5 Şubat 2018 Pazartesi

SALAT

-      Salât Kelimesinin Sözlük Anlamı

“Salât” kelimesi, Arap Alfabesi’ndeki Sad-Lam-Vav harflerinden oluşmakta olup; “SaLaYe” veya “SaLaVe” şeklinde iki farklı kökten gelmiş olabileceği ileri sürülmektedir.

Arapça sözlüklerdeki “SaLaYe” kökünün anlamı ateşe yaslanmak, ateşin yanmasını sürdürmek; “SaLaVe” kökünün anlamı ise canlıyı ayakta tutan omurga, desteklemek için dayamak veya yaslamak, desteklemek, destek olmaktır.

-     Salât Kelimesinin Kuran’daki Anlamı

Kuran'da “salât” kelimesi; sahiplenmek, ilgilenmek, iletişim kurmak, bağlantı kurmak, bağ kurmak, yüz çevirmemek, yönelmek gibi anlamlarda kullanılmıştır.

Salât’ın sözlük anlamlarından bir tanesi olan destek, Kuran’da geçtiği ayetlerde, bu fiiller yapıldıktan sonra daha doğru anlam kazanmakta ve yerine oturmaktadır. Yani Allah’ın vahyine yönelindiğinde, sahip çıkıldığında, yüz çevrilmediğinde, onun aracılığıyla Allah ile iletişim ve bağlantı kurulduğunda Allah’ın Dini’ne de destek verilmiş olunmaktadır. Bu destek,  vahyi Allah’ın belirlediği zamanlarda okuyup, öğrenmek (sonrasında ise yaşayarak nefsi arındırmak olan zekât) ile yerine getirilmektedir.

İnsanlar Allah’ın vahyine inanıp, ona sahip çıkarak yani öğrenerek Allah ile iletişim kurmuş olmaktadırlar. Tıpkı Allah ve meleklerin nebiyle vahiysel iletişim kurduğu gibi, müminler de nebiye ve onun davası olan Kuran'a yani Allah'ın insanlara vahiyle öğütlediği yaşam tarzına yönelmeli ve ona sahip çıkmalıdırlar. Bu yöneliş ve bağ, Kuran'ı sadece Arapça seslendirerek değil; onu anlayarak okumakla kurulmalıdır.

Bundan sonra ise vahyin yaşanarak nefsin arındırılması sağlanmalı ve kurtuluş için Allah’ın doğru yolunda yürünmelidir. Devamında yapılması gereken vahyi yaşamak ve yaşatmak yani uygulama kısmı; nefsi arındırmayı amaçlayan zekât kavramının konusu olmaktadır.

Bir başka ifadeyle salât Allah’a yönelmek, Allah’ın vahyi ile ilgilenmek, Allah’ın vahyine ve dine sahip çıkmak, Allah ile iletişim ve bağ kurmak amacıyla yapılan; o anda geçerli olan vahyin (Müslümanlar için Kuran’ın) okunmasıdır. Tabii ki "okumak" derken kuru kuruya Arapça seslendirmek değil; hayatında uygulayarak yaşamak üzere anlayarak okumak, üzerinde düşünmek, öğrenmek yani vahye ve dolayısıyla Allah'ın dinine sahip çıkmak amacındaki okumaktır. İşte bu okuma, insanları kurtuluşa erdirecek hidayet yolunu gösterecektir. Bu yüzden salât, savaş zamanında bile aksatılmamalı, tehlike durumu varsa süre olarak kısaltılmalı ama sadece çatışma ve son nefese gelme durumu olduğunda terk edilmelidir. Çünkü önemli olan müminlerin, ailelerinin ve korumalarını üstlendiği diğer kimselerin hayatlarıdır. 

Örnekler:

Fakat o doğrulamadı (LA SADDEKA) ve salât etmedi (LA SALLA). (75:31)
Ve lakin yalanladı (KEZZEBE) ve yüz çevirdi (TEVELLA). (75:32)

(75:31-32) Ayetlerine baktığımızda "doğrulamak" kelimesi "saddeka" olup, tersi ise "yalanlamak" anlamına gelen "kezzebe"dir.

Benzer şekilde "yüz çevirmek, ilgilenmemek" gibi anlamlara gelen "tevella" kelimesinin tersi, salât kelimesinin türevi olan "salla" kelimesinin anlamı olacaktır ki bu da "yüz çevirmemek, ilgilenmek, iletişim kurmak, sahiplenmek, bağ kurmak, yönelmek" gibi anlamlara gelmektedir.

Benzer kullanım Alak Suresi'nde de bulunmaktadır:

Engelleyeni gördün mü? (96:9)
Bir kulu salât (SALLA) ettiği zaman. (96:10)
Sen gördün mü? Eğer o hidayet üzere ise… (96:11)
Veya takvayı emretti ise… (96:12)
Sen gördün mü? Eğer yalanladı (KEZZEBE) ve yüz çevirdi (TEVELLA) ise… (96:13)

Biliyoruz ki hidayet üzere olmak ve takvayı emretmek; Allah’ın inzal ettiği kitaba yönelmek, onu okumak ve öğrenmek ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla (96:9-13) ayetlerinde bahsi geçen ve “salla” edeni engelleyen kişi, “salla” etme sırasındaki vahiyle bağlantıyı engellemektedir. Aynı şekilde kendisi de vahyi yalanlamakta ve ondan yüz çevirmektedir.

Salât kelimesinin baş tarafına gelen “es” takısı, belirli bir salâtı kastetmekte olup; Allah’ın istediği, işaret ettiği, kastettiği salât eylemini ifade etmektedir. Bu eylem de Allah’ın inzal ettiği kitabı ve vahyi okumakla gerçekleşen salâttır.

-      İçerisinde Salât Kelimesi ve Kelimenin Türevleri Geçen Ayetler

2. Bakara Suresi: 3, 43, 45, 83, 110, 125, 153, 157, 177, 238, 277.
3. Ali İmran Suresi: 39.
4. Nisa Suresi: 43, 77, 101, 102, 103, 142, 162.
5. Maide Suresi: 6, 12, 55, 58, 91, 106.
6. Enam Suresi: 72, 92, 162.
7. Araf Suresi: 170.
8. Enfal Suresi: 3, 35.
9. Tevbe Suresi: 5, 11, 18, 54, 71, 84, 99, 103.
10. Yunus Suresi: 87.
11. Hud Suresi: 87, 114.
13. Rad Suresi: 22.
14. İbrahim Suresi: 31, 37, 40.
17. İsra Suresi: 78, 110.
19. Meryem Suresi: 31, 55, 59.
20. Taha Suresi: 14, 132.
21. Enbiya Suresi: 73.
22. Hac Suresi: 35, 40, 41, 78.
23. Müminun Suresi: 2, 9.
24. Nur Suresi: 37, 41, 56, 58.
27. Neml Suresi: 3.
29. Ankebut Suresi: 45.
30. Rum Suresi: 31.
31. Lokman Suresi: 4, 17.
33. Ahzab Suresi: 33, 43, 56.
35. Fatır Suresi: 18, 29.
42. Şura Suresi: 38.
58. Mücadele Suresi: 13.
62. Cuma Suresi: 9, 10.
70. Mearic Suresi: 22, 23, 34.
73. Müzzemmil Suresi: 20.
74. Müddessir Suresi: 43.
75. Kıyame Suresi: 31.
87. Ala Suresi: 15.
96. Alak Suresi: 10.
98. Beyyine Suresi: 5.
107. Maun Suresi: 4, 5.
108. Kevser Suresi: 2. 

-     Salât Kelimesinin Kuran’daki Türevleri

Salât kelimesi, fiil formunda Kuran’da 12 kez geçmektedir. 

Bunun üzerine, o mihrapta kaim olarak salât ederken (YUSALLİ) melekler; Allah'ın onu, Allah'tan bir kelimeyi tasdik edici olarak, seyyid, nefsine hâkim ve Nebi olan, salihlerden Yahya ile müjdelediğini nida ettiler (bildirdiler). (3:39)

Ve sen onların arasında olduğun zaman, onlara salâtı ikame ettireceğin zaman öyle ki onların bir kısmı seninle beraber dursun ve silahlarını da alsınlar. Böylece diğerleri secde ettikleri zaman sizin arkanızda olsunlar. Ve salâta katılmayan (LEM YUSALLU) grup da gelsin, bu şekilde seninle beraber salâta katılsınlar (FE Lİ YUSALLU), koruma tedbirlerini ve silahlarını da alsınlar. Kâfirler silahlarınızdan ve mühimmatınızdan gaflette olmanızı ve böylece sizin üzerinize tek bir hamle ile baskın yapmayı isterler. Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız silahlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için “alçaltıcı azap” hazırlamıştır. (4:102)

Onlardan ölen bir kimsenin üzerine ebediyen salâta katılma (TUSALLİ) ve onun kabri başında durma. Çünkü onlar, Allah’ı ve O’nun resulünü inkâr ettiler ve onlar fasık olarak öldüler. (9:84)

Onların mallarından sadaka olarak al ve onunla onları temizle ve tezkiye et ve onlara salât et (SALLİ) , muhakkak ki; senin salâtın (SALATEKE) onlar için bir sekinedir (sükûnettir). Ve Allah; Semidir, Âlimdir. (9:103)

Sizi, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salât (YUSALLİ) gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, müminlere Rahimdir. (33:43)

Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salât (YUSALLU) ederler. Ey iman edenler, siz (de) O’na salât (SALLU) edin! Ve (O’na) teslim olarak salât edin (SELLİMU)! (33:56)

Fakat o tasdik etmedi ve salât etmedi (SALLA). (75:31)

Ve Rabbinin ismini zikretti ve de salâta katıldı (SALLA). (87:15)

Engelleyeni gördün mü? (96:9)
Salât eden (SALLA) bir kulu. (96:10)

O halde Rabbin için salâta katıl (SALLİ) ve güçlüklere göğüs ger. (108:2)

Vahiy aracılığıyla Allah ile iletişime geçmeyi ve böylece bağ kurmayı ifade eden “salât” kelimesinin türevlerinin (gramere bağlı değişik kullanımlarının) fiil formunda geçtiği ayetlere baktığımızda:
a-   Sürmekte olan bir salât var ise salât esnasında oluş veya salât esnasına çağrı anlamında “yusalli” veya “yusallu” olarak,
b-   Sürmekte olan bir salât yok ise salâttan men edilmek, katılmamak anlamında “tusalli” olarak,
c-   Sürmekte olan bir salât yok ise salâta çağrı anlamında “salla”, “salli” ve “sellimu” olarak ifade edilmiştir.

