…
Bu ayete
göre hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadın karşı kadın kısas edilecektir. O
halde örneğin bir hürü köle öldürürse ne yapılacaktır ya da bir kadını erkek
öldürürse karşılığında olayla bir alakası olmayan bir kadın mı öldürülecektir?
Geleneksel
öğreti, bu sorulara doğru dürüst bir yanıt verememekte ve genellikle (5:45) ayetini
göstermektedir:
Onda (Tevrat’ta) üzerlerine şunu da yazdık:
Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir. Yaralar
da kısasa tabidir. Kim de bu hakkını bağışlar, sadakasına sayarsa o, kendisi
için kefaret olur. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta
kendileridir. (5:45)
Yani demek
istenmektedir ki Tevrat’ta Yahudilere verilmiş olan kısas kanunu, Müslümanlar
için de aynen geçerlidir.
Böyle olunca
bir insan birisini öldürdüğünde kendisinin de öldürüleceğini bileceğinden
öldürmekten vazgeçecek ve böylece ayetin korkutucu işlevi gerçekleşmiş olarak
hayat devam edecektir. Kısasta hayat bu yüzden vardır…
KISASTAKİ HAYAT
Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size
kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas
edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi tarafından affedilirse aklın ve dinin
gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu,
Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem
dolu bir azap vardır. (2:178)
Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat
vardır. Umulur ki korunursunuz. (2:179)
“Ey iman edenler!
Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı
köle, kadına karşı kadın kısas edilir.” Ayetin bu kısmında aslında anlatılan şey, öldürülenin
öldürüldüğü sırada Dünya’daki rolü ne ise tekrar diriltileceği hayattaki
rolünün de o olacağıdır. Yani ayetin bu kısmıyla öldürülen kişiye ne olacağı anlatılmakta
olup; yarım kalan Dünya rolünün, tekrar diriltildiğinde kaldığı yerden devam
edeceği ifade edilmektedir. Çünkü öldürülmekle o rol ile vermesi gereken
sınavlarını verememiştir. Köle ise bir sonraki hayata tekrar köle, hür bir
insan ise hür bir insan, kadın ise kadın olarak gelecektir. Bu konuda kısası
uygulayan insanlar değil, Allah’tır. İşte bu yüzden ayetin devamı olan (2:179)
ayetinde “Kısasta sizin için hayat vardır.” denilmektedir.
(2:178) Ayetinde
öldüren kimse ile ilgili kısım, “Ancak öldüren kimse, kardeşi tarafından
affedilirse aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet
ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra
tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.” ifadesidir. Bu
ifadeye göre öldüren kişi de öldürülen kişinin yakınları tarafından
öldürülebilir veya affedilebilir.
NOT: Katil, emniyet görevlileri tarafından yakalandığında; suçu ne şekilde işlediğini tarif etmesi için katile tatbikat yaptırılmaktadır. Yani olay kıssalaştırılmaktadır.
NOT: Katil, emniyet görevlileri tarafından yakalandığında; suçu ne şekilde işlediğini tarif etmesi için katile tatbikat yaptırılmaktadır. Yani olay kıssalaştırılmaktadır.
Eğer
öldürülürse ayetin öldürülenler hakkındaki kısmına girmiş olarak tekrar Dünya
hayatına, benzer kimlikle (hür ise hür, köle ise köle, kadın ise kadın) ama daha
zor şartlarda ve tekrar doğuşlardan oluşan Cehennem kısırdöngüsüne girecektir. Çünkü
öldürülenden farklı olarak bir insanın canına kıymıştır.
Affedilirse aklın
ve dinin gereklerine uygun yol izlemeli ve güzellikle diyet ödemelidir. İşte
Rabbimizden bir hafifletme ve rahmet olan budur. Çünkü affedilmekle ve
karşılığında diyet ödemekle Cehennem kısırdöngüsünden kurtulmuş olacaktır. Eğer
bundan sonra tekrar aynı suçu işlerse yine Cehenneme girmesi kaçınılmaz
olacaktır. Takva sahibi olur ise Cehennemden çıkabilecektir.
(2:179) Ayetindeki "Umulur ki korunursunuz." ifadesi, tekrar dirilişteki Dünya hayatlarının bu safhası için söylenmiştir.
(4:93) Ayetinde de görüldüğü üzere bir mümini kasten öldürenin cezası, Cehennem'dir.
(2:179) Ayetindeki "Umulur ki korunursunuz." ifadesi, tekrar dirilişteki Dünya hayatlarının bu safhası için söylenmiştir.
Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. (4:93)
(4:93) Ayetinde de görüldüğü üzere bir mümini kasten öldürenin cezası, Cehennem'dir.
Haram şehr, haram şehre karşılıktır (kisas).
Hürmetler kısas kuralına tabidir. O halde kim size saldırırsa size saldırdığı
gibi siz de ona saldırın. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah kendine
karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir. (2:194)
(2:194)
ayeti de içinde “kısas” kelimesi geçen başka bir kısas ayetidir.
“Hürmetler kısas
kuralına tabidir. O halde kim size saldırırsa size saldırdığı gibi siz de ona
saldırın.” İfadesine kolayca anlam verilebilmektedir.
Peki, “Haram
şehr, haram şehre karşılıktır.” İfadesiyle kastedilen şey nedir? Bu soruya
din adamları doyurucu bir yanıt getirememiştir. Çünkü “şehr” kelimesinin “ay”
anlamına geldiği ve tekrar doğuşun olmadığı düşünülmektedir.
