- Salât Kelimesinin Sözlük
Anlamı
“Salât”
kelimesi, Arap Alfabesi’ndeki Sad-Lam-Vav harflerinden oluşmakta olup; “SaLaYe”
veya “SaLaVe” şeklinde iki farklı kökten gelmiş olabileceği ileri
sürülmektedir.
Arapça
sözlüklerdeki “SaLaYe” kökünün anlamı ateşe yaslanmak, ateşin yanmasını
sürdürmek; “SaLaVe” kökünün anlamı ise canlıyı ayakta tutan omurga, desteklemek
için dayamak veya yaslamak, desteklemek, destek olmaktır.
- Salât Kelimesinin
Kuran’daki Anlamı
Kuran'da “salât”
kelimesi; sahiplenmek, ilgilenmek, iletişim kurmak, bağlantı kurmak, bağ
kurmak, yüz çevirmemek, yönelmek gibi anlamlarda kullanılmıştır.
Salât’ın sözlük anlamlarından bir tanesi olan destek, Kuran’da geçtiği
ayetlerde, bu fiiller yapıldıktan sonra daha doğru anlam kazanmakta ve yerine
oturmaktadır. Yani Allah’ın vahyine yönelindiğinde, sahip çıkıldığında, yüz
çevrilmediğinde, onun aracılığıyla Allah ile iletişim ve bağlantı kurulduğunda
Allah’ın Dini’ne de destek verilmiş olunmaktadır. Bu destek, vahyi Allah’ın
belirlediği zamanlarda okuyup, öğrenmek (sonrasında ise yaşayarak nefsi
arındırmak olan zekât) ile yerine getirilmektedir.
İnsanlar
Allah’ın vahyine inanıp, ona sahip çıkarak yani öğrenerek Allah ile iletişim
kurmuş olmaktadırlar. Tıpkı Allah ve meleklerin nebiyle vahiysel iletişim
kurduğu gibi, müminler de nebiye ve onun davası olan Kuran'a yani Allah'ın
insanlara vahiyle öğütlediği yaşam tarzına yönelmeli ve ona sahip
çıkmalıdırlar. Bu yöneliş ve bağ, Kuran'ı sadece Arapça seslendirerek değil;
onu anlayarak okumakla kurulmalıdır.
Bundan sonra ise
vahyin yaşanarak nefsin arındırılması sağlanmalı ve kurtuluş için Allah’ın
doğru yolunda yürünmelidir. Devamında yapılması gereken vahyi yaşamak ve
yaşatmak yani uygulama kısmı; nefsi arındırmayı amaçlayan zekât kavramının
konusu olmaktadır.
Bir başka ifadeyle salât Allah’a yönelmek, Allah’ın vahyi ile
ilgilenmek, Allah’ın vahyine ve dine sahip çıkmak, Allah ile iletişim ve bağ
kurmak amacıyla yapılan; o anda geçerli olan vahyin (Müslümanlar için Kuran’ın)
okunmasıdır. Tabii ki "okumak" derken kuru kuruya Arapça seslendirmek
değil; hayatında uygulayarak yaşamak üzere anlayarak okumak, üzerinde düşünmek,
öğrenmek yani vahye ve dolayısıyla Allah'ın dinine sahip çıkmak amacındaki
okumaktır. İşte bu okuma, insanları kurtuluşa erdirecek hidayet yolunu
gösterecektir. Bu yüzden salât, savaş zamanında bile aksatılmamalı, tehlike
durumu varsa süre olarak kısaltılmalı ama sadece çatışma ve son nefese gelme
durumu olduğunda terk edilmelidir. Çünkü önemli olan müminlerin, ailelerinin ve
korumalarını üstlendiği diğer kimselerin hayatlarıdır.
Örnekler:
Fakat o doğrulamadı (LA SADDEKA) ve salât etmedi
(LA SALLA). (75:31)
Ve lakin yalanladı (KEZZEBE) ve yüz çevirdi
(TEVELLA). (75:32)
(75:31-32) Ayetlerine baktığımızda
"doğrulamak" kelimesi "saddeka" olup, tersi ise
"yalanlamak" anlamına gelen "kezzebe"dir.
Benzer şekilde "yüz çevirmek,
ilgilenmemek" gibi anlamlara gelen "tevella" kelimesinin tersi,
salât kelimesinin türevi olan "salla" kelimesinin anlamı olacaktır ki
bu da "yüz çevirmemek, ilgilenmek, iletişim kurmak, sahiplenmek, bağ
kurmak, yönelmek" gibi anlamlara gelmektedir.