Salât kelimesi, isim formunda Kuran’da 83 kez geçmektedir. 

Bu kullanımların bir kısmı sadece “salât” şeklinde, bir kısmı da “salâtın ikamesi” tamlaması şeklindedir. 

Onlar gayba inanırlar, salâtı (SALATE) ikame ederler ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. (2:3)

Salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin ve rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin. (2:43)

Sabırla ve salâtla (SALATİ) yardım isteyin. Şüphesiz bu, saygılı olanlardan başkasına ağır gelir. (2:45)

Hani biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz ve anne babaya ve yakınlara ve yetimlere ve yoksullara iyilik edeceksiniz ve herkese güzel sözler söyleyeceksiniz ve salâtı (SALATE) ikame edeceksiniz ve zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç yüz çevirerek sözünüzden döndünüz. (2:83)

Salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin ve nefsiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür. (2:110)

Ey iman edenler! Sabırla ve salâtla (SALATİ) Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir. (2:153)

İşte Rableri katından salâtlar (SALAVATUN) ve rahmet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır. (2:157)

İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik Allah’a ve ahiret gününe ve meleklere ve kitaplara ve nebilere iman edenlerin ve mala olan sevgilerine rağmen onu yakınlara ve yetimlere ve yoksullara ve yolda kalmışa ve isteyene ve kölelere verenlerin ve salâtı (SALATE) ikame eden ve zekâtı veren ve antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda ve hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir. (2:177)

Salâtlara (SALAVATİ) ve ortalama salâta (SALATİ) hafız olun. Allah’a gönülden boyun eğerek durun. (2:238)

Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen ve salâtı (SALATE) ikame eden ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. (2:277)

Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar salâta (SALATE) yaklaşmayın. Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa yönelip, yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah, çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. (4:43)

Daha önce kendilerine, “ellerinizi çekin ve salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve “Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya!” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık edilmez.” (4:77)

Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız salâtı (SALATİ) kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır. (4:101)

Ve sen onların arasında olduğun zaman, onlara salâtı ikame ettireceğin zaman, öyle ki onların bir kısmı seninle beraber dursun ve silahlarını da alsınlar. Böylece diğerleri secde ettikleri zaman sizin arkanızda olsunlar. Ve salâta katılmayan (LEM YUSALLU) grup da gelsin, bu şekilde seninle beraber salâta katılsınlar (FE Lİ YUSALLU), koruma tedbirlerini ve silahlarını da alsınlar. Kâfirler silahlarınızdan ve mühimmatınızdan gaflette olmanızı ve böylece sizin üzerinize tek bir hamle ile baskın yapmayı isterler. Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız silahlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için “alçaltıcı azap” hazırlamıştır. (4:102)

Salâtı (SALATE) ikame ettiniz mi gerek ayakta gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu tam olarak salâtı (SALATE) ikame edin. Çünkü salât (SALATE), müminlere vakitli kitaptır. (4:103)

Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, salâta (SALATİ) kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar. (4:142)

Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana inzal edilene ve senden önce inzal edilene iman ederler. O salâtı (SALATE) ikame edenler ve zekâtı verenler ve Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz. (4:162)

Ey iman edenler! Salâta (SALATİ) kalktığınız zaman yüzlerinize ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın ve başlarınıza mesh edin ve ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayın. Eğer cünüp iseniz o takdirde iyice temizlenin. Eğer hasta veya yolcu iseniz veya biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara yaklaşmış ise eğer su bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa teyemmüm edin. Ve de ondan yüzlerinize ve ellerinize mesh edin. Allah size güçlük çıkarmak istemez, sizi temizlemek ve sizin üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Umulur ki böylece siz şükredersiniz. (5:6)

Andolsun, Allah İsrailoğulları’ndan sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan- seçmiştik. Allah, şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer salâtı (SALATE) ikame eder ve zekâtı verir ve elçilerime inanır ve onları desteklerseniz ve Allah’a güzel bir borç verirseniz elbette sizin kötülüklerinizi örterim ve Andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr ederse mutlaka o, dümdüz yoldan sapmıştır.” (5:12)

Sizin dostunuz ancak Allah’tır ve resulüdür ve Allah’ın emirlerine boyun eğerek salâtı (SALATE) ikame eden ve zekâtı veren müminlerdir. (5:55)

Siz salâta (SALATİ) çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine koyuyorlar. Bu, şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır. (5:58)

Şeytan içki ve kumarla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah’ın zikrinden ve salâttan (SALATİ) alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz? (5:91)

Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda şahitlik (edecek olanlar) sizden adaletli iki kişidir. Yahut seferde olup da başınıza ölüm musibeti gelirse sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder. Eğer şüphe ederseniz onları salâttan (SALATİ) sonra alıkoyarsınız da Allah adına, “Akraba da olsa şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde şüphesiz günahkârlardan oluruz” diye yemin ederler. (5:106)

Bir de bize, “Salâtı (SALATE) ikame edin ve Allah’a karşı gelmekten sakının” diye emrolundu. O, huzurunda toplanacağınız Allah’tır. (6:72)

İşte bu da bereket kaynağı, kendinden öncekileri tasdik eden ve şehirler anasını ve bütün çevresini uyarasın diye inzal ettiğimiz bir kitaptır. Ahirete iman edenler, ona da inanırlar. Onlar salâtlarını (SALATİHİM) korurlar. (6:92)

De ki: “Şüphesiz benim salâtım (SALATİ) da diğer ibadetlerim de yaşamam da ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (6:162)

Kitaba sımsıkı sarılanlara ve salâtı (SALATE) ikame edenlere gelince; şüphesiz biz, iyiliğe çalışan kimselerin mükâfatını zayi etmeyiz. (7:170)

Onlar salâtı (SALATE) ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. (8:3)

Onların, beytteki salâtları (SALATUHUM) ıslık çalıp el çırpmaktan ibarettir. Öyle ise inkâr etmekte olduğunuzdan dolayı tadın azabı. (8:35)

Haram şehirler çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler ve salâtı (SALATE) ikame ederler ve zekâtı da verirlerse kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (9:5)

Fakat tövbe edip, salâtı (SALATE) ikame eder ve zekâtı verirlerse artık onlar sizin din kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme ayetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız. (9:11)

Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salâtı (SALATE) ikame eden ve zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur. (9:18)

Harcamalarının kabul edilmesine ve yalnızca Allah’ı ve resulünü inkâr etmeleri ve salâta (SALATE) ancak üşene üşene gelmeleri ve ancak gönülsüzce harcamaları engel olmuştur. (9:54)

Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder ve kötülükten alıkoyarlar. Salâtı (SALATE) ikame eder ve zekâtı verirler. Allah’a ve resulüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (9:71)

Arabîlerden kimileri de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında yakınlığa ve resulün salâtlarını (SALAVATİ) almaya vesile sayarlar. Bilesiniz ki bu, onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (9:99)

Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara salât (SALLİ) et. Çünkü senin salâtın (SALATEKE) onlar için sükûnettir. Allah, hakkıyla işitendir ve hakkıyla bilendir. (9:103)

Musa’ya ve kardeşine, “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın ve evlerinizi kıble yapın ve salâtı (SALATE) ikame edin. Müminleri müjdele” diye vahyettik. (10:87)

Dediler ki: “Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana salâtın (SALATUKE) mı emrediyor? Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın.” (11:87)

Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde salâtı ikame et. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür. (11:114)

Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden ve salâtı (SALATE) ikame eden ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır. (13:22)

İnanan kullarıma söyle, salâtı (SALATE) ikame etsinler ve hiçbir alışveriş ve dostluğun bulunmadığı bir gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda gizlice ve açıktan harcasınlar. (14:31)

“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin haram evinin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Salâtı (SALATE) ikame etmeleri için… Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır. Umulur ki şükrederler.” (14:37)

“Rabbim! Beni salâtı (SALATİ) ikameye devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” (14:40)

Güneşin batışından gecenin karanlığına kadar salâtı (SALATE) ikame et ve sabah Kuran’ını gözet. Çünkü sabah Kuran’ı şahitlidir. (17:78)

De ki: “İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız çağırın nihayet en güzel isimler o’nundur.” Salâtında (SALATİKE) sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut. (17:110)

“Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım sürece salâtı (SALATİ) ve zekâtı emretti.” (19:31)

Ailesine salâtı (SALATİ) ve zekâtı emrederdi. Rabbi’nin katında da hoşnutluğa ulaşmıştı. (19:55)

Onlardan sonra salâtı (SALATE) zayi eden ve şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır. (19:59)

“Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için salâtı (SALATE) ikame et.” (20:14)

Ailene salâtı (SALATİ) emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınmanındır. (20:132)

Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlar işlemeyi ve salâtı (SALATİ) ikame etmeyi ve zekâtı vermeyi vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi. (21:73)

Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen ve başlarına gelen musibetlere sabreden ve salâtı (SALATİ) ikame eden ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir. (22:35)
Onlar haksız yere, sırf, “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı; içlerinde Allah’ın adı çok anılan ve sakınarak yapılan biatler ve salâtlar (SALAVATUN) ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. (22:40)

Onlar öyle kimselerdir ki şayet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek; salâtı (SALATE) ikame eder ve zekâtı verir ve iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin akıbeti Allah’a aittir. (22:41)

Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce hem de bunda Müslüman diye isimlendirdi ki resul size şahit olsun; siz de insanlara şahit olasınız. Artık salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır! (22:78)

Onlar ki salâtında (SALATİHİM) derin saygı içindedirler. (23:2)

Onlar ki salâtlarını (SALAVATİHİM) korumaya devam ederler. (23:9)

Öyle erler vardır ki bir ticaret de bir alış-veriş de onları Allah'ın zikrinden ve salâtın (SALATİ) ikamesinden ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerle gözlerin döneceği günden korkarlar. (24:37)

Göklerde ve yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra kuşların Allah’ı tespih ettiğini görmez misin? Her biri salâtını (SALATEHU) ve tespihini kesin olarak bilmektedir. Allah, onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir. (24:41)

Salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin ve resule itaat edin ki size merhamet edilsin. (24:56)

Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar ve sizden henüz bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah salâtından (SALATİ) önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve akşam salâtından (SALATİ) sonra sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup, dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında ne size ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, ayetlerini size işte böylece açıklar. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (24:58)

O müminler ki salâtı (SALATE) ikame ederler ve zekâtı verirler. Ve ahirete tam bir biçimde inananlar da onlardır. (27:3)

Kitaptan sana vahyolunanı oku ve salâtı (SALATE) ikame et. Çünkü salât (SALATE), insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor. (29:45)

O'na yönelmiş kişiler olarak O'ndan sakının! Salâtı (SALATE) ikame edin ve sakın şirke sapanlardan olmayın. (30:31)

Onlar; salâtı (SALATE) ikame eden ve zekâtı veren kimselerdir. Onlar ahirete de kesin olarak inanırlar. (31:4)

“Yavrum! Salâtı (SALATE) ikame et ve iyiliği emret ve kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (31:17)

Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin. Allah’a ve resulüne itaat edin. Ey ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (33:33)

Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır olan kimse, günahını yüklenmeye çağırırsa ondan hiçbir şey yüklenilmez; çağırdığı kimse yakını da olsa… Sen ancak görmedikleri hâlde Rablerinden için için korkanları ve salâtı (SALATE) ikame edenleri uyarırsın. Kim arınırsa ancak kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır. (35:18)

Şüphesiz Allah’ın kitabını okuyanlar ve salâtı (SALATE) ikame edenler ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler. (35:29)

Rablerinin çağrısına cevap verirler ve salâtı (SALATE) ikame ederler. Yönetimleri, aralarında bir şûradır. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler. (42:38)

Gizli konuşmanızdan önce sadakalar vermekten ürperdiniz mi? Çünkü yapmadınız. Allah size tövbe nasip etti. Artık salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin, Allah'a ve resulüne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (58:13)

Ey inananlar! Cuma (toplanma) günü, salât (SALATİ) için çağrı yapıldığında, Allah'ı anmaya/Allah'ın Zikri'ne koşun! Alış-verişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. (62:9)

Salât (SALATU) yerine getirilince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan nasibinizi arayın! Allah'ı çok anın ki kurtuluşa erebilesiniz. (62:10)

Onlar, salâtına (SALATİHİM) devam eden kimselerdir. (70:23)

Onlar, salâtını (SALATİHİM) titizlikle koruyan kimselerdir. (70:34)

Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin durumunu biliyor. Gecenin üçte ikisinden daha azını ve yarısını ve üçte birini ayakta geçiriyorsun. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle... Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlamıştır. Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size tövbe nasip etti. O halde Kuran'dan, kolay geleni okuyun. Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın lütfundan bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. Salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin. Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin. Hiç kuşkusuz, Allah çok affedici, çok esirgeyicidir. (73:20)

Hâlbuki onlara ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri ve salâtı (SALATE) ikame etmeleri ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir. (98:5)

Salâtından (SALATİHİM) gaflet içindedir onlar! (107:5)

Salât kelimesi, bir diğer isim formunda Kuran’da 1 kez geçmektedir.

Hatırla o zamanı ki biz o evi insanlar için sevap kazanmaya yönelik bir toplantı yeri ve güvenli bir sığınak yaptık. Siz de İbrahim'in makamından bir salât yeri (MUSALLAN) edinin. İbrahim ve İsmail'e şu sözü ulaştırmıştık: "Tavaf edenler ve itikâfa girenler ve rükû ile secde edenler için evimi temizleyin!" (2:125)

Salât kelimesi, sıfat fiil formunda Kuran’da 3 kez geçmektedir.

Ancak salât edenler (MUSALLİN) başka. (70:22)

Dediler: “Biz salât edenlerden (MUSALLİN) değildik.” (74:43)

Yazıklar olsun o salât edenlere (MUSALLİN) ki… (107:4)

DETAYLAR

-      Salâtın Kuran İçindeki Kullanımlarına Örnekler

Kuran'ın geneli incelendiğinde salât kelimesi; ilgi göstermek, iletişim kurmak, yönelmek, bağ kurmak, bağlantı kurmak, yönelmek anlamlarında geçmektedir.

Bu anlamlardaki salâtın hem son resul Muhammed'in hem de Kuran’da adı geçen diğer resullerin vahyi insanlara duyurduğu, okuduğu, öğrettiği; müminlerin de belirlenmiş vakitlerde ve belirlenen şartlarda (temiz olma, aklı başında olma, okunduğunda konuşmama) katılmak zorunda oldukları öğrenme ve öğretmeyi amaçlayan Kuran çalışması olduğu anlaşılmaktadır. Üstelik bu çalışmanın;  fiziksel ve zihinsel temiz olma, aklı başında ve tarafsız olma gibi ortam ve anlayış şartlarından başka herhangi bir şekilsel hareket şartı da bulunmamaktadır.

Bunun üzerine, o mihrapta kaim olarak salât ederken (YUSALLİ) melekler, “Allah'ın, onu, Allah'tan bir kelimeyi tasdik edici olarak, seyyid, nefsine hâkim ve Nebi olan, Salihlerden "Yahya" ile müjdelediğini” nida ettiler (bildirdiler). (3:39)

(3:39) Ayetinde Zekeriya, mihrapta kaim olarak yani aklı başında ve Allah’a teslim olmuş bir şekilde, kendi zamanında geçerli olan vahyin çalışmasını yapmakta yani vahiy aracılığıyla Rabbi ile iletişime geçmiş bir vaziyette bulunmaktadır. Dolayısıyla kendisine bu esnada Yahya müjdelenmektedir. 

Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salât ederler (YUSALLUNE). Ey iman edenler! Siz (de) O’na salât edin (SALLU)! Ve (O’na) teslim olarak salât edin (SELLİMU)! (33:56)

(33:56) Ayeti, zaman içerisinde “Peygambere Salâvat getirmek” adlı bir alışkanlığa kanıt getirilmiştir.

Pek tabii ki yaşadıkları dönemde ve bulundukları şartlar içerisinde Allah’ın resulü ve nebisi Muhammed'in yanında yer alan ve sürekli olarak can kaygısı içinde olan müminler, o dönemlerdeki dualarında “Allahümme salli ala Muhammed” yani “Allah’ım Muhammed’e ilgi göster, onunla bağlantı kur, ona destek ol” cümlesini kullanmış olabilirler. Zira Allah, kâfirler ve müşrikler hoşlanmasa da ona yardım ederek, onu vahiyle destekleyerek nurunu tamamlamıştır. Ancak Allah’ın nebisi Muhammed vefat ettikten sonra hala “Allahümme salli ala Muhammed”  yani “Allah’ım onunla bağlantı kur, ona ilgi göster, ona destek ol” demek son derece anlamsız olmaktadır. 

(33:56) Ayetinin sonundaki “ve sellimu teslima” ifadesinin geleneksel öğretide süregelen “selam vermek” anlamında olmadığı, “tam bir teslimiyetle itaat etmek” anlamına geldiği; aynı ifadenin, aynı konuda geçtiği (4:65) ayetinden de anlaşılmaktadır:

Artık hayır, Rabbine Andolsun ki aralarında çekiştikleri şey hakkında seni hakem tayin edip, sonra da senin verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim (YUSELLİMU TESLİMA) olmadıkça iman etmiş olmazlar. (4:65)

(4:65) Ayetinde bahsedilen kişilerin tam bir teslimiyetle teslim olmaları gereken şey, Allah'ın vahyi yani hükümleridir. Zaten Allah’ın resulü Muhammed de vahye tabi olduğundan bu hükümlere göre hakem olmaktadır.

Dolayısıyla (33:56) ayetinde Allah ve meleklerin nebiye salât etmelerinden kasıt, Allah ve meleklerin nebi ile vahiysel iletişime geçmesi; böylece nebi aracılığıyla insanlığa hidayet rehberini ulaştırmasıdır.

Müminlerden de nebi aracılığıyla inzal edilen vahye sahip çıkmaları, ona yönelmeleri ve Allah ile iletişime geçerek Allah’ın Dini’ne tam bir teslimiyetle destek vermeleri istenmektedir.

Nefsini tezkiye eden kimse felaha (kurtuluşa) ermiştir. (87:14)
Ve Rabbinin ismini zikretti ve de salât (SALLA) etti. (87:15)

Kurtuluşa ermek için nefsin temizlenmesi gerekmektedir. Nefsini tezkiye etmenin yani temizlemenin tek yolu ise vahye tabi olmak, onu okuyup, öğrenmek ve hayatında uygulamaktır.