Oysaki “şehr”
kelimesi, hurma dalı şeklinde bir yörüngeye sahip olan Ay’ın konaklama
noktalarından kaynaklanmış olup; “yerleşim yeri” anlamındadır.
“Haram şehr”
kelimesinin anlamı, "yasaklı yerleşim yeri" demektir ki bu da Mescid-i Haram yani
Dünya gezegenidir.
12 ŞEHR
Muhakkak ki Allah'ın Kitabı'nda şehrlerin adedi, Allah'ın indinde göklerin ve yerin yaratıldığı gün 12'dir. Onlardan dördü haramdır. Bu, kayyum olan dindir. Artık onların içinde nefislerinize zulmetmeyin. Onların hepinizle savaştığı gibi müşriklerin hepsiyle savaşın. Ve biliniz ki muhakkak Allah, takva sahipleri ile beraberdir. (9:36)
"Ay" olarak anlamlandırılan "Şehr" kelimesinin gerçek anlamı, Ay'ın konaklama noktalarından kaynaklanmış olan "yerleşim yeri"dir.
Yerleşim yeri olan bu 12 gezegenin 4 tanesi, üzerinde haramlar yani yasak ve kısıtlamalar geçerli olan Dünya ve Dünya benzeri gezegenlerdir. İnsanların kendi nefisleriyle mücadele ettiği ve müşriklik ile savaştığı gezegenler bunlardır.
İnkar edenler ile Allah yolundan ve içinde yerli ve misafir bütün insanları eşit kıldığımız Mescid-i Haram'dan alıkoyanlar (azabı hak etmişlerdir). Kim de orada zulmederek haktan sapmak isterse Biz ona elem dolu bir azaptan tattıracağız. (22:25)
Haram şehr, haram şehre karşılıktır (kisas). Hürmetler kısas kuralına tabidir. O halde kim size saldırırsa size saldırdığı gibi siz de ona saldırın. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir. (2:194)
12 ŞEHR
Yusuf babasına şöyle demişti: "Babacığım gerçekten ben 11 gezegen, Güneş ve Ay gördüm. Onları bana secde eder gördüm. (12:4)
Hani Musa kavmi için su dilemişti. Biz de "Asanı kayaya vur" demiştik. Böylece kayadan 12 pınar fışkırmış, her bölük kendi su alacağı pınarı bilmişti. "Allah'ın rızkından yiyin, için. Yalnız yeryüzünde bozgunculuk yaparak fesat çıkarmayın" demiştik. (2:60)
Üzerinde insan soyu bulunan 12 gezegen yani şehr bulunmaktadır. Bu gezegenler Kuran'da, Yusuf'un rüyasında ona secde eden ve her kardeşi temsil eden 11 gezegen (kendi bulunduğu gezegen ile beraber 12), Yusuf'un 12 kardeş olması, Musa'nın 12 kavmi, 12 pınar (yaşam kaynağı) vs. şeklinde temsil edilmiştir.
4 HARAM ŞEHR
Muhakkak ki Allah'ın Kitabı'nda şehrlerin adedi, Allah'ın indinde göklerin ve yerin yaratıldığı gün 12'dir. Onlardan dördü haramdır. Bu, kayyum olan dindir. Artık onların içinde nefislerinize zulmetmeyin. Onların hepinizle savaştığı gibi müşriklerin hepsiyle savaşın. Ve biliniz ki muhakkak Allah, takva sahipleri ile beraberdir. (9:36)
"Ay" olarak anlamlandırılan "Şehr" kelimesinin gerçek anlamı, Ay'ın konaklama noktalarından kaynaklanmış olan "yerleşim yeri"dir.
Yerleşim yeri olan bu 12 gezegenin 4 tanesi, üzerinde haramlar yani yasak ve kısıtlamalar geçerli olan Dünya ve Dünya benzeri gezegenlerdir. İnsanların kendi nefisleriyle mücadele ettiği ve müşriklik ile savaştığı gezegenler bunlardır.
MESCİD-İ HARAM
İnkar edenler ile Allah yolundan ve içinde yerli ve misafir bütün insanları eşit kıldığımız Mescid-i Haram'dan alıkoyanlar (azabı hak etmişlerdir). Kim de orada zulmederek haktan sapmak isterse Biz ona elem dolu bir azaptan tattıracağız. (22:25)
Dünya'nın sıfatı Mescid-i Haram'dır yani yasaklı mescid. Daha açık ifade edilirse üzerinde yasaklamalar ve kısıtlamalar geçerli olan toplanma ve secde yeridir.
Ayetin “Haram
şehr, haram şehre karşılıktır. Hürmetler
kısas kuralına tabidir.” İfadesiyle demek istediği; Dünya’da yaptığınız
işlere göre tekrar Dünya’ya veya diğer üç haram şehrden birine gireceksiniz
yani buna göre hürmet göreceksiniz demektir.
Bu ayet bir
bakıma insanların tekâmül basamaklarını ifade etmektedir.
Ki siz elbette tabakadan tabakaya geçeceksiniz.
(84:19)
geçtikçe bir sonraki hayat basamağına yükselecekler ve böylece tekamül basamaklarında ilerleyeceklerdir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.
Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_
EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR.
Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder