5 Şubat 2018 Pazartesi

SALÂTIN İKAMESİ (İKAME ES SALÂT)

Kuran’ın genelinde “Ekimus Salâte” tamlaması ile ifade edilen Salâtın İkamesi; belli vakitlerde, ön şartı temizlik ve negatif enerjilerden arınmak olan vahiy okumasını yaparak Allah ile bağın sağlanması, Allah ile iletişim kurulması, Allah'ın öğütlediği yaşam tarzına ve dine olan sahip çıkışın yerine getirilmesi, vahye yönelişin ayağa kaldırılması yani doğrultulmasıdır. Yani tamamen hayatına hâkim kılmak için sürekli olarak, günün iki vaktinde (her gün sabah-akşam ve ayrıca Cuma yani kararlaştırılan toplantı gününde) vahyin okunup, öğrenilmesi ve böylece vahye dönük bir yaşamın ayağa kaldırılması; Kuran'da "İkame Es Salât" tamlaması ile ifade edilmiştir.

Başka bir deyişle, "Ön şartının temizlik ve negatif enerjilerden arınma, iç şartının ses tonu olduğu; başka herhangi bir şekil şartı olmadan belli vakitlerde ilahi vahyin; bir ömür boyu ve her gün iki vakit olarak ve ilaveten Müslümanların kararlaştırdıkları (toplantı günü anlamına gelen) Cuma günü öğrenmek amacıyla anlayarak okunmasıdır."

Salâtın ikamesinden; "bir ömür boyu vahiy aracılığıyla Allah ile olan ilgi ve alakayı yerine getirmek, Allah ile iletişim bağı kurmak" gibi manalar anlaşılmaktadır. Bu da vahyin belli vakitlerde (anlayarak) okunuşu ile olmaktadır. Yani salâtın ikamesi ile kastedilen olay, vahyin okunuşu ile Allah'ın Dini'ne ve sistemine sahip çıkma, destek olma olayıdır. 

Daha kısa tarif etmek gerekirse salâtın ikamesi; vahye yönelmek, yaşamında uygulamak üzere vahyi anlayarak okumak ve böylece vahiy aracılığıyla Allah ile iletişime geçmektir...

Türkçeden örnek vermek gerekirse eğer salâtın anlamı “yemek” olsaydı; salâtın ikamesi, “yemeği yemek” olurdu…

Başka bir örnek olarak salâtın anlamı “ders” olsaydı; salâtın ikamesi, “ders çalışmak” olurdu ki salâtın ikamesinden kastedilen şey kanaatimce “ders çalışmak” anlamına en yakın olanıdır. Burada çalıştığımız ders de Allah’ın vahyi olmaktadır.

Dolayısıyla salâttan sonraki safha; paylaşım, sadaka, infak kavramlarını da kapsayan; öğrenilenlerin uygulamaya sokulması, gerçekleştirilmesi ve yaşanmasını gerektiren arınma safhasını ifade eden Zekât olup, sonraki konumuzdur.

Aşağıdaki ayetlerde salâtın nasıl ikame edileceğinin tarifi bulunmaktadır:

Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikame et (EKIMIS SALÂT). Muhakkak ki salât (SALATE), fuhuştan ve münkerden men eder. Ve Allah’ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir. (29:45)

(29:45) ayetini incelediğimizde salâtın tarifine ulaşmaktayız. Bu tarifi, bütün önyargılardan sıyrılmış olarak rahatlıkla görebiliriz.

Maalesef ki bu tarifi, salâtın ikamesinin “namaz kılmak” olduğuna şartlandırılmış insanlar görememekte ya da görmek istememektedirler. 

Ayetin daha iyi anlaşılması için Türkçeden örnek verelim:

"Mutfaktan sana verilen yemeği ye ve karnını doyur."

Yukarıdaki cümleye göre karnını nasıl doyuracaksın? Cevap basit: Mutfaktan sana verilen yemeği yiyerek...

Başka bir örnek verelim:

"Okulda sana verilen dersi çalış ve sınava hazırlan."

Sınava nasıl hazırlanacaksın? Yanıt: Okulda sana verilen dersi çalışarak…

Ayete dönelim:

"Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikame et."

Salâtı nasıl ikame edeceksin? Kitaptan sana vahyedilen şeyi okuyarak... Bu kadar açık ve net…

Başka bir ayete bakalım:

Onlar ki Kitaba sımsıkı sarılırlar ve salâtı ikame ederler (EKAMUS SALATE). Muhakkak ki Biz, salih olanların ecrini zayi etmeyiz. (7:170)

Salâtı nasıl ikame ederler? Kitaba yani vahye sımsıkı sarılarak…

Başka bir ayet:

“Ya Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiği şeyleri ve de mallarımız konusunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana salâtın (SALATUKE) mı emrediyor? Muhakkak ki sen, halimsin, reşitsin.” dediler. (11:87)

Babalarının ibadet ettiği şeyleri ve de malları konusunda dilediklerini yapmayı terk etmelerini Şuayb’a emreden şey, Şuayb’ın aldığı vahiy bilgisiydi ve Şuayb bu bilgilerle muhatap oluyor ve bunları insanlara aktarıyordu.

Bir diğer ayet:

Güneş'in batmasından (DULUKİ) gecenin kararmasına kadar salâtı ikame et (EKIMİS SALATE) ve sabah Kuran’ını da… Çünkü sabah Kuran’ı şahitlidir. (17:78)

Dikkat edilirse bu ayette salâtın ikamesinin, Güneş'in batmasından gecenin kararmasına kadar olan vakit aralığında yani akşamleyin yapılmasından bahsedilirken aynı zamanda sabahleyin Kuran okunması da salâtın ikamesi olarak geçmektedir. Bu ayet, salâtın Kuran okunması olduğunun açık delillerinden biridir. Ayrıca tıpkı sabah Kuran okuması gibi, akşamleyin yapılan salâtın nasıl yapılacağının da göstergesidir.

Bu ayette; öğle ve ikindi gibi namaz vakitlerine uydurmak maksadıyla "Güneş’in sarkması, kayması, batıya yönelmesi" vs. anlamlarda anlamlandırılmış olan "duluki" kelimesinin gerçek anlamının "Güneş’in batması" olması gerektiğini, "Vakit Şartı" başlıklı yazıda inceleyeceğiz.

Başka bir ayet:

Semalarda ve arzda olanların ve saflar halindeki kuşların, Allah’ı tespih ettiğini görmedin mi? Hepsi salâtlarını (SALATEHU) ve tespihlerini bilmişlerdir. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir. (24:41)

Semalarda ve arzda olanların hepsi, kendilerine özgü salât ve tespihlerini bilmektedirler. Yani onlara vahyedilen vahiy doğrultusunda, Allah'ın kendilerine yüklediği görevleri yerine getirerek varlıklarını sürdürmektedirler.

Ve senin Rabbin balarısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların kurdukları çardaklardan evler edinmelerini vahyetti. (16:68)

Böylece onları iki günde yedi kat gök olarak kaza etti (yarattı, tamamladı). Her gök katına kendi emrini vahyetti. Ve dünya semasını kandillerle muhafaza ederek süsledik. İşte bu, Aziz ve Âlim olanın takdiridir. (41:12)

(24:41) Ayetinde bahsi geçen varlıkların salâtlarının vahiy ile ilgili oluşu; (16:68) ile (41:12) ayetlerinde bir kez daha ifade edilmiştir.

Müminler de Allah tarafından kendilerine vahyedilen ayetleri okumak yani salât etmekle mükelleftirler. Salât ettikten sonra yani vahyi okuyup, öğrendikten sonra buna göre hayatlarını sürdürürler, gereğini yaparlar, mümin gibi yaşarlar. Bu safha da zaten sadaka, infak gibi paylaşım kavramlarını içine alan ve nefsin arınmasını amaçlayan Zekât’tır. (Bak.ZEKÂTIN VERİLMESİ (ATÜ EZ ZEKÂT” başlıklı yazı.)

Başka bir ayet:

Muhakkak ki Allah’ın Kitabı’nı okuyanlar ve salâtı ikame edenler (EKAMUS SALATE) ve onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açık infak edenler, asla kesilmeyecek bir ticaret ümit ederler. (35:29)

Salâtın ikamesi nasıl gerçekleştiriliyor? Allah’ın kitabını okuyarak…

Ve onlar, Rablerine icabet ederler ve salâtı ikame ederler (EKAMUS SALATE). Ve onlar, işlerini aralarında toplanıp istişare ederler. Ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. (42:38)

Salâtın ikamesi nasıl gerçekleştiriliyor? Rablerine icabet ederek…

Diğer ayetlerle birlikte düşünüldüğünde Rabbe icabet etmek, O’nun ilettiği vahye icabet etmekle gerçekleşmektedir…

Muhakkak ki Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun, gecenin üçte ikisinden daha azında, (bazen) onun yarısında ve (bazen da) onun üçte birinde kalktığını biliyor. Ve geceyi ve gündüzü Allah takdir eder, onu sizin asla hesaplayamayacağınızı bildi. Bu sebeple sizin tövbenizi kabul etti. O halde Kuran’dan size kolay geleni okuyun! Sizden bir kısmınızın hasta olacağını, diğerlerinin yeryüzünde, Allah’ın fazlından isteyerek dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah’ın yolunda savaşacaklarını bildi. Artık O’ndan size kolay geleni okuyun ve salâtı ikame edin (EKİMUS SALATE) ve zekâtı verin ve Allah için güzel bir şekilde borç verin! Ve nefsiniz için hayır olarak ne takdim ederseniz, onu Allah’ın indinde daha hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak bulursunuz. Ve Allah’a istiğfar edin (tövbe edip Allah’tan mağfiret dileyin)! Muhakkak ki Allah; Gafurdur, Rahimdir. (73:20)

Daha fazla söze gerek var mı? “Kuran’dan size kolay geleni okuyun ve salâtı ikame edin.” Yani salâtı nasıl ikame edeceğiz? Kuran’dan kolayımıza geleni okuyarak…

O'na yönelmiş kişiler olarak O'ndan sakının ve salâtı ikame edin (EKİMUS SALATE) ve sakın şirke sapanlardan olmayın. (30:31)

Kısacası salâtın ikamesi, Allah'ın vahyini okumak ile gerçekleştirilir. Bunu sağlamanın tek yolu, şirk batağına da düşmemek için sürekli vahyi okumak ve öğrenmektir yani vahye yönelmektir. Aksi takdirde Kuran'la ve dolayısıyla Allah ile bağlantı kurulmamış olur. Salâttan kopmak, müşrikliğe adım atmak demektir.

-     Salâtın İkamesinin Amacı

Salât yani vahye dönük olmak ve Allah ile iletişim; vahyi okumak ve öğrenmek ile gerçekleştiriliyordu. Peki, salâtın ikamesinin amacı nedir?

Muhakkak ki Ben, Ben Allah’ım. Benden başka ilah yoktur. Öyleyse Bana kul ol ve Beni zikretmek için salâtı ikame et (EKIMİS SALATE)! (20:14)

Kuran’daki “Zikri biz inzal ettik” ifadesine istinaden Müslümanlar için inzal edilen zikrin Kuran olduğu düşünülmelidir. Daha önceki inanırların muhatap oldukları vahiy kaynakları ise onların zamanında geçerli olan, Allah tarafından inzal edilmiş vahiylerdi.  

Ey iman edenler! Cuma günü salât (SALATİ) için nida olunduğu zaman hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. İşte bu, sizin için daha hayırlıdır, keşke bilseniz. (62:9)

Ve Rabbinin ismini zikretti ve de salâta katıldı (FE SALLA). (87:15)

Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi? (13:28)

Yukarıdaki ayetlere göre salâtın ikamesinin Allah’ı zikretmek için yapılması gerektiği anlaşılmaktadır…

Tabii ki Allah’ı zikretmek sadece lafla “Allah” demek değildir. Bunun yanı sıra Allah’ın inzal ettiği zikir ile muhatap olmak, onu okumak, öğrenmek ve anlamaktır…

Peki, Allah’ın zikri nedir? KURAN!

Muhakkak ki zikri Biz inzal ettik ve onun koruyucuları mutlaka biziz. (15:9)

Dolayısıyla Allah’ı zikretmek de yine O’nun indirdiği zikir olan Kuran ile yapılmalıdır.

Öyle erler vardır ki bir ticaret de bir alış-veriş de onları Allah'ın zikrinden ve salâtı ikame etmekten ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerle gözlerin döneceği/yer değiştireceği günden korkarlar. (24:37)

Allah’ın zikri yani Kuran da salâtın ikamesiyle yani vahyin okunması ve dolayısıyla vahyin sürekli okunmasının ayakta tutulmasıyla gerçekleştirilmektedir. 

DETAYLAR

-      Salâtın Anlamının “Destek” Olmayışı

Salâtın sözlükteki destek” anlamından yola çıkan bazı Kuran mümini kişiler ile bazı din âlimleri; aslında salâtın gereği olan zekât kavramının içinde değerlendirilmesi gereken sosyal destek ve paylaşım gibi uygulama kısmını, salât kavramının içine dâhil etmekte ve tanımlarını da buna göre yapmaktadırlar. Bu ise kavram karmaşasına yol açmaktadır.

Salât sonucunda vahiyden öğrenilenlerin uygulamaya sokularak yaşama alınması ve nefsin arındırılması, bir sonraki safha olan zekât kavramının konusudur.

Salâtın “destek” anlamında olduğunu savunan kişilerin sunduğu en önemli delil (33:56) ayetidir.
Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salât (YUSALLU) ederler. Ey iman edenler, siz (de) O’na salât (SALLU) edin! Ve (O’na) teslim olarak salât edin (SELLİMU)! (33:56)
Bu konu, “Allah ve Meleklerinin Nebiye Salâtı” ve “Müminlerin Nebiye Salâtı” başlıkları altında incelenmiştir.
(33:56) Ayetinde "salât" kelimesine "destek" anlamı verdiğimizde ayette anlam bütünlüğü açısından bir sıkıntı doğmasa da aynı anlam başka ayetlerde yerine oturmamaktadır. 
“Ya Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiği şeyleri ve de mallarımız konusunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana salâtın (SALATUKE) mı emrediyor? Muhakkak ki sen halimsin, reşitsin.” dediler. (11:87)

(11:87) Ayetinde görüldüğü gibi "salât" kelimesi yerine "destek" anlamı verildiğinde sıkıntı doğmakta yani konu anlamsız olmaktadır. Şöyle ki: “Ya Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiği şeyleri ve de mallarımız konusunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana DESTEĞİN mi emrediyor?” cümlesi, salâtın anlam bakımından “destek” olamayacağının bir göstergesidir. Zira “destek”, bir insana herhangi bir şey emretmemektedir.

Babalarının ibadet ettiği şeyleri ve de malları konusunda dilediklerini yapmayı terk etmelerini Şuayb’a emreden asıl kaynak, kendisinin salât ederken muhatap olduğu Allah’ın vahyidir.

Buna ilave olarak salâtın negatif enerji ve kaba pisliklerden temizlenmeyi amaçlayan bir ön şartı, ses tonu gibi bir iç şartı ve ayrıca vakit şartları olmasına rağmen destek fiilinin bu şartlarla bir bağlantısı yoktur. Örneğin salât Kuran’a göre vakitli bir eylemdir ama destek her vakit ve her şartta gerçekleştirilebilir.

Zaten "destekleme" olgusu Kuran içinde başka bir kelime ile ifade edilmiştir ve bu kelime Hemze-Ye-Dal kökünden gelmektedir:

Andolsun ki Biz, Musa’ya kitap verdik ve ondan sonra ardı ardına resuller gönderdik. Ve Meryemoğlu İsa’ya beyyineler (açık deliller) verdik ve onu Ruh’ül Kudüs ile destekledik (EYYEDNAHU). Öyle ki nefislerinizin hoşlanmadığı bir şeyle gelen resule karşı her defasında kibirlendiniz. Bu sebeple bir kısmını yalanladınız ve bir kısmını da öldürüyorsunuz. (2:87)

İşte Biz, o resullerden bir kısmını, diğerlerinin üzerine faziletli kıldık. Allah onlardan kimiyle konuştu kimini de derecelerle yükseltti. Ve Biz, Meryem’in oğlu İsa’ya beyyineler verdik. Ve onu Ruh’ül Kudüs ile destekledik (EYYEDNAHU). Eğer Allah dileseydi; onlardan sonra gelenler kendilerine beyyineler (açık deliller) geldikten sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Lakin ayrılığa düştüler. O zaman onlardan kimi iman etti kimi de inkâr etti. Eğer Allah dileseydi; birbirlerini öldürmezlerdi. Lakin Allah, dilediği şeyi yapar. (2:253)

Allah şöyle buyurmuştu; “Ey Meryem oğlu İsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruh'ül Kudüs ile desteklemiştim (EYYEDTUKE) de beşikte iken de yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitabı, Hikmet'i, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Benim iznimle nemli topraktan kuş şeklinde heykel yapmıştın sonra onun içine üflemiştin. Böylece Benim iznimle bir kuş olmuştu. Ve doğuştan kör olanı ve alaca tenliyi yine Benim iznimle iyileştiriyordun. Benim iznimle ölüleri çıkartıyordun. Ve onlara apaçık belgeler getirdiğin zaman İsrailoğulları’nın saldırısını senden savmıştım. O zaman onlardan kâfir olanlar; "Bu ancak sadece apaçık bir sihirdir." demişlerdi.” (5:110)

Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun! Meryemoğlu İsa’nın havarilere: “Kim Allah yolunda benim yardımcılarım olur?” dediği zaman havarilerin: “Biz Allah’ın yardımcılarıyız.” dediği gibi... Bunun üzerine İsrailoğulları’ndan bir grup iman etti, bir grup inkâr etti. O zaman iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik (EYYEDNE). Böylece onlar üstün geldiler. (61:14)

Eğer siz ona yardım etmezseniz inkâr edenler onu iki kişiden biri olarak çıkardıkları zaman ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş (EYYEDEHU), böylece inkâr edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (9:40)

Onların söylediklerine sabret, destek (EYDİ) sahibi kulumuz Davud’u zikret.  O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi. (38:17)

(2:87), (2:253), (5:110) ve (61:14) ayetlerinde görüldüğü üzere Meryemoğlu İsa, (9:40) ayetinde görüldüğü üzere Muhammed ve arkadaşı, (38:17) ayetinde görüldüğü üzere Davud; Allah tarafından desteklenmiş fakat ayetlerde “salât” kelimesi kullanılmamıştır. 

Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salât (YUSALLUNE) ederler. Ey iman edenler, siz (de) O’na salât (SALLU) edin! Ve (O’na) teslim olarak salât (SELLİMU) edin! (33:56)

(33:56) Ayeti ile karşılaştırdığımızda salât kelimesinin “destek” anlamına gelmediği anlaşılmaktadır.

Çarpışan iki fırka sizin için bir ibret olmuştur. Bir fırka Allah'ın yolunda savaşıyor ve diğeri kâfir olan, onları gözleri ile kendilerinin iki misli görüyorlardı. Ve Allah dilediğini, kendi yardımı ile destekler (YUEYYİDU). Muhakkak ki bunda, ulül ebsar (basiret sahipleri) için mutlaka ibret vardır. (3:13)

Ve siz yeryüzünde az olduğunuzu; aciz, güçsüz olduğunuzu hatırlayın. İnsanların sizi yakalamasından korkuyordunuz. O zaman sizi barındırdı ve sizi yardımı ile destekledi (EYYEDEKUM) ve sizi temiz rızıkla rızıklandırdı. Umulur ki böylece siz şükredersiniz. (8:26)

Ve eğer sana hile yapmak isterlerse o takdirde muhakkak ki Allah, sana kâfidir. Yardımı ile seni ve müminleri destekleyen (EYYEDEKE) O’dur. (8:62)

Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resul’üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki onların kalplerinin içine imanı yazdı. Ve onları, kendinden bir ruh ile destekledi (EYYEDEHUM). Ve onları altından nehirler akan cennetlere dâhil edecek. Onlar orada ebediyen kalacak olanlardır. Allah onlardan razı oldu. Ve onlar da O’ndan razı oldular. İşte onlar Allah’ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah’ın taraftarları, felaha erenler değil mi? (58:22)

(3:13), (8:26), (8:62 ve (58:22) ayetlerinde görüldüğü üzere Allah müminleri desteklemiş fakat bu ayetlerde “salât” kelimesi kullanılmamıştır.

Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salât (YUSALLİ) gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, müminlere Rahimdir. (33:43)

(33:43) Ayeti ile karşılaştırdığımızda salât kelimesinin “destek” anlamına gelmediği tekrar anlaşılmaktadır.

Ve sema; biz onu büyük bir destek (EYDİN) ile bina ettik. Ve muhakkak ki genişletici olan elbette biziz. (51:47)

(51:47) Ayetinde bir kez daha görüldüğü gibi “destek” anlamında salât kelimesi kullanılmamıştır. Salât kelimesinin anlamı “destek” veya ”desteklemek” olsaydı, bu ayetlerde salât kelimesinin kullanılması gerekirdi. 

 -     Salâtın Anlamının “Toplumsal Paylaşım, Yardımlaşma ve Dayanışma” Olmayışı

Salât kelimesinin anlamlandırılmasıyla ilgili hatalardan bir diğeri, sözlüklerdeki “destek” anlamına dayanarak tanımının toplumsal yardımlaşma ve dayanışma olarak yapılmasıdır. Yani salât kavramının içine yardım, toplumsal yardımlaşma ve dayanışma olgularının sokulmasıdır.

Oysaki Kuran içinde "toplumsal yardım, paylaşım ve dayanışma" olgusu da tıpkı "destek" olgusu gibi, başka bir kavram ile zaten ifade edilmiştir ve Ayn-Vav-Nun kökünden gelmektedir:

Yalnız sana kul oluruz ve yalnız senden yardım (NESTAİNU) isteriz. (1:5)

Musa kavmine şöyle dedi: “Allah’tan yardım (İSTAİNU) isteyin ve sabredin! Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona varis kılar. Ve sonuç takva sahiplerinindir.” (7:128)

Ve üzerinde yalancı kan bulunan gömleğini getirdiler. Dedi: “Hayır. Sizi, nefsiniz bir işe sevk etti. Artık bundan sonrası güzel sabırdır. Sizin anlattığınız şeye karşı yardım (MUSTEANU) istenecek olan Allah’tır.” (12:18)

Dedi ki: “Rabbim hak ile hüküm ver. Ve bizim Rabbimiz, sizin vasıflandırmalarınıza rağmen yardım (MUSTEANU) istenilen Rahmandır.” (21:112)

(1:5), (7:128), (12:18) ve (21:112) ayetlerine göre “yardım” kelimesi, “nestainu” kelimesi ve türevleriyle ifade edilmiştir ve bu haliyle salât ile bir ilgisi yoktur. Allah’tan istenilecek yardım, bu kelimeyle ifade edilmiştir.

Sabırla ve salâtla (SALÂT) yardım (VESTEİNU) isteyin. Ve muhakkak ki o, huşu sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir. (2:45)

Ey iman edenler! Sabır ve salâtla (SALÂT) yardım (İSTAİNU) isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir. (2:153)

(2:45) ve (2:153) ayetlerinden anlaşıldığına göre yardımın, sabır ve salâtla istenilmesi öğütlenmiştir. Dolayısıyla salât ayrı, yardım ayrı olgulardır ve bu yüzden farklı kelimelerle ifade edilmişlerdir.

Hatırlanırsa Zekeriya da mihrapta salât ederken Rabbinden bir erkek evladı doğması için yardım istemiş ve kendisine Yahya müjdelenmişti.

Bunun üzerine, o mihrapta kaim olarak salât ederken (YUSALLİ) melekler, Allah'ın onu, Allah'tan bir kelimeyi tasdik edici olarak, seyyid, nefsine hâkim ve nebi olan, salihlerden "Yahya" ile müjdelediğini seslendiler. (3:39)

Dediler ki: “Bizim için Rabbine dua et, onun ne olduğunu bize açıklasın.” Dedi ki: “Muhakkak ki O buyuruyor ki o mutlaka ne genç, ne de yaşlı, ikisinin ortası yaşta (AVANUN) bir inektir. Artık emrolunduğunuz şeyi yapın.” (2:68)

(2:68) Ayetindeki "avanun" kelimesinin, diğer ayetlerdeki "yardım" anlamından yola çıkarak yine "yardım" ile ilgili bir anlama gelmesi gerektiği düşünülmelidir. İsrailoğulları’nın buzağıya tapmaları nedeniyle bu ineğin kesilmesi istendiğine göre; kesildiğinde "yardımlaşmaya yarayacak" anlamına geliyor olabilir. 

Ey iman edenler! Allah’ın işaretlerine, Haram şehre ve hidayetine ve hayvanlarına ve Rablerinden bir fazl ve rızasını isteyerek Beyt-el Haram’a gelenlerin güvenliğine saygısızlık etmeyin. Ve yasaklılıktan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-il Haram’dan alıkoymalarından dolayı bir kavme beslediğiniz kin, sakın sizi haddi aşmaya sevk etmesin. Birr ve takva üzerine yardımlaşın (TEAVENU). Günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın (LA TEAVENU). Allah’a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah azabı şiddetli olandır. (5:2)

(5:2) Ayetine göre iman edenlerin birbirleriyle yardımlaşmaları yine aynı kelimenin türevleriyle ifade edilmiştir.

“Bu konuda Rabbimin beni kuvvetlendirdiği şeyler daha hayırlıdır. Şimdi bana kuvvet ile yardım (EİNUNİ) edin. Onlarla sizin aranıza çok sağlam bir engel yapayım.” dedi. (18:95)

Ve kâfirler: “Bu, sadece onun uydurduğu bir yalandır. Ona bu konuda diğer kavimler de yardım (EANEHU) etti.” dediler. Böylece onlar, batılla ve zulümle gelmiş oldular. (25:4)

(18:95) ve (25:4) ayetlerindeki yardım kelimesi de aynı kelimenin türevleriyle ifade edilmiştir.

Salâtın anlamının "destek", “yardım” veya "toplumsal yardımlaşma, paylaşım ve destek" olarak düşünülemeyeceği; belli vakitlerde yapılmasından, ön şartı olan temizlikten, iç şartı olan ses tonundan da ayrıca anlaşılmaktadır.

-     Salâtın Anlamının “Çalışma” Olmayışı

Salât kelimesinin anlamlandırılmasıyla ilgili düşüncelerden bir diğeri de salâtın anlamının “çalışma” olduğudur. Dolayısıyla bu düşünceye göre insanın yaptığı her iş ve çalışma bir salâttır.

Hâlbuki “çalışma” fiili, Kuran'da Sin-Ayn-Ya kökünden gelen başka bir kelime ile zaten geçmektedir. 

Örnek: 

Ve insan için çalışmasından (SEA) başka bir şey yoktur. (53:39)
Ve onun yaptığı çalışma (SAYEHU), yakında görülecektir. (53:40)

Salâtın anlamının “çalışma” anlamına gelmediği, birkaç ayetle ispatlanabilmektedir:

“Ya Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiği şeyleri ve de mallarımız konusunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana salâtın (SALATUKE) mı emrediyor? Muhakkak ki sen halimsin, reşitsin.” dediler. (11:87)

(11:87) Ayetinde bahsi geçen Şuayb'ın salâtı yerine “çalışma” fiili koyulduğunda ayet anlamsız olmaktadır. “Çalışma” fiilini ayetteki salât kelimesinin yerine koyduğumuzda ayetin yeni şekli şöyle olmaktadır:

“Ya Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiği şeyleri ve de mallarımız konusunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana ÇALIŞMAN mı emrediyor? Muhakkak ki sen halimsin, reşitsin.” dediler.

Peki, “çalışmak” insana bir şey emreder mi? Hele ki Şuayb’ın çalışması,  ayette Şuayb’a seslenen kişilerin babalarının ibadet ettiği şeyleri ve malları konusunda dilediklerini yapmayı terk etmelerini emretmiş olabilir mi? Oysaki salât “vahiy öğrenimi” olursa o takdirde anlam yerine oturmaktadır. Şuayb’a emreden gerçek şey, Şuayb’ın aldığı vahiy bilgisiydi, vahiy öğrenimiydi ve Şuayb bu bilgileri insanlara aktarıyordu.

Onlardan ölen bir kimsenin üzerine ebediyen salâta katılma (TUSALLİ) ve onun kabri başında durma. Çünkü onlar, Allah’ı ve O’nun Resul’ünü inkâr ettiler ve onlar fasık olarak öldüler. (9:84)

(9:84) Ayetindeki salât kelimesi yerine “çalışma” anlamı koyulduğunda ayet şöyle olacaktır:

Onlardan ölen bir kimsenin üzerine ebediyen ÇALIŞMAYA katılma ve onun kabri başında durma. Çünkü onlar, Allah’ı ve O’nun Resul’ünü inkâr ettiler ve onlar fasık olarak öldüler.”

Böyle anlamsız bir anlam olunca ardından; “ölen bir kimsenin üzerine kabri başında durup, ebediyen katılmamamız gereken çalışma nedir?” diye sormak icap etmektedir.  

De ki: “Allah diye çağırın veya Rahman diye çağırın. Nasıl çağırırsanız hepsi O’nun en güzel isimleridir.” Salâtında (SALATİKE) (sesini) yükseltme ve onu (sesini) alçaltma. Bu ikisi arasında bir yol tut. (17:110)

(17:110) Ayetinde “salât” yerine “çalışma” fiilini koyduğumuzda ayet yine anlamsızlaşmaktadır.

Ey iman edenler! Sal
âta (SALATİ) kalktığınız zaman yüzlerinize ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın ve başlarınıza mesh edin (sürün) ve ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayın. Eğer cünüp iseniz o takdirde iyice temizlenin. Eğer hasta veya yolcu iseniz veya biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara yaklaşmış ise eğer su bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa teyemmüm edin. Ve de ondan yüzlerinize ve ellerinize mesh edin (sürün). Allah size güçlük çıkarmak istemez, sizi temizlemek ve sizin üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Umulur ki böylece siz şükredersiniz. (5:6)

(5:6) Ayeti düşünüldüğünde her çalışmaya başlamadan önce abdest alınması gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Zira birçok iş kolunda insanların zaten pislik, kir, pas içinde çalıştıkları göz önüne alındığında ve ayrıca çalışmanın en azından gece veya gündüz olarak çoğu zaman yarım gün sürdüğü düşünüldüğünde bunun mümkün olmadığı anlaşılacaktır.

Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan ve içinizden henüz erginlik çağına girmemiş olanlar, sabah salâtından (SALATİL FECRİ) önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve akşam salâtından (SALATİL IŞAİ) sonra sizden üç defa izin istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için ne de onlar için bir mahzur yoktur. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklar. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (24:58)

(24:58) Ayetinde bahsi geçen vakitlerin çalışma vakti olmadıkları açıkça anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla salâtın “çalışma” olamayacağı hem sıraladığımız hem de örneklerini artırabileceğimiz salât ile ilgili diğer ayetlerden anlaşılmaktadır.

-     Salâtın Anlamının “Namaz” Olmayışı

Kuran’a göre salâtın anlamının “namaz” olmayışının en büyük delili, Kuran’da “namaz” kelimesinin yer almaması ve namaz gibi bir ritüelin tarif edilmemiş olmasıdır. Bu yüzden başlıklarımız içinde yer alan bu konuda Kuran’dan herhangi bir ayet, delil olarak sunulmamıştır. Çünkü Kuran’da adı geçmeyen bir şeyin ayet olarak delili de olmayacaktır. Ancak ayetlerde geçen “salât” kelimesi ve “salâtın ikamesi” tamlaması geçen yerlerde “namaz kılmak” anlamı verildiğinde ortaya çıkan tutarsızlıklar gözlenebilecektir.

Örnekler:

Sizin veliniz sadece Allah ve O’nun Resulü ve iman edip, SALÂTI İKAME EDEN (YUKİMUNES SALATE) ve zekâtı veren kimselerdir ve onlar rükû edenlerdir. (5:55)

Sizin veliniz sadece Allah ve O’nun Resulü ve iman edip NAMAZ KILAN (YUKİMUNES SALATE) ve zekâtı veren kimselerdir ve onlar rükû edenlerdir. (5:55)

(5:55) Ayetini düşündüğümüzde geleneksel namazın içinde zaten rüku varken ayette ayrıca “rüku edenler” şeklinde zikredilmesi anlaşılır bir şey değildir. Bir diğer husus, eğer rükû ayette ayrıca zikredildiği halde namazın içine dâhil edilmişse ondan önce gelen zekât niçin dâhil edilmemiştir? Beş vakit namaz kılmayı ve namazın içinde rüku yapmayı kendilerine görev yapanlar, beş vakit zekât vermeyi neden görev kabul etmemişlerdir?

Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara SALÂT ET (SALLİ). Çünkü senin SALÂTIN (SALATEKE) onlar için sükûnettir. Allah, hakkıyla işitendir ve hakkıyla bilendir. (9:103)

Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara NAMAZ KIL (SALLİ). Çünkü senin NAMAZIN (SALATEKE) onlar için sükûnettir. Allah, hakkıyla işitendir ve hakkıyla bilendir. (9:103)

(9:103) Ayetinde “salât” kelimesi yerine “namaz” kelimesini koyduğumuzda; resulün, kendilerinden sadaka aldığı insanlara namaz kılması gibi garip bir durum ortaya çıkmaktadır.

“Ya Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiği şeyleri ve de mallarımız konusunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana SALÂTIN (SALATUKE) mı emrediyor? Muhakkak ki sen halimsin, reşitsin.” dediler. (11:87)

“Ya Şuayb! Babalarımızın ibadet ettiği şeyleri ve de mallarımız konusunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana NAMAZIN (SALATUKE) mı emrediyor? Muhakkak ki sen halimsin, reşitsin.” dediler. (11:87)

(11:87) Ayetinde “salât” kelimesi yerine “namaz” kelimesini koyduğumuzda; Şuayb’a sanki kıldığı namaz bir şey emrediyormuş gibi tuhaf ve anlamsız bir durum ortaya çıkıyor.

“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! SALÂTI İKAME ETMELERİ (YUKİMUS SALATE) için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.” (14:37)

“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! NAMAZ KILMALARI (YUKİMUS SALATE) için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.” (14:37)

(14:37) Ayetinde “salât” kelimesi yerine “namaz” kelimesini koyduğumuzda; İbrahim’in çocuklarından bazısını namaz kılmaları için kutsal evin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdiği gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. İbrahim’in çocuklarını oraya yerleştirmesinin gerekçesi, namaz kılmaları içindir. Hâlbuki namaz kılmak için insanların bir yerden başka bir yere gitmesine, hele hele ekin bitmez bir vadiye yerleştirilmesine hiç gerek yoktur.

Semalarda ve arzda olanların ve saflar halindeki kuşların, Allah’ı tespih ettiğini görmedin mi? Hepsi SALÂTLARINI (SALATEHU) ve tespihlerini bilmişlerdir. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir. (24:41)

Semalarda ve arzda olanların ve saflar halindeki kuşların, Allah’ı tespih ettiğini görmedin mi? Hepsi NAMAZLARINI (SALATEHU) ve tespihlerini bilmişlerdir. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir. (24:41)

(24:41) Ayetinde “salât” kelimesi yerine “namaz” kelimesini koyduğumuzda; semalarda ve arzda olanların hepsi namazlarını biliyorlar ve kılıyorlarmış gibi anlamsız bir durum ortaya çıkmaktadır.

Sizi, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize SALÂT (YUSALLİ) gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, müminlere Rahimdir. (33:43)

Sizi, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize NAMAZ (YUSALLİ) gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, müminlere Rahimdir. (33:43)

(33:43) Ayetinde “salât” kelimesi yerine “namaz” kelimesini koyduğumuzda; Allah ve meleklerinin üzerimize namaz göndermesi gibi anlamsız bir durum ortaya çıkmaktadır.

Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye SALÂT EDERLER (YUSALLU). Ey iman edenler, siz (de) O’na SALÂT EDİN (SALLU)! Ve (O’na) teslim olarak SALÂT EDİN (SELLİMU)! (33:56)

Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye NAMAZ KILARLAR (YUSALLU). Ey iman edenler, siz (de) O’na NAMAZ KILIN (SALLU)! Ve (O’na) teslim olarak NAMAZ KILIN (SELLİMU)! (33:56)

(33:56) Ayetinde “salât” kelimesi yerine “namaz” kelimesini koyduğumuzda; Allah ve meleklerinin nebiye namaz kılması gibi absürt bir durum ortaya çıkmaktadır.

Bir zamanlar İbrahim için o evin yerini, şöyle diyerek hazırlamıştık: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma, evimi; tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükû-secde edenler için temizle.  (22:26)

(22:56) Ayeti kıyam, rüku ve secde kelimelerinin yan yana geçtiği tek ayet olmasına rağmen bu kavramların Kuran içindeki anlamlarına bakıldığında; bu ayetin namazın tarifini içerdiği düşünülememektedir.

Peki, nasıl olmuş da Kuran’da çok farklı anlamlarda yer alan kıyam, rükû, secde gibi kavramlar veya hiç yer almayan namaz, rekât sayısı gibi uygulamalar İslam Dini içine girebilmiştir? Bu soruyu şu şekilde cevaplamak mümkündür:
Yerine getirdikleri geleneksel dini alışkanlıklarını sürdürürken Kuran’ın vahyi ve İslam’ın yayılması üzerine İslam Dini’ne girmek zorunda kalan bazı kişiler; resulün ve dava arkadaşlarının vefatından sonra Kuran’ın bazı kavramlarını eski geleneklerine göre yorumlayarak ve konuyla ilgili uydurma rivayetler üreterek eski ibadetlerini devam ettirmek istemişlerdir. Böylece Kuran ayetlerini değiştiremeseler bile örneğin salât ve zekât gibi birçok kelimenin anlamını saptırmışlar; işlerine gelen anlamı kelimelere yükleyerek ve bu anlamları destekleyecek rivayetler ve hadisler uydurarak emellerine büyük ölçüde ulaşmışlardır.

Maalesef ki dinlerini Kuran’dan değil de doğruluğu şüpheli rivayetlerden ve birbirlerinden taklit yoluyla öğrenen Müslümanlar, gördükleri ve duydukları hemen hemen her şeyi doğru bilip, benimseyerek namazı da bugünlere dek sürdürmüşlerdir.

Müslüman din adamlarının Kuran’ı gelenek ve atalar gözlüğüyle okumaya kalkışmaları ve geleneklerde yaşatılan namazı Kuran’da aramaları ama bulamamaları dolayısıyla uydurma rivayetlerin ve hadislerin de etkisiyle atalarına hak vererek Kuran’daki salât kavramının namaz ritüeli olduğuna kanaat getirmeleri; bu anlayışın zamanla iyice yerleşmesine ve benimsenmesine sebep olmuştur.

Bu fikri benimseyen ve gelenekleriyle yaşatan genel çoğunluk din adamı; Kuran’da namaz adlı bir ritüelin geçmediğini fakat bunun yerine salât kavramının olduğunu, salât ve namazın aynı şeyler olmadığını iddia eden düşünürlerin veya fikir akımlarının seslerini duyurmalarına da imkân vermemişlerdir. Çünkü namazın ortadan kalkması veya gerçek anlamının ortaya koyulması demek; gösterişli camilerin ve maaşlı din adamlarının ortadan kalkması, müminlerin gerçek salâta yani Kuran’ı yaşamlarında uygulamak üzere okuyarak anlamaya yönelmesi dolayısıyla da din adamlarının işlerinin son bulması anlamına gelmektedir.

Şekilsel hareketlerle gerçekleştirilen namaz kılma eylemi, İslam Âlemi’ne rivayetler aracılığıyla rahatça girebilmiştir. Çünkü bir rivayet Allah’ın resulüne dayandırıldığında, Müslümanlar için akan sular durmaktadır. Hâlbuki Müslümanlar aynı dikkat ve özeni Allah’ın ayetlerine karşı göstermemektedirler. Hatta günümüzde rivayet ve hadisleri, Allah’ın ayetlerinden daha muteber gören pek çok din adamı ve gruplar mevcuttur. İşte İslam öncesi din mensuplarının bu zayıf noktayı çok iyi değerlendirmeleri, bir çok konuda olduğu gibi Kuran dışı bir ritüel olan namazı da İslam’a kolayca sokmalarını sağlamıştır.

İslam’a dışarıdan monte edilen namazın tek dayanağı, Müslümanların zayıf karnı olan rivayetlerdir. Rivayetlere göre Allah’ın resulü Muhammed namaz kılmıştır ve günümüzde namaz kılanların iddiasına göre Müslüman tarihçesinde resulün namaz kılmadığına dair bir rivayet de yoktur. Dolayısıyla resulün namaz kılmadığına dair bir itirazın bulunmayışı, namazın kılınması gereken bir gerçek olduğuna dair delil olarak sunulabilmektedir. Hâlbuki bu geleneksel anlayış açısından Kuran’a göre örneğin İsa da yaşamı boyunca namaz kılmış olmalıdır fakat Hıristiyan tarihçesinde İsa’nın namaz kıldığına dair de bir iz bulunmamaktadır. Bu durum, “tarihi kazananlar yazar” sözünün güzel bir örneği sayılmalıdır. Yani Kuran ile örtüşmeyen rivayet tarihi asla delil olarak sunulmamalıdır.

Benzer şekilde yine rivayetlere göre Allah’ın resulü Muhammed'den önce, İbrahim'den beri bütün resul ve nebiler de namaz kılmıştır. Ancak her ne hikmetse Allah’ın indirdiği hiç bir kutsal kitapta kıldıkları namazın tarifi yoktur.
Namaz'ın adı veya tarifi de ne Tevrat'ta, ne Zebur'da, ne İncil'de, ne de Kuran'da bulunmamakta iken Kuran'dan bir tarif çıkarmaya çalışmak çok zorlama ve gülünç bir çaba olmaktadır.

"Dinin direği" şeklinde nitelenen böyle önemli şekilsel bir ibadetin, Allah tarafından kendi koruma garantisi altında olmayan rivayetlerin güvenilirliğine teslim edilmiş olması; Kuran perspektifinde düşünüldüğünde çok garip, aklen ve mantıken kabul edilemez bir durumdur.

Kuran içerisinde geleneksel namaz ritüelini oluşturan kıyam, rükû, secde gibi namazın parçası olduğu belirtilen kelimelerin namazdaki sırasıyla bir arada geçtiği bir ayet de yoktur. Üstelik bu kelimelerin geçtiği ayetlerde, bu kavramların tamamının namazın birer parçası olduklarına dair bir delil de yoktur. Ayrıca bu kelimelerin anlamları, Kuran’ın genelindeki gerçek anlamlarından saptırılmıştır. Oysaki namaz kılmanın nasıl yapılacağı belli olsaydı; Allah’ın bunu da tıpkı abdest konusunda olduğu gibi bir ya da birkaç ayetle tarif etmiş olması gerekirdi.

Namaz ile ilgili rivayetlerin Allah’ın resulü Muhammed'e dayandırılmış olmasına rağmen kendisinin ağzından tek bir hadis ile namazı tarif etmenin imkânı da yoktur. Namazı hadislere göre tarif etmek için en azından birkaç tane hadisin veya rivayetin bir araya getirilip, bir tarif çıkarılması gerekmektedir. Böyle bir tarifle bile namazı geleneksel anlayışa göre eksiksiz ve doğru olarak kılmanın olanağı yoktur. Zira bu konuda mezhepler arasında ihtilaflar bulunmaktadır.
Ayrıca Kuran'a göre namazın günde beş vakit kılınacağı açıkça geçmediği gibi bu konuyla ilgili yapılan yorumlar, geleneklerle ayetleri örtüştürmeye yönelik zorlama yorumlardır.

Aynı şekilde Kuran’da, geleneksel anlamdaki namaz sırasında yapılan kıyam, rükû ve secde hareketlerinin tekrarını ifade eden “rekât” kelimesi de bulunmamaktadır. Dolayısıyla Kuran'a göre hangi namaz'ın kaç rekât olacağı da belli değildir. Namazların sadece iki rekât olması gerektiği düşüncesi, savaş zamanı yapıldığı iddia edilen namaza dayandırılmaktadır. Buna rağmen geleneksel uygulamada Cuma namazı hariç sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı namazları içinde sadece iki rekât kılınarak bitirilen bir namaz yoktur. 

Üstüne üstlük diğer bazı dinlere mensup insanların kendilerine özgü bir şekilde namaz kılıyor veya benzer ritüelleri yapıyor olmaları; namazın eskiden beri süregelen geçerli ve doğru bir ibadet olduğuna dair delil olarak sunulurken her ne hikmetse İslam'a diğer dinlerden bulaşmış geleneksel bir ritüel olabileceği düşünülmemektedir. Oysaki namaz kılmanın kökeninde ateşe, Güneş'e tapma gibi putperest geleneklerinin bulunduğu herkesçe bilinmektedir. Buna rağmen Cibril’in, Allah’ın resulü Muhammed’e Kuran dışı iletişimle namaz kılmayı öğrettiği; buna da gerekçe olarak önceki kitap ehlinin namaz kılmayı unuttuğu iddia edilmiştir.   

Kuran’daki kesin açıklamalara göre sadece Kuran'a tabi olan Allah’ın resulü Muhammed'in namaz gibi, Allah’ın indirmiş olduğu hiçbir kutsal kitapta yer almayan fakat yerine getirilebilmesi için tarife ihtiyaç duyulan bir ritüeli kendi kafasından üretmesi veya Kuran harici vahiy alarak uygulamış olması düşünülemeyecek bir alternatiftir. Zira Kuran’ın açıklamalarına göre Allah’ın son nebisi ve resulü olan Muhammed’in, Allah tarafından kendisine yüklenilmiş görevine göre Kuran’a herhangi bir ekleme veya ondan bir çıkarma yapması kesinlikle yasaktır.

Velev ki Allah’ın resulü Muhammed tarafından namaz kılınmış olsa bile; kendisinin de Kuran'a tabi olması ve namazın tarifinin Kuran'da bulunmaması dolayısıyla ancak ve ancak eski geleneklere müdahale etmek istemeyişine yönelik kendi yorumu ve uygulaması kabul edilmeli ve asla şart koşulmamalıdır. Zira Kuran’da hiçbir şekilde adı geçmediği için namazın kılınışının bir mükâfatı veya kılınmayışının dünyevi bir yaptırımı da bulunmamaktadır. Ancak Kuran’a rağmen rivayet dininde namaz kılmamanın çeşitli cezaları bulunmaktadır. Aklı evvel din adamları, güya Allah’ın unuttuğu veya eksik bıraktığı konuları resule iftira ettikleri rivayetlerle tamamlamışlardır.

Günümüzdeki namaz öncesinde abdest alınan, belli vakitlerde yerine getirilen ve içerisinde çeşitli dua ve ayetlerin okunduğu; kıbleye doğru dönülerek kıyam, rükû ve secde olarak adlandırılan hareketlerin gerçekleştirilmesiyle oluşan şekilsel bir ibadettir.

Daha geniş ifade etmek gerekirse atalardan taklitle süregelen namaz; delili ve dayanağı sadece rivayetler olan, şekil şartına bağlanmış, Allah'tan gelen ayetlerin ve insan sözü duaların Kuran’daki kıyam, rükû, secde gibi kavramlara dayandırılarak isimlendirilmiş şekilsel hareketlerle anlayarak ya da anlamayarak Allah'a geri okunması yani seslendirilmesidir. Cuma Namazı da aynı uygulamanın topluca yapılmasıdır.

Kuran’a göre Cuma (toplanma) gününde müminler salâtı yerine getirmek için yani Allah’ın zikri Kuran’ı müzakere etmek ve güncel meselelere vahiysel çözümler üretmek amacıyla bir araya gelerek yoksula sahip çıkmalı, düşküne el uzatmalı, yetimin başını okşamalı, kimsesizlere kimse olmalıdırlar.

Oysaki günümüz geleneksel İslam’ını uygulayan Müslümanlar,  şekilsel bir görev belledikleri namazı, ayin havasında topluca yerine getirmektedirler. Yüksek miktarlı paralar harcanarak yapılmış gösterişli camiiler içinde zengin, fakir, kentli, köylü erkekler yan yana, omuz omuza birbirinin derdinden habersiz; yoksullar, düşkünler, yetimler, kimsesizler için Allah’a dua etmektedirler! Üstelik “Ey iman edenler” hitabıyla başlayan Cuma ayetini, “Ey iman eden erkekler” şeklinde yorumlayarak kadınlara ibadet hakkı tanımamaktadırlar. Namaz bitince de camiden çıkıp, çoğu kere birbirlerine selam bile vermemektedirler. Namaz kılarak görevini yerine getirmiş olmanın verdiği psikolojik rahatlık içinde; el açan dilenciye bozuk para verip, cennete talip olabilmektedirler. Cami ve namaz haricindeki gerçek hayatta ise çoğu zaman birbirlerini tanımamakta, yardım etmemekte, birbirlerine faiz uygulamakta, borçlulara haciz ve icra yoluna gitmekten çekinmemektedirler.

Müslümanların bu yaşam tarzına girmiş olmalarının nedeni, vahyin uygulanmak üzere anlaşılması olan Kuran’daki gerçek salâtın işlevinin ortadan kaldırılarak namaz adlı şekilsel bir ibadete dönüştürülmesidir.

Tekrar belirtmek gerekir ki "namaz" kelimesi Farsça olup, Kuran'da olmayan bir kelimedir. Bunun yerine Kuran'ın orijinalinde "salât" kelimesi ve bu kelimenin türevleri geçmektedir. Neredeyse günümüzdeki bütün mealciler ve çevirmenler de Kuran’daki salât kelimesini ve kelimenin türevlerini (kelimenin ayetlerdeki gramerle ilgili değişik kullanımlarını) namaz ritüeliyle değiştirmişlerdir.

Salâtın ikamesinin “namaz kılmak” anlamına geldiği; geleneksel bir ritüel olan namazın Kuran’da bulunmaya çalışılmasının zorlama bir yorumudur ve Kuran’dan dayanağı yoktur. Dolayısıyla din adamlarının kendi anlayışlarını Kuran’a sokma ve insanları bu şekilde yönlendirme fiilinin sonucudur. Böyle bir yargıya karşılık Kuran’da salâtın ikamesi geçen her ayette “namaz kılmak” anlamı yerine oturmamaktadır. Bunun sonucunda da salâta değişik anlamlar verilmesi gerekmiş; ayetler arasında veya anlam bakımından çelişkiye sebebiyet verilmiştir. Yani bazı ayetlerde salât kelimesinin türevlerine yükledikleri bu anlam, ayette bahsi geçen konuyla uyuşmadığı için bu defa kelimeye farklı anlamlar yüklemişler ve Kuran içerisinde çelişkiye yol açmışlardır. Bu çelişkileri de ‘kelimelerin birden fazla anlamı vardır ve ayetteki konuya göre kelimeye bu anlamlardan biri verilir’ şeklinde savunmuşlardır.

Kuran'da namazın hem kelime olarak hem de şekilsel bir tarif olarak karşılığının bulunmaması dolayısıyla Kuran'daki "salât" kelimesi, din adamları tarafından "namaz" olarak yorumlanmıştır. Yani bu anlayış yüzünden "salât" kelimesinin anlamı "namaz" şeklinde; "ekimus salât" kavramının anlamı da "namaz kılmak" şeklinde başka bir kavrama dönüştürülmüş durumdadır. Doğal olarak salât ile ilgili ayetlerin çevirilerinde veya yorumlarında "namaz kılmak" karşılığını gören insanlar, geleneksel uygulamadaki şekilsel "namaz kılma" ibadetini düşünmeye yönlendirilmişlerdir. Dolayısıyla doğumundan yaşadığı ana kadar çevre ve geleneklerin içerisinde yetişen ve genellikle onlardan etkilenerek dinlerini öğrenen insanlar, namazı da şekilsel bir ritüel olarak birbirlerinden öğrenmekte; Kuran’da “namaz kılmak” şeklinde meallendirilen salât kavramını da akıllarında bu şekliyle canlandırmaktadırlar. Böylece salât ederek yani Kuran'ı öğrenerek vahyin rehberliğini hayatlarında uygulayacaklarına; namaza yönlendirilerek sayılara ve şekillere boğulmuş bir halde ve çoğu zaman ne dediğini bilmeden dini vecibelerini yerine getirmiş olma psikolojisiyle hem Kuran’dan hem de Dünya işlerinden uzak tutulmuşlardır. Sonuçta Kuran okuyucuları ile samimi müminler, diğer birçok konuda olduğu gibi bu çok önemli konuda da yönlendirilmiş ve yanıltılmışlardır.

Bütün bu açıklamalara rağmen geleneksel uygulamadaki namaz'ı isteyen istediği şekliyle veya genel kabul gören şekliyle yapabilir, rivayetlerle gelen Allah’ın resulü Muhammed'in uygulamalarına dayandırabilir, kendi açısından Kuran'a aykırı görmediği için doğru kabul edebilir ancak "Kuran'daki salât, namazdır " demek, büyük bir vebaldir.


Geleneksel namazın unsurları olan kıble, kıyam, rükû, secde gibi şekilsel hareketler Kuran’dan incelendiğinde; bu kavramların gerçekte şekilsel hareketlerin isimleri olmayıp, daha geniş ve kapsamlı anlamlarda kullanıldıkları anlaşılmaktadır. (“EK KONULAR” başlığı altındaki konuları okuyunuz.)

En Doğrusunu ALLAH Bilir.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

18 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir kelimenin veya kavramın Kuran'ın inzalinden daha önceki uygarlıklarda da kullanılmış olması; normal olmakla beraber onun anlam kaymasına uğramadığının göstergesi olamaz. Bırakalım eski uygarlıkları bazı Kuran kavramları bile yüzyıllar içinde anlam kaymasına uğramıştır. Bunun en büyük sebeplerinden biri yine eski uygarlıkların (ataların) etkisinde kalmaktan ve Kuran'ı bu şartlanmışlıkla okumaktır.

      Bize Kuran'ı öğreten Rabbimizdir. Salatın nasıl ikame edileceğinin tarifi Kuran'da mevcuttur. Dua ise Kuran'da zaten başka bir kelimeyle ifade edilmiş bir kavramdır. Lisanü'l Arab'ta "salat duadır ve istiğfardır" denilmiş olması bir Allah sözü değildir. Kaldı ki Arapça bilmek Kuran'ı okumaya yetse de yorumlamaya ve Allah'ın ne demek istediğini anlamaya yetmeyebilir. Bunu Arapların günümüzdeki hallerine bakarak rahatlıkla anlayabiliriz.

      Örneğin namazın ise ne Kuran'da ne Allah'ın inzal ettiği herhangi bir kutsal kitapta tarifi yoktur.

      Sil
  2. Gerçekten böylesine yorumlayan ender kişilerdensin. Çalışman değerli ve seni destekler nitelikte bir alıntı paylaşayım dedim. Çünkü çok iyi yerlerden yakalamışsın konuyu ancak bu gönderdiklerime değinmemişsin. Bunlarda ek bir bilgi olsun.


    Salat
    Namasteciler, maide 6 ve nisa 102'yi namazın varlığına delil diye getiriyorlar. gerisi salat gördükleri yere namaz yazmak! gelin bir kez daha okuyalım bakalım ayetler ne anlatıyor...

Maide 6-7 kuranın ilk öğrencilerinin vahyi öğrenmek için toplanacakları zaman nasıl temizleneceklerini söylüyor. temizlik işlemlerini geçiyorum ayetin son kısma dikkat ...allah üzerinize nimetini tamamlamak istiyor... (5/6) diyor bu ayet nimetin henüz tamamlanmadığı dönemi anlatıyor. doğal olarak elçi döneminde vahiy gelmeye devam ediyor ve bir sonraki ayeti okuduğunuzda : Allah’ın, size olan nimetini ve “işittik ve itaat ettik.” dediğinizde, onunla sizi bağladığı sözünüzü hatırlayın...(5/7) vahyin öğrenilmesi olduğu daha bariz anlaşılıyor. Es salat için toplanacaklarından temizleniyorlar, resul vahyi beyan ediyor, iman edenler “işittik ve itaat ettik” diyor. işte resule itaat de budur! allah nimetini Maide 3’te tamamladığını ve bizim için islamı seçtiğini söylüyor. Namasteciler, namazdan sonra “işittik ve itaat ettik” mi diyorsunuz?

nisa suresi 102. ayet : Aynı şekilde nisa 102'de savaş ortamında veya tehlikeli ortamda vahyin nasıl öğrenildiğini, yayıldığını anlatıyor, birbirlerini koruyarak vahyi öğreniyorlar. (enfal 66-70 gibi ayetler savaş öncesinde gelmiş ayetlerdir.) vahyi öğrenen "secde" ediyor. secde etmek yere kapaklanmak değil, muhatabın üstünlüğünü kabul etmek demektir. (İşittik ve itaat ettik demeleri gibi..) melekler adem'e secde etti yani onun üstünlüğünü kabul etti, o şehrin kapısından secde ederek geçin yani o şehrin kurallarına uyun... onların nesi var ki inanmıyorlar? kendilerine kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar aksine, gerçeği yalanlayan nankörler, yalanlıyorlar (inşikak20-22) her kuran işittiğinizde yere kapaklanmıyorsanız ritüelci kafasına göre kafir oluyorsunuz. nisa 102'dekiler vahyi öğrenip iman ediyor.
devamı nisa 103'te : es salat bitince "kıyam"da, otururken, yanlarınız üzerinde allah'ı anın diyor. sadece bu bile bizden istenen es salatın kıyamlı bir ritüel olmadığının kanıtı. ayrıca burada teknik olarak bir ritüel olamayacağı şu vidyoda anlatılıyor. ayet vahiy dönemini anlatıyor ama tehlikeli ortamda kuran çalışması yapmamız gerektiğinde biz bunu "örnek" alabiliriz. elçi böyle örnek alınır, başka kitaplardan değil!

Bonus: Allah, tevbe 5'deki o müşriklerden tövbe edenlerin salatı ikame edip, zekatı vermeleri halinde bırakılmalarını istiyor. tevbe 5'deki anlaşmayı bozan müşriklere namaz mı kıldırdılar? hayır, onlara tevbe 6'da belirtildiği gibi Allah'ın sözünü işitme imkanı verildi yani vahyi öğrettiler. meallere bakarsanız namasteciler müşriklere namaz kıldırıyor.

Bizden istenen es salat bir ritüel değil vahyin öğrenilmesidir. Namaz diye bir şey yok! Adamlar kuranın okunmaması için her şeyi yapmış ve başarıya ulaşmış. furkan 30 çalışıyor!

    YanıtlaSil
  3. Güzel yorumda bulunmusunuz ağzına sağlık kardeşim.gercek salat (namaz)..sadece ritüel den ibaret değil geniş bir kavrmalari var salatin.tabiki Iyi araştırı p öğrenmeliyiz.

    YanıtlaSil
  4. Görüldüğü gibi burada başta "SALATIN İKAMESİ" başlığı altında konuyu açan şshıs olmak üzere yorum yapan bütün yorumcular salatın ikamesine ve salat'a şaşı bakan beynamaz (namaz kılmayan) kişilerdir ! Eh, namaz kılmayan kişilerden de SALATIN İKAMESİ veya SALAT konusunda "namaz kılın" şeklinde bir değerlendirme ve sonuç beklemek elbetteki ham bir hayaldir! Siz bu kelimelerin manalarını araştırmaya devam edin-durun, ben size sadece şunu söyleyeyim ki, İslâm Dininde Namaz Kılmak dinin direğidir ve namaz kılmayanları öte alemde elim bir azab beklemektedir ! Lekum, dinikum ...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eğer Allah’ın dininde bu namaz var ve kılmayanın cezası cehenneme atılmak ise ben o cezaya razıyım.

      Eğer Allah’ın dininde namaz yok ama sen bu namazı Allah’ın dinindenmiş gibi gösterip, uyguluyor ve insanların vebalini alıyorsan cehenneme girmeye razı mısın?

      Ben burada Kuran’dan ayetlerle delil getiriyorum ve yorum yapıyorum. Ben yalnızca Allah’ın Resul’ünün yaptığı gibi Kuran’a uyuyorum.

      Senin gibi insanlar ise namaz kılmayı asla Kuran’dan öğrenmediğiniz halde; kiminiz salatın ikamesi kavramının anlamını “namaz kılmak” ritüeliyle örtüyor, kiminiz de namaz kılmanın tarifini ilmihal kitaplarıyla yapıyor, din adamlarının görüşleriyle ve birbirinizden ve zincirleme atalarınızdan gördüğünüz gibi geleneği sürdürüyorsunuz.

      Allah’ın Resul’ünün de hayatını uğrunda harcadığı Kuran’a ve onun doğru yoluna en büyük ihaneti aslında yapıyorsunuz…

      Allah size Hidayet versin.

      Din gününde görüşmek üzere…

      Sil
    2. Kendin yan o zaman. Başka insanları tesirinde bırakıp itikadiyle oynama. Namaz kılanlar değil senin gibi mealden iki cümle alıp burada Müslümanlık taslayanlar hain asıl. Suratına tükürsem Nisan yağmuru der geçersin bu karakterle.

      Sil
  5. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  7. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  8. Allah razı olsun emeğinizden. Ne yazıkki salat kavramına zorla namaz anlamını yükleme gayreti salatın yardımlaşma amacına gölge düşürmüştür. Güzel tespitlerde bulunmuşsunuz. Benimde eklemek istediğim iki nokta var. Savaş zamanı yapılan salatla ilgili. Başka bir ayetde savaş öncesi inen ayetlerin savaş başlamadan tebliğ edilmesi anlamı çıkarıyorum. Herkesin tam anlaması çok önemli onun için iki grup halinde beyan ediliyor. İkicisi ise hud 114.Ayetde salatı ikame ediyoruz. Sonra çünkü iyilikler kötülükleri bertaraf eder diyor. Demek ki bir iyilik yapılmış. Doğrusunu en iyi rabbim bilir.

    YanıtlaSil
  9. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  10. Selamun aleyküm güzel yazı olmuş eline sağlık nisa 43 ve maide 6yla ilgili de bir blog yazısı yazabilirmisin birde cünübseniz arının tam anlamıyla ne oluyor?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Selamlar. Müminlerin resule salat etmeye çağırılması ne anlamdadır? Onu da anlatabilir misiniz? Çok önemli bir kısmı eksik kalmış mevzunun. Teşkkürler

      Sil