(87:14-15) Ayetlerinde nefsini temizleyerek kurtuluşa eren kişi, Rabbine inanarak O’nun ismini zikretmiş ve salât etmiştir yani O’nun inzal ettiği hidayet rehberi olan vahyi okumuş, öğrenmiş, kurtuluşun çaresine ulaşmıştır.

Bu, elleri arasındakinin sadık kalanlarını doğrulayan ve ahirete ve ona inanan, şehirlerin anası ve onun etrafında olan kimseleri uyarman için inzal ettiğimiz mübarek bir Kitap’tır. Onlar, salâtlarını (SALATİHİM) muhafaza ederler. (6:92)

(6:92) Ayetinde öncelikle Kuran’ın, daha önceki kitapların orijinaline sadık kalan kısımlarını doğrulayan ve Dünya üzerindeki insanları uyarmaya yarayan bir kitap olduğu ifade edilmektedir.

Dolayısıyla Allah’a ve ahirete inananlar "salâtlarını muhafaza ederler" yani hidayet rehberi olarak inzal edilmiş olan bu kitabı yaşamları boyunca sürekli olarak okurlar ve öğrenirler.

De ki: “Muhakkak ki; benim salâtım (SALATİ) ve yaptıklarım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (6:162)

(6:162) Ayetinde bahsedilen salât yine vahyin okunması ve öğrenilmesidir ki; ayetteki benim salâtım” ifadesi teorik okuma ve öğrenme kısmını, devamındaki “yaptıklarım” fiili ise vahyin pratiğe dönüşme kısmını ifade etmektedir... 

Rabbim, beni ve zürriyetimi salâtı ikame edenlerden (MUKİMES SALATİ) kıl. Rabbimiz, duamı kabul buyur. (14:40)

Onlar, salâtlarında (SALATİHİM) huşu duyanlardır. (23:2)

Onlar salâtlarına (SALATİHİM) devam edenlerdir. (70:23)
Ey iman edenler! Sizden birinize ölüm hali gelince vasiyet sırasında sizin içinizden iki adil kişi, aranızda şahitlik etsin. Veya yeryüzünde yolculuk ederken size ölüm olayı isabet ederse sizden olmayan iki kişiyi şahit tutun. Eğer şüpheye düşerseniz onları salâttan (SALATİ) sonra alıkoyun. O zaman Allah’a şöyle yemin etsinler; “Yakınımız bile olsa yeminimizi bir bedel ile değiştirmeyeceğiz ve Allah'ın şahadetini gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde biz, mutlaka günahkâr kimselerden oluruz.” (5:106)

(14:40), (23:2), (70:23), (5:106) Ayetlerinde bahsedilen salât, diğer ayetlerdeki anlamıyla birlikte düşünüldüğünde yine vahiy okuması (çalışması) olmalıdır...
-     Allah ve Meleklerinin Salâtı

Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salât (YUSALLİ) gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, müminlere Rahimdir. (33:43)

(33:43) Ayetinde Allah ve melekleri salât ederken salât esnasında oldukları için “yusalli” ifadesi kullanılmıştır. Bu ayetten anlamaktayız ki Allah ve melekleri her an salât esnasındadır. Yani Allah ve meleklerinin hem insanlarla hem de diğer bütün varlıklarla vahiysel iletişim hali mevcuttur.

Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salât (YUSALLUNE) ederler. Ey iman edenler, siz (de) O’na salât (SALLU) edin! Ve (O’na) teslim olarak salât (SELLİMU) edin! (33:56)

(33:56) Ayetinde Allah ve melekleri salât ederken yani salât esnasında oldukları için yine “yusalli” ifadesi kullanılmıştır.

(33:43) ve (33:56) Ayetlerinde salât kelimesinin türevleri olan “yusalli” ile “yusallu” kelimeleri, Allah ve meleklerin her an salât esnasında olmasını ifade etmektedir. Yani Allah ve melekleri her an müminlerle vahiysel irtibat halindedir. Dileyen Allah’ın vahiylerini okuyup, öğrenebilir ve böylece salât edebilir.

İman edenler ise salât esnasında olmayıp, salâta çağrıldıkları için “sallu” ve “sellimu” ifadeleri kullanılmıştır. (33:56) Ayetindeki “sallu” ve sellimu” kelimeleri, iman edenlerin henüz salât esnasında olmayışlarını ama salâta çağrıldıklarını ifade etmektedir. 

Salât kelimesinin “destek” anlamına geldiğini düşünenler; doğal olarak bu ayetlerde, Allah ve meleklerinin nebiyi ve müminleri her türlü desteklediğini düşünmektedirler.

Allah ve melekleri tabii ki hem nebiyi hem de müminleri her türlü destekleyebilirler fakat ayetlerde "yusalli" kelimesinin kullanılması; Allah ve meleklerinin her an salât esnasında yani vahiysel iletişimde olduğunun ve dolayısıyla kastedilen şeyin de vahiysel iletişimle ilgili olduğunun bir göstergesidir. Ayrıca “destek” kelimesi, Kuran’da başka bir kelimeyle ifade edilmiştir. (Bak. Salâtın İkamesinin Anlamının “Destek” Olmayışı” başlıklı yazı.)

Bu nedenle müminler tam bir teslimiyetle iman ederek nebi aracılığıyla Allah tarafından inzal edilmiş olan vahye sahip çıkmalı ve Dünya hayatı sınavlarını başarıyla sonuçlandırabilmek için onu okuyup, öğrenmelidirler.

(57:9) ayeti, Allah ve meleklerin salâtının vahiyle ilgili bir bağlantı olduğunun açık bir göstergesidir.

Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna açık ayetler inzal eden O’dur. Ve muhakkak ki Allah, sizin için elbette Rauftur, Rahimdir. (57:9)

(33:43) ve (57:9) Ayetleri arasındaki benzerliğe ve bağlantıya dikkat edilmelidir.

“Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize
salât (YUSALLİ) gönderen” (33:43’ten alıntı.)

“Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna açık ayetler inzal eden” (57:9’dan alıntı.)

(33:43), (33:56) ve (57:9) Ayetlerini birlikte düşündüğümüzde Allah ve meleklerinin nebiye veya kullarına salât etmesi demek; onlarla vahiysel iletişime geçerek hidayet yolunu göstermesi demektir ki Kuran bunun yazılı delilidir. Salât kelimesinin “destek” anlamına gelişi ancak bu anlamdaki vahiysel iletişimin bir sonucunda ortaya çıkabilir. 

Salâtın namaz olduğu görüşünü bugünlere kadar sürdüren kesim ise (33:56) ayetinde, Allah ve meleklerin nebiye namaz kılmış olamayacağından hareketle salâtın yaklaşık manasını meallerdeki bu ayete vermek zorunda kalmışlardır.  Hakikat yerin dibine batırılmış olsa da bir kez daha tam zamanında ve yerinde gün yüzüne çıkmıştır.

-      Allah ve Meleklerinin Nebiye Salâtı

Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salât (YUSALLUNE) ederler. Ey iman edenler, siz (de) O’na salât (SALLU) edin! Ve (O’na) teslim olarak salât (SELLİMU) edin! (33:56)

Bu ayette Allah ve meleklerinin nebiye salâtından kasıt, Allah ve meleklerinin her an nebi ile vahiysel iletişimde olmalarıdır. Pek tabii ki bu, nebiye sürekli olarak vahiy olarak bir şeyler vahyedilerek yazdırılıyor anlamında değildir. Allah, şah damarından daha yakın olarak nebiyi sürekli bir şekilde izlemekte; yaşanan olaylar karşısında yeri ve zamanı geldikçe vahiyde bulunmakta veya melekleri vasıtasıyla vahyini inzal etmektedir.    

Müminler de tıpkı resulün örnekliğinde yaptığı gibi, aynı şekilde vahye sahip çıkıp; onu okuyup, öğrenerek uğrunda mücadele verdiği Allah'ın Dini'ne sahip çıkmalıdırlar. Zaten nebi, kendisine kitap inzal edilen resul demektir ki resulün asli görevi vahyi tebliğ ederek insanlığa ulaştırmaktır. Dikkat edilirse ayette Allah ve meleklerinin resule değil, nebiye salât ettiklerinden bahsedilmektedir. Bunun sebebi, nebinin kendisine kitap inzal edilen resul oluşudur. Resullere ise kitap inzal edilmemiş olabilir. Her nebi aynı zamanda resuldür ama her resul aynı zamanda nebi değildir. Resuller, nebiye (aynı zamanda kendisi nebiyse kendisine) inzal edilmiş kitabı tebliğ etmekle görevlidirler.  Muhammed’e Allah’ın nebisi olarak Kuran inzal edilmiş; o da bir resul olarak bu kitabı insanlığa tebliğ etmiştir.

Allah’ın nebisi ve resulü Muhammed’e Kuran isimli bir kitap inzal edildiği için salât ve zekât üzerine olan bütün konu; belli vakitlerde Kuran’ın okunup, öğrenilmesi (Salât) ve öğrenilenlerin uygulanarak, gerekirse hayatın bu uğurda harcanılıp nefsin arındırılmasıdır (Zekât).

-      Allah ve Meleklerinin Müminlere Salâtı

Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salât (YUSALLİ) gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, müminlere Rahimdir. (33:43)

Allah ve melekleri sadece nebiyle değil, aynı zamanda nebi aracılığıyla inzal edilmiş olan kitap dolayısıyla müminlerle de iletişime geçmiş durumdadırlar. Vahiy, ilk inzal edildiği gibi bozulmamış bir şekilde ortadadır. Bu açıdan bakıldığında nebi ile müminler arasında kul olarak bir fark yoktur. Tek fark, Allah’ın nebisi Muhammed’e bizzat Kuran inzal edilmiştir. Allah’ın kulu ve resulü Muhammed olarak da kendisine inzal edilen kitabı hem insanlığa iletmiş hem de bizzat hayatında uygulamıştır. Müminler de kendilerine Allah’ın resulünü örnek alarak kendi zamanlarında geçerli olan vahyi okuyup, öğrenmeli yani salât etmelidirler. Devamında da yaşamlarında uygulamalı ve böylece nefslerini arındırmalıdırlar.

Benzer şekilde Muhammed nebiden önce bir mümin Musa zamanında yaşıyorduysa Tevrat ile İsa zamanında yaşıyorduysa İncil ile salât etmeliydi. Kuran’da adı geçen bütün müminler böyle yapmışlardı. İçinde bulunduğumuz zamanda ise Müslümanların doğal olarak geçerli son kutsal din kitabı olan Kuran ile salât etmeleri gerekmektedir.

Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna açık ayetler inzal eden o’dur. Ve muhakkak ki Allah, sizin için elbette Rauftur, Rahimdir. (57:9)

Bir kez daha görülmektedir ki Allah’ın kulları üzerine salât göndermesi demek; ayetler inzal etmesi ve böylece vahiysel iletişime geçmesi demektir.

-     Nebinin Müminlere Salâtı

Onların mallarından sadaka olarak al ve onunla onları temizle ve tezkiye et ve onlara salât et (SALLİ). Muhakkak ki; senin salâtın (SALATEKE) onlar için bir sekinedir (sükûnettir). Ve Allah; Semidir, Âlimdir. (9:103)

(9:103) Ayetindeki “Onlara salât et” ifadesi, “onlara Allah’ın vahyi ile ilgi göster, onlarla Allah’ın vahyi ile bağlantı kur, onlara Allah’ın vahyi ile yönel” anlamlarındadır.

Resulün salâtı, vahyin okunarak tebliğidir. Konu, Kuran’ın açıklanması değil; yaşamın, ölümün, ahiretin vs. varlık ve yaşam kitabı olan kâinat kitabının Kuran ile açıklanması olayıdır. Resul Kuran’ı açıklamaz; kainat kitabını Kuran ile açıklar.

-      Müminlerin Nebiye Salâtı

Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salât (YUSALLUNE) ederler. Ey iman edenler, siz (de) O’na salât (SALLU) edin! Ve (O’na) teslim olarak salât (SELLİMU) edin! (33:56)

(33:56) Ayetine istinaden Müslümanlar arasında “salâvat getirme” gibi bir ritüel yaygınlaştırılmıştır. Müslümanlar, her adı geçtiğinde saygı anlamında ve iyi niyetlerle ölmüş nebi Muhammed’e oturdukları yerden selam göndermektedirler. Oysaki iman edenlerden beklenen, her adı geçtiğinde Allah’ın nebisine selam göndermeleri değildir.

Dikkat edilirse (33:56) ayetinde “sallallahu aleyhi vesellem” sözünün tekrarlanması emredilmemekte; bir fiilin yapılması emredilmektedir. Eğer iman edenlere, “sallallahu aleyhi vesellem” sözünü tekrarlamaları emredilseydi; ayette “kulu sallallahu aleyhi vesellem” yani “Sallallahu aleyhi vesellem deyiniz” ifadesinin yer alması gerekirdi. Ayrıca Müslümanların, her adı geçtiğinde nebiye salâvat getirmelerine gerekçe olarak da Kuran’da geçen bütün "Muhammed" isimlerinin hemen peşinde “sallallahu aleyhi vesellem” ifadesinin bulunması beklenirdi.

Bu noktada bir kez daha ifade edilmelidir ki (33:56) ayetindeki “yusallu”, “sallu” ve “sellimu” kelimeleri “salât” kelimesinin türevleri olup, özünde aynı anlama sahip kelimelerdir. Sadece gramer olarak “salât” kelimesinin değişik türevleri yani kullanımlarıdır.

Burada üzerinde düşünülmesi gereken diğer bir soru; Allah ve meleklerinin nebiye salâtından (yusallu) kasıt “destek” ise müminlerin nebiye salâtından (sallu ve sellimu) kastın niçin “salâvat getirmek” olduğudur. Zira sözle salâvat getirmek asla bir destek değildir. 
 
Bu ayette Allah ve meleklerinin nebiye salâtından kasıt yine vahiysel bağ ve iletişimdir. Müminler de aynı şekilde vahye sahip çıkıp, onu okuyup öğrenerek; nebi aracılığıyla inzal edilen kitaba ve Allah'ın Dini'ne sahip çıkma işini gerçekleştirmelidirler.
 

-      Savaş Zamanı Yapılan Salât

Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük edeceklerinden korkarsanız o takdirde salâttan (SALATİ) kısaltmanızda size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık düşmandır. (4:101)

Ve sen onların arasında olduğun ve onlara salâtı ikame (LEHUMUS SALATE) ettireceğin zaman, öyle ki onların bir kısmı seninle beraber dursun ve silahlarını da alsınlar, böylece diğerleri secde ettikleri (SECEDU) zaman sizin arkanızda olsunlar. Ve salâta katılmayan (LEM YUSALLU) grup da gelsin, bu şekilde seninle beraber salâta katılsınlar (FE Lİ YUSALLU), koruma tedbirlerini ve silahlarını da alsınlar. Kâfirler silahlarınızdan ve mühimmatınızdan gaflette olmanızı ve böylece sizin üzerinize tek bir hamle ile baskın yapmayı isterler. Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız silahlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için alçaltıcı azap hazırlamıştır. (4:102)

Böylece salâtı bitirdiğiniz zaman (KADAYTUMUS SALATE) artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman gerektiği gibi salâtı ikame edin (EKİMUS SALATE). Muhakkak ki salât, müminlerin üzerine vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur. (4:103)

Müminlerin sefere çıktıkları ve can korkusuna düştükleri durumlarda salâtı nasıl yerine getirmeleri gerektiğini öğreten bu ayetlerde; kâfirler tarafından müminlere yapılabilecek düşmanlık ve baskın durumlarından bahsedilmekte, karşılaşılabilecek tehlikeler ve alınabilecek önlemler konusunda müminlere tavsiyede bulunulmaktadır.

Sefer hali ve savaş durumu söz konusu olduğu için bu ayetleri, olağanüstü bir durumda gerçekleştirilen Cuma salâtı gibi düşünmek gerekmektedir. 

Kuran’a göre sıradan bir Cuma salâtında müminler, her türlü alışverişi bırakarak kararlaştırdıkları toplanma (Cuma) gününde bir araya gelmeli; Allah’ın güncel vahyi (Müslümanlar için Kuran ayetleri) üzerinde karşılıklı görüş alışverişinde bulunmalı, üzerinde akıl yürütmeli, güncel problemlere çözümler üretmeli ve çaresizlere çare bulmalıdırlar. Sonrasında da üretilen bu çözümler ve bulunan çareler gerçekleştirilmelidir. Zira Cuma günü topluca yapılan salâtın asıl amacı budur, hayrı da bu noktadadır. 

(4:101-103) Ayetlerine tekrar dönerek detaylıca inceleyecek olursak…

Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük edeceklerinden korkarsanız o takdirde salâttan (SALATİ) kısaltmanızda (TAKSURU) size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık düşmandır. (4:101)

İlk ayetten anlaşıldığına göre müminler yeryüzünde sefere çıktıkları zaman kâfirlerin kendilerine kötülük edeceklerinden korktuklarında; salâttan kısaltma yapsalar bile kendilerine bir günah olmayacaktır. Böyle bir durumda salâttan kısaltmanın günah olmamasının sebebi; can tehlikesi altındaki müminlerin hayatlarının, yapacakları salâttan daha önemli ve öncelikli olmasından kaynaklanıyor olmalıdır.  

Böyle tehlikeli bir ortamdaki salâtın (vahiy okuması) en kısa sürede, oyalanmadan gerçekleştirilmesi; örneğin Dünya hayatının geçiciliği, vatan, savaş, şehitlik, ölümden sonraki hayat gibi konuları işleyen ayetlerin hızlıca gözden geçirilmesi, güncel problem olan savaşa odaklı çözümler alınması ve buna uygun planlar üretilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla salâttan kısaltmak rekât anlamında değil, süre anlamında olmalıdır. Ancak salâtı namaz olarak anlamlandıranlar, buna şartlandıkları için ister istemez olayı şekilsel olarak düşünmekte ve salâttan kısaltmayı rekât sayısının azaltılması olarak yorumlamaktadırlar.

Savaş zamanı yapılan salât, savaş zamanında yaşanmak üzere Kuran ayetlerinin anlayarak okunması ve savaşa dair planların kurgulanması işi olunca ne kadar süreceğini önceden kestirmek mümkün değildir. Bu salâtın süresi; okunulacak ve öğrenilecek ayetlerin uzunluğuna, müminlerin geç veya erken anlamalarına ve savaş planlamasını da bir an önce yapmalarına bağlıdır. Vahiy okuması uzun olabileceği gibi daha iyi kavramak için çok tekrar da gerektirebilir. Buna ilaveten savaş planlaması da vakit alabilir. Bunun için olmalıdır ki savaş ortamı gibi olağanüstü hallerde müminler, salâtın ikamesini yani Kuran okumasını ve buna göre gerekli savaş planlamasını en kısa sürede yapmalıdırlar.

Ve sen onların arasında olduğun ve onlara salâtı ikame (LEHUMUS SALATE) ettireceğin zaman, öyle ki onların bir kısmı seninle beraber dursun ve silahlarını da alsınlar, böylece diğerleri secde ettikleri (SECEDU) zaman sizin arkanızda olsunlar. Ve salâta katılmayan (LEM YUSALLU) grup da gelsin, bu şekilde seninle beraber salâta katılsınlar (FE Lİ YUSALLU), koruma tedbirlerini ve silahlarını da alsınlar. Kâfirler silahlarınızdan ve mühimmatınızdan gaflette olmanızı ve böylece sizin üzerinize tek bir hamle ile baskın yapmayı isterler. Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız silahlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için alçaltıcı azap hazırlamıştır. (4:102)

(4:102) Ayetine göre kafirler tarafından baskın yeme durumu söz konusu olabileceğinden, müminler salâtın ikamesini iki grupta yerine getirmelidirler.
 
Birinci grup, silahları da yanlarında olmak üzere salâtı ikame ederken yani Kuran okumasını ve ayetlere göre savaşa dair çözümler üretilmesini gerçekleştirirken diğer grup onların korumasını yapmalıdır. 

Birinci grup, kendilerine (resul veya günümüzde komutan tarafından) aktarılan Kuran ayetleri üzerinde müşavere ederek ayetler ve savaştaki durumları hakkındaki planları konusunda ortak bir kabule ve karara vararak emre uyduklarında yani secde ettiklerinde ikinci grup da koruma tedbirlerini elden bırakmadan gelerek ilk grubun salâtına katılmalıdır. İkinci grubun secdesinden söz edilmemiş olsa da ayetin anlatımından anlaşılmaktadır ki onlar da zaten aynı şekilde secde etmek için ilk gruba katılmışlardır.  

Dikkat edilirse (4:101) ayetinde muhatap müminler iken (4:102) ayetinde muhatap "Ve sen onların arasında olduğun zaman" ifadesiyle resul olmaktadır. 

(4:102) Ayetinde diğer dikkat edilmesi gereken nokta; resule hitaben yapılan "böylece diğerleri secde ettikleri zaman" ifadesidir. Yani buradaki secdenin içinde resul yoktur ve ayet "hep beraber secde ettiğinizde" dememektedir. Dolayısıyla resulün, diğer müminlerle birlikte secde etmesi yani emre uyması söz konusu değildir. Çünkü resul Kuran okumasını yapandır, anlatandır aynı zamanda savaşla ilgili plan kuran komutandır ve zaten birinci grupla secde etmiş yani emre uymayı önceden gerçekleştirmiştir.

Buradaki secde olayını canlandırmak gerekirse komutan (resul) askerlere, anlatılacakları ve savaş planını anlattıktan sonra askerler (müminler): "Emredersiniz, anlaşıldı” dediklerinde secde etmiş yani kabul ederek emre uymuş olmaktadırlar. Dolayısıyla (4:102) ayette bahsi geçen secde, yere kapanmak değil; ayetler ışığında varılan çözüm önerileri ve uygulanacak plan konusunda mutabık kalınma ve emre uyma olayıdır.

(4:102) Ayetinde “onlara salâtı ikame ettireceğin zaman” yani henüz salât esnasında olunmadığı için “fe ekamte lehumus salâte” ifadesi kullanılmıştır. Salâta katılmayan” yani salât esnasında olmayanlar için “lem yusallu” ifadesi kullanılmıştır. Salâta katılsınlar” yani süren bir salât esnasına katılış için “yusallu” ifadesi kullanılmıştır. Dolayısıyla bu ayette de salât esnasında oluş ya da olmayış söz konusu olduğu için “yusallu” kelimesi kullanılmıştır.

Böylece salâtı bitirdiğiniz zaman (KADAYTUMUS SALATE) artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman gerektiği gibi salâtı ikame edin (EKİMUS SALATE). Muhakkak ki salât (SALATE), müminlerin üzerine vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur. (4:103)

(4:103) Ayetine göre savaş zamanı geçip, can korkusu ortadan kalktığı takdirde müminler, yine her zamanki gibi salâta yani vahiy (Kuran) okumasına devam etmelidirler. Çünkü müminler için salât, vakitleri belirlenmiş olan bir zorunluluktur ki ahiret kurtuluşları buna bağlıdır. 

Ayetteki: "Böylece salâtı bitirdiğiniz zaman artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman gerektiği gibi salâtı ikame edin." ifadesi üzerinde düşünüldüğünde salâtın bir Kuran çalışması olduğu ve daha da önemlisi şekilsel bir ritüel olmadığı daha iyi anlaşılacaktır. Zira insanlar salât ile Allah’ın zikrine çağrılmaktadırlar ve Allah’ın zikri de Kuran’ın ta kendisidir. Savaş zamanı sona erdiğinde müminler salâtı gereği gibi yerine getirmelidirler yani artık salâtı aceleye getirip, süre olarak kısaltmalarına gerek kalmamıştır.

Şüphesiz o Zikri biz inzal ettik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz. (15:9)

(15:9) Ayetine göre zikir Kuran’dır. Salât edenler, zikir ile yani Kuran ile muhatap olmaktadırlar.

(4:101-103) Ayetleri aynı zamanda salâtın namaz olduğunu ve namazın tarifi ile birlikte rekât sayısının da Kuran’da bulunduğunu savunanların Kuran’dan delil olarak sunabildiği yegane ayetlerdir.

Bu görüşe göre Allah’ın resulü tarafından savaş zamanında uygulanmış ve gelecekte de Müslümanlar tarafından savaş zamanı uygulanması önerilen bu ayetler, Kuran’daki namazın tarifini içermekte ve namazdaki rekât sayısına delil oluşturmaktadır.

Yine bu görüşe göre ayetlerde secde edilmesi söz konusu olduğundan; niyet, başlangıç tekbiri, kıyam, rükû, okunan ayet ve dualar, bitiriş selamı gibi namazın diğer bölümlerinden bahsedilmemiş olsa dahi bunlar yapılmış sayılmaktadır. Ayrıca kısaltılan namaz tek secdeyle yani tek rekât ile tamamlanmaktaysa kısaltılmayan, normal uzunluktaki bir namaz da iki rekâttan oluşuyor olmalıdır.

Bu anlayışa göre Allah’ın savaş zamanında can derdinde olan müminlerden yapmalarını istediği en önemli şey sanki namaz kılmaları, belli şekilsel ritüelleri yerine getirmeleri ve bu arada ayet ve dualar okumalarıdır!   

Oysaki savaş zamanı, müminlerin olağanüstü bir durumda yani can derdinde olarak bir araya geldikleri bir zamandır. Böyle bir zamanda yapılması gereken salât da tıpkı Kuran’da bahsi geçen Cuma (toplantı) salâtında olduğu gibi müminlerin güncel problemlere ayetler ışığında çözümler aramaları, planlar üretmeleridir. Zira böyle bir zamanda en güncel problem savaşın kendisidir. Dolayısıyla (4:101-103) ayetleri, savaş brifingi ve planlaması olarak düşünülmelidir.

Ey iman edenler! Cuma günü salât (SALATİ) için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. (62:9)

(62:9) Ayetine göre müminler Cuma (toplanma) günü salâta çağrıldıklarında Allah’ın zikri için bir araya gelmiş olurlar. Allah’ın zikri, belli şekilsel hareketleri tekrarlamak ya da “Allah” kelimesini veya belli ayetleri arka arkaya söylemek değil; Allah’ın yazılı ayetlerini içeren Kuran’ı okumaktır ve hem yazılı hem de görsel kâinat ayetleriyle muhatap olmaktır. Bu muhataplığın amacı, yaşamda uygulayarak nefsin arınmasını sağlamak ve böylece hidayete ermektir.

Bir kez daha hatırlatmak gerekir ki salât Allah’a yönelmek, Allah’ın vahyi ile ilgilenmek, Allah’ın vahyine ve dine sahip çıkmak, Allah ile iletişim ve bağ kurmak amacıyla yapılan; o anda geçerli olan vahyin (Müslümanlar için Kuran’ın) okunmasıdır. Tabii ki "okumak" derken kuru kuruya Arapça seslendirmek değil; hayatında uygulayarak yaşamak üzere anlayarak okumak, üzerinde düşünmek, öğrenmek yani vahye ve dolayısıyla Allah'ın dinine sahip çıkmak amacındaki okumaktır. İşte bu okuma, insanları kurtuluşa erdirecek hidayet yolunu gösterecektir. Bu yüzden salât, savaş zamanında bile aksatılmamalı, tehlike durumu varsa süre olarak kısaltılmalı ama sadece çatışma ve son nefese gelme durumu olduğunda terk edilmelidir. Çünkü önemli olan müminlerin, ailelerinin ve korumalarını üstlendiği diğer kimselerin hayatlarıdır. 

Dolayısıyla savaş zamanı yapılan salât, bünyesinde Kuran ayetlerini ve savaş planlamasın barındıran; komutan ve askerlerin birlikte karar alarak Allah’ın emri altına girdikleri adeta bir savaş brifingi gibidir. 

-     Maun Suresi’nde Salât

Dini yalanlayanı gördün mü? (107:1)
Oysa yetimi itip kakan işte odur. (107:2)
Ve miskini (yoksulu, çalışmaya gücü olmayanı) doyurmaya teşvik etmez. (107:3)
İşte o salât edenlere (MUSALLİN) yazıklar olsun. (107:4)
Onlar ki, salâtlarından (SALATİHİM) gafil olanlardır. (107:5)
Onlar riya yapanlardır (gösteriş için yapanlardır). (107:6)
Ve mauna mani olurlar. (107:7)

(107:1-7) ayetlerinde bahsi geçen dini yalanlayan kişi; esasında salât ediyor görünmesine yani vahiy aracılığıyla Allah ile bağ kurmuş görünmesine rağmen gerçekte Allah'a ve O’nun vahyine iman etmediği için gereklerini yerine getirmemekte; dolayısıyla gösteriş ve riyakârlık yapmaktadır. Yani okuduğu vahiy öğretisinin sonucunda yapılması gerekenleri ya hiç anlamamakta ya da anlamakta fakat işine gelmediği için uygulamamaktadır. Böylece dini yalanlamış olmaktadır. Oysaki gerçekten inanmış bir şekilde Allah’ın inzal etmiş olduğu vahyi okuyup, öğrenmiş olsa; uygulama kısmına geçerek yetime sahip çıkacak, miskini doyurmaya teşvik edecek ve böylece salâtın gereğini yapmış olacaktır.

Dini yalanlayan kişi gereğini yapmadığı gibi, mauna (zekâta ve yardımlaşmaya) da mani olmaktadır. İşte bu tip kişiler, gösteriş içinde olduklarından salâtlarından gafil olanlardır; hem kendilerine hem de başkalarına nasıl bir kötülük yaptıklarının farkında değillerdir. 

-      Allah’ın Resulü Muhammed’in Kuran’daki Örnek Salâtları

Cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik, Kuran’ı dinlemeleri için. Onun huzuruna geldikleri zaman “Susun, dinleyin!” dediler. Sonra bitirilince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak döndüler. (46:29)
Onlar: “Ey kavmimiz! Muhakkak ki biz Musa’dan sonra inzal edilen, onların elindekinin sadık kalanlarını doğrulayan, Hakka ulaştıran ve Tariki Müstakim’e hidayet eden bir kitap dinledik.” dediler. (46:30)
Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine icabet edin. Ve O’na iman edin ki, sizin günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin. Ve sizi elim azaptan korusun. (46:31)
Ve Allah’ın davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir. Ve onun Allah’tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalalet içindedirler. (46:32)

(46:29) Ayetinde Kuran'ı dinlemeleri için yönlendirilen cinler; Allah’ın resulü Muhammed'in Kuran okumasına yani salâtına tanık olmuşlardır. Sonra bu tanık oldukları Kuran okuması yani salât bitince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak dönmüşlerdir.

Cinlerin; “Ey kavmimiz! Muhakkak ki biz, Musa’dan sonra inzal edilen, onların elindekinin sadık kalanlarını doğrulayan, Hakka ulaştıran ve Tariki Müstakim’e hidayet eden bir kitap dinledik.” ifadesi, onların Kuran'ı anlayarak dinlediklerinin de bir göstergesidir. Dolayısıyla Kuran’ın hakka ve Tariki Müstakim’e ulaştırdığına kanaat getirmişlerdir.

Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük edeceklerinden korkarsanız o takdirde salâttan (SALATİ) kısaltmanızda size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık düşmandır. (4:101)

Ve sen onların arasında olduğun ve onlara salâtı ikame (LEHUMUS SALATE) ettireceğin zaman, öyle ki onların bir kısmı seninle beraber dursun ve silahlarını da alsınlar, böylece diğerleri secde ettikleri (SECEDU) zaman sizin arkanızda olsunlar. Ve salâta katılmayan (LEM YUSALLU) grup da gelsin, bu şekilde seninle beraber salâta katılsınlar (FE Lİ YUSALLU), koruma tedbirlerini ve silahlarını da alsınlar. Kâfirler silahlarınızdan ve mühimmatınızdan gaflette olmanızı ve böylece sizin üzerinize tek bir hamle ile baskın yapmayı isterler. Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız silahlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için alçaltıcı azap hazırlamıştır. (4:102)

Böylece salâtı bitirdiğiniz zaman (KADAYTUMUS SALATE) artık ayaktayken, otururken ve yan üstü iken Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz zaman gerektiği gibi salâtı ikame edin (EKİMUS SALATE). Muhakkak ki salât, müminlerin üzerine vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur. (4:103)

Allah’ın resulünün savaş zamanı yaptırdığı salât ile ilgili yorumlar, “Savaş Zamanı Yapılan Salât” başlığı altında yapılmıştır.

Onlardan ölen bir kimsenin üzerine ebediyen salâta katılma (TUSALLİ) ve onun kabri başında durma. Çünkü onlar, Allah’ı ve O’nun resulünü inkâr ettiler ve onlar fasık olarak öldüler. (9:84)

(9:84) Ayetinde salâttan men etmek ya da salât esnasında olmamak için “tusalli” ifadesi kullanılmıştır.

Salâtın tanımını kısaca "ilgilenmek, sahiplenmek, bağ kurmak, yönelmek" olarak yapmıştık…

Bu ayette münafıklarla bütün ilişkinin kesilmesi istenmektedir. Yani "Ölüsünden de ilişkiyi kopar, ilgilenme, sahip çıkma" denilerek onlarla olan tüm bağların koparılması, ilişkinin kesilmesi istenmektedir. Çünkü onlar daha önce yaptıkları salâtları boşa çıkarmışlar, Allah'a ve resulüne muhalefet ederek savaşmamış ve imandan çıkmış bir şekilde fasık olarak ölmüşlerdir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, ölüye salât edilmediğidir. Çünkü ölünün arkasından, onun için yapılan herhangi bir şeyin ölüye faydası olmayacaktır. Herkesin kazandığı kendi eliyledir. Vefat etmesiyle birlikte ölen kişinin hesap defteri kapanmıştır. 

İnsan sevmediği kişinin cenazesine ya gitmez ya da yakınlarını teskin etmek için gider. Ölünün toprağa defnedilişi sırasında orada bulunmak, ölen kişinin yakınları için bir teskin olma sebebidir. Acının paylaşılması, sahiplenilmesi olayıdır.
 Ölümün bir ibret olması dolayısıyla mezarda toplanılıp, yaşayanların hayatlarında uygulamaları için onlarla birlikte veya tek başına salât edilebilir yani kendi yaşamında uygulamak üzere anlayarak Kuran okunabilir.

Dolayısıyla (9:84) ayetinde hem fasık olarak ölenlerin cenazesine katılıp, acının paylaşılması ve sahiplenilmesi hem de o cenaze esnasında vahiysel irtibatın kurulması istenilmemektedir. Zira fasıkların arasına katılarak böyle bir görüntü vermek; Müslümanlara hem haksızlık hem de ikiyüzlülük yapmak anlamına gelecektir.

Cenaze merasimi vesilesiyle ibret olması açısından mezarın başında salât etmek yani vahiy okumak; geleneklerde ölünün ruhu için Yasin okuma şekline ve anlayışına dönüşmüştür ve yanlıştır...

Diğer bir kısmı ise günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (9:102)
Onların mallarından sadaka olarak al ve onunla onları temizle ve tezkiye et ve onlara salât et (SALLİ) , muhakkak ki; senin salâtın (SALATEKE) onlar için bir sekinedir (sükûnettir). Ve Allah; Semidir, Âlimdir. (9:103)

(9:103) Ayetinde salâta çağrı için “salli” ifadesi kullanılmıştır. Yani seslenilen kişi (resul), salât esnasında değildir. 

(9:102) Ayetinde "diğerleri" diye bahsedilen ve savaşa çeşitli bahanelerle gitmeyenlerin kastedildiği bir kısım insan, günahlarını itiraf etmişlerdir. Zira salih ameli, diğer kötü amelle karıştırmışlardır. Ayette Allah'ın, sadaka verdikleri takdirde onların tövbelerini kabul etmesi umulmaktadır. 

(9:103) Ayetinde ise hatalarını anlayıp pişman olan bu insanlarla tekrar "ilgilenmek, sahiplenmek, bağ kurmak, iletişim kurmak" anlamında salât yapılması yani birlikte yine eskiden olduğu gibi vahiy çalışması istenmektedir. Çünkü müminler, münafıklarla birlikte onlara uyan veya çeşitli bahanelerle savaştan kaçan bu insanlarla da ilgiyi, alakayı, bağı, iletişimi; (vahiy çalışması dâhil) her türlü anlamda koparmışlardı.

Salâtın yerine getirilmesi ile birlikte, salâtın gereğinin yapılması anlamında olan mallarından alınan sadaka sebebiyle hem nefislerinin tezkiye edilmesi  (arındırılması) yani zekâtlarını vermeleri hem de kendileriyle tekrar eski ilgi, alaka ve bağın kurulması sağlanmış olacaktır. Zira resulün bu salâtı yani onlarla birlikte yine eskisi gibi vahiy çalışması yapması dolayısıyla ilgisi, bağı, iletişimi onlara huzur verecektir. Böylece onların verdiği sadakaları yeniden kabul ederek, kendileriyle koparılan bağ tekrar sağlanmış ve iman üzere oldukları yeniden onaylanmış olacaktır. Dolayısıyla onlar da "kâfir olduk, helak olduk" sıkıntısından kurtulup huzura kavuşacaklardır.

-     Allah’ın Resulü Zekeriya’nın Kuran’daki Örnek Bir Salâtı

Orada Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin” dedi. (3:38)
Zekeriya mabette salât ederken (YUSALLİ) melekler ona, “Allah sana, kendisinden gelen bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve salihlerden bir nebi olarak Yahya’yı müjdeler” diye seslendiler. (3:39)
Zekeriya, “Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış iken ve karım da kısır iken benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi. Allah, “Öyledir, ama Allah dilediğini yapar” dedi. (3:40)
Zekeriya, “Rabbim! (çocuğum olacağına dair) bana bir alâmet ver” dedi. Allah da şöyle dedi: “Senin için alâmet, insanlarla üç gün konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tespih et.” (3:41)

(3:38-41) Ayetlerinde Zekeriya mabette Rabbine yönelmiş, salât esnasındayken melekler kendisine seslenmiştir.
(3:39) Ayetinde salât esnasında oluş için “yusalli” kelimesi kullanılmıştır. Yani yusalli kelimesi, salât esnasında olduğunu ifade etmektedir. 

Dikkat edilirse Zekeriya salât esnasında yani vahiysel irtibatta bulunurken Yahya ile müjdelenmiştir.

-      Salâvat

“Salâvat” kelimesi, “salât” kelimesinin çoğuludur ve ‘salâvat getirmek’ ile bir alakası yoktur.

“Salâvat” kelimesi, en az 3 vakit salât vaktinin varlığını gerekmektedir.

Bu vakitler: 1-SABAH 2-AKŞAM 3-CUMA vakti salâtlarıdır.

Bu konu, “Vakit Şartı” adlı başlıkta ayrıca incelenmiştir.

İşte onlar ki Rablerinden salâtlar (SALÂVAT) ve rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır. (2:157)

Allah’ın rahmeti olarak insanları hidayete ve kurtuluşa erdiren sebep, Allah’ın vahiy ile kurduğu iletişimdir. Bu nedenle Rabbin salâtının, vahiy iletişimi olduğu ve bu doğrultuda vahyi insanlara hem ilettiği hem de öğrettiği düşünülmelidir. Zira Rab, hem nebisine özel olarak hem de müminlere sürekli olarak gönderdiği vahiyler aracılığıyla salât etmektedir.

Bu ayete göre Rabbimizin salâvat getirdiğini düşünmek abes olacaktır.

Salâtlara (SALÂVATİ) ve salât-ı (SALÂTİ) vustaya hafız olun. Ve kalkın, Allah için kanitin olun. (2:238)

(2:238) Ayetinde müminlerin, salâtlara yani belli vakitlerdeki vahiy okumalarına sahip çıkmaları istenmektedir. 

Salâtlar ve salât-ı vusta ile ilgili açıklama, “Vakit Şartı” adlı konu başlığı içinde yapılmıştır.

Ve Araplardan Allah’a ve ahiret gününe inananlar vardır. Ve infak ettikleri şeyleri Allah’ın indinde ve resulün salâtlarında (SALÂVATİR) bir vesile kabul ederler. Muhakkak ki o, onlar için bir yakınlık vesilesidir, (öyle) değil mi? Allah, onları rahmetinin içine dâhil edecek. Muhakkak ki Allah; Gafurdur ve Rahimdir. (9:99)

(9:99) Ayetindeki resulün salâtlarından kasıt yine vahyin okunup, üzerinde konuşularak düşünüldüğü, Allah ile iletişime geçildiği zamanlardır.

Ve onlar, salâtlarını (SALÂVATİHİM) muhafaza edenlerdir. (23:9)

(23:9) Ayetinde salâtlarını” yani “vahiy okumalarını muhafaza ederler” denilmek istenmektedir.

-      Salât Yeri

“Musalla” kelimesi, salât yeri demektir.

Ve biz evi (BEYTE) insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Ve siz, İbrahim’in makamından bir salât yeri (MUSALLA) edinin. Ve biz, İbrahim’e ve İsmail’e: “İtikâfa giren (AKİFİNE) ve rükû eden (RUKKE) ve secde eden (SUCUD) topluluklar için evimi (BEYTİYE) temiz tutun.” diye ahdettik. (2:125)

(2:125) Ayetinde bahsi geçen “ev” yani “beyt” kelimesiyle Mekke’de inşa edilen ilk ev olan Kabe kastedilmiştir. Ancak Kâbe ise Dünya gezegenini temsil eden bir sembol olarak inşa edilmiştir.

Kâbe binasıyla temsil edilen “ev” yani insanlığın gerçek anlamda yaşadığı Dünya gezegeni, insanların yaşamlarını sürdürmek üzere doğarak bir araya geldikleri bir toplantı yeridir. Bu toplantı yeri, Allah tarafından yaşama elverişli bir şekilde güvenli kılınmıştır. Bu anlamıyla Dünya gezegeninin tamamı bir salât yeridir.
Kâbe binasının âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak gösterilmesinin sebebi, bu binanın Dünya gezegenini temsil etmesi nedeniyledir. Zira Dünya gezegeni âlemler için bereketli olan ve hidayete erdiren bir yerdir

Dünya gezegeni aynı zamanda, üzerinde Allah tarafından koyulmuş yasaklar bulunan bir secde yeri olduğu için Kuran’da “Mescidi Haram” olarak da adlandırılmıştır. Dolayısıyla iman etmiş müminler bu gezegendeki yaşamlarında kendilerine bir salât yeri yani uygulamaya dönüştürmek ve nefislerini arındırmak amacıyla vahyi okuyacakları bir yaşam yeri edinmelidirler. 

Rükû edenler; vahyi kendilerine rehber edinip, Allah'ın huzurunda Sünnetullah'a (Allah’ın yaratma yasalarına) boyun eğik bir şekilde Allah'ın yarattıklarına sorgusuz olarak saygı ve rıza gösterenlerdir. (“Rükû” başlığı altında daha detaylı olarak incelenmiştir.)

Secde edenler; aklı veya ister istemez vücut varlıklarıyla emri altına girerek teslim olanlardır. (“Secde” başlığı altında daha detaylı olarak incelenmiştir.)

İbrahim'in makamı; yeryüzünde kâmil insan olarak ulaşılabilen, tek tanrıcı,  Allah'tan başka hiçbir şeyden korkulmayan ve sonsuz güvende hissedilen, tekâmül seviyesinin en üst düzeyinde olma mertebesidir.

Allah İbrahim’e ve İsmail’e, rükû ve secde edenler için insanlığın yaşam yeri olan evi yani Kâbe binasıyla temsil edilen Dünya gezegenini temiz tutmaları için ahit vermiştir. Bu temizlik genelde insanlığın yaşam alanı olarak küresel bir temizlik, özelde ise vahiy aracılığıyla nefislerin eğitilerek arındırılması olarak anlaşılmalıdır. Zira ilk yazılı vahiy de İbrahim aracılığıyla başlamıştır. Bu yüzden salât, İbrahim-i bir gelenektir.  
 
Dünya üzerinde yaşayan bütün inanan insanlar, tıpkı İbrahim gibi olabilmek için Allah ile iletişime geçmeli yani Allah'ın nebisi aracılığıyla inzal edilen kitabı okumalı ve yaşayarak nefsini arındırmak amacıyla öğrenmelidir.

-     Salât Edenler

Kuran içerisinde salât edenler, "Musallin" kelimesiyle ifade edilmektedir.

Salât edenler (MUSALLİN) hariç. (70:22)

(70:22) Ayetinde salât edenler, “musallin” kelimesiyle ifade edilmiştir.

“Biz salât edenlerden (MUSALLİN) olmadık.” dediler. (74:43)
“Yoksula yedirmezdik.” (74:44)

(74:43) Ayetinde cehenneme girenler; "Allah'ın vahyini okumadık dolayısıyla gereklerini yerine getirmedik." demek istemektedirler. Zira (74:44-46) ayetleri, salâtın gereklerini açıklamaktadır.

İşte o salât edenlere (MUSALLİN) yazıklar olsun. (107:4)

Allah'ın vahyine inanmadıkları için gereklerini yerine getirmeyenler, “Maun Suresi’nde Salât” adlı konu başlığı altında incelenmiştir...

-      Kâfirlerin Salâtı

Ve onlar, Mescidi Haram’dan men ediyorlarken ve onlar, O’nun dostları değilken Allah niçin onlara azap etmesin? O’nun dostları ancak takva sahibi olanlardır. Ve fakat onların çoğu bilmezler. (8:34)

Ve onların salâtları (SALATUHUM) evin (EL BEYTİ) yanında ıslık çalmak ve el çırpmadan başka bir şey olmadı. Artık inkâr etmiş olduğunuz şeyler sebebiyle azabı tadın! (8:35)

Mescidi Haram, Kâbe binası ve yakın çevresiyle sembolize edilmiş Dünya gezegenidir. Dünya gezegeni, insanları belli bir tekâmül seviyesine yani kâmil insanın temsilcisi olan İbrahim’in mertebesine çıkarmayı hedefleyen bir sınav yeridir. Bir sınav yeri olan Dünya hayatı aynı zamanda bir okul gibidir. Bu okul, teorik ve pratik ders konularını okutur. Teorik olan Allah’ın vahyi; pratik olan ise Allah’ın vahyinin yaşamda uygulanması ve böylece nefsin arındırılmasıdır.    
Kâfirler; savaşlar çıkarıp kan dökerek, kürtaj ile anne karnındaki bebekleri öldürerek, uyuşturucu maddelerle zehirleyerek, doğallığı bozulmuş yiyeceklerle kanser ederek vs. türlü şekillerle insanların yeryüzüne doğmalarını veya yeryüzünde yaşam sürmelerini engellemektedirler. Yani Mescidi Haram’dan men etmektedirler. Bu kişiler Kuran’da “Beyt” yani ev olarak ifade edilmiş Dünya üzerinde yaşamları boyunca Allah'ın vahiylerini görmezden gelmişler, inanmamışlar ve eğlenceye dalıp boş işlerle uğraşmışlardır. Ve belki de günümüzde bazen gördüğümüz gibi Allah’ın ayetlerine karşı topluca itiraz etmek ve yuhalamak maksadıyla ıslık çalıp, alkış yapmışlardır. Bu yüzden Allah tarafından azaba çarptırılacaklardır.
Kâfirler: “Bu Kuran’ı dinlemeyin, (okuma süresi) içinde gürültü yapın. Umulur ki böylece siz galip olursunuz.” dediler. (41:26)

Örneğin (41:26) Ayetinden, kafirlerin ıslık çalma ve el çırpma eylemini; Kuran okunmasını veya okunurken duyulmasını engellemek için yaptıkları anlaşılmaktadır.


Hâlbuki Allah’ın dostları takva sahibi olanlar yani Allah’ın isteği doğrultusunda yaşayanlardır. 


En Doğrusunu ALLAH Bilir.

Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_

4 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim ama güzel Türkçemizi de düzgün kullanmaya gayret göstermeliyiz. Doşayısıyla "emeğe sağlık" ifadesi doğru bir kullanım değil :)

      Sil
    2. Doşayısıyla(dolayısıyla) yazımı gibi sanırım

      Sil