Benzer kullanım Alak Suresi'nde de bulunmaktadır:
Benzer kullanım Alak Suresi'nde de bulunmaktadır:
Engelleyeni gördün mü? (96:9)
Bir kulu salât (SALLA) ettiği zaman. (96:10)
Sen gördün mü? Eğer o hidayet üzere ise… (96:11)
Veya takvayı emretti ise… (96:12)
Sen gördün mü? Eğer yalanladı (KEZZEBE) ve yüz
çevirdi (TEVELLA) ise… (96:13)
Biliyoruz ki
hidayet üzere olmak ve takvayı emretmek; Allah’ın inzal ettiği kitaba yönelmek,
onu okumak ve öğrenmek ile mümkün olacaktır. Dolayısıyla (96:9-13) ayetlerinde
bahsi geçen ve “salla” edeni engelleyen kişi, “salla” etme sırasındaki vahiyle
bağlantıyı engellemektedir. Aynı şekilde kendisi de vahyi yalanlamakta ve ondan
yüz çevirmektedir.
Salât kelimesinin baş tarafına gelen “es” takısı, belirli bir salâtı
kastetmekte olup; Allah’ın istediği, işaret ettiği, kastettiği salât eylemini
ifade etmektedir. Bu eylem de Allah’ın inzal ettiği kitabı ve vahyi okumakla
gerçekleşen salâttır.
- İçerisinde Salât Kelimesi
ve Kelimenin Türevleri Geçen Ayetler
2. Bakara Suresi: 3, 43, 45, 83, 110, 125,
153, 157, 177, 238, 277.
3. Ali İmran Suresi: 39.
4. Nisa Suresi: 43, 77, 101, 102, 103, 142,
162.
5. Maide Suresi: 6, 12, 55, 58, 91, 106.
6. Enam Suresi: 72, 92, 162.
7. Araf Suresi: 170.
8. Enfal Suresi: 3, 35.
9. Tevbe Suresi: 5, 11, 18, 54, 71, 84, 99,
103.
10. Yunus Suresi: 87.
11. Hud Suresi: 87, 114.
13. Rad Suresi: 22.
14. İbrahim Suresi: 31, 37, 40.
17. İsra Suresi: 78, 110.
19. Meryem Suresi: 31, 55, 59.
20. Taha Suresi: 14, 132.
21. Enbiya Suresi: 73.
22. Hac Suresi: 35, 40, 41, 78.
23. Müminun Suresi: 2, 9.
24. Nur Suresi: 37, 41, 56, 58.
27. Neml Suresi: 3.
29. Ankebut Suresi: 45.
30. Rum Suresi: 31.
31. Lokman Suresi: 4, 17.
33. Ahzab Suresi: 33, 43, 56.
35. Fatır Suresi: 18, 29.
42. Şura Suresi: 38.
58. Mücadele Suresi: 13.
62. Cuma Suresi: 9, 10.
70. Mearic Suresi: 22, 23, 34.
73. Müzzemmil Suresi: 20.
74. Müddessir Suresi: 43.
75. Kıyame Suresi: 31.
87. Ala Suresi: 15.
96. Alak Suresi: 10.
98. Beyyine Suresi: 5.
107. Maun Suresi: 4, 5.
108. Kevser Suresi: 2.
- Salât Kelimesinin
Kuran’daki Türevleri
Salât kelimesi, fiil formunda Kuran’da 12 kez geçmektedir.
Bunun
üzerine, o mihrapta kaim olarak salât ederken (YUSALLİ) melekler; Allah'ın onu,
Allah'tan bir kelimeyi tasdik edici olarak, seyyid, nefsine hâkim ve Nebi olan,
salihlerden Yahya ile müjdelediğini nida ettiler (bildirdiler). (3:39)
Ve sen
onların arasında olduğun zaman, onlara salâtı ikame ettireceğin zaman öyle ki
onların bir kısmı seninle beraber dursun ve silahlarını da alsınlar. Böylece
diğerleri secde ettikleri zaman sizin arkanızda olsunlar. Ve salâta katılmayan (LEM YUSALLU) grup da gelsin, bu şekilde
seninle beraber salâta katılsınlar (FE Lİ YUSALLU), koruma tedbirlerini ve
silahlarını da alsınlar. Kâfirler silahlarınızdan ve mühimmatınızdan gaflette
olmanızı ve böylece sizin üzerinize tek bir hamle ile baskın yapmayı isterler.
Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız
silahlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de
alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için “alçaltıcı azap” hazırlamıştır. (4:102)
Onlardan
ölen bir kimsenin üzerine ebediyen salâta katılma
(TUSALLİ) ve onun kabri başında durma. Çünkü onlar, Allah’ı ve O’nun resulünü
inkâr ettiler ve onlar fasık olarak öldüler. (9:84)
Onların
mallarından sadaka olarak al ve onunla onları temizle ve tezkiye et ve onlara
salât et (SALLİ) , muhakkak ki; senin salâtın (SALATEKE) onlar için bir
sekinedir (sükûnettir). Ve Allah; Semidir, Âlimdir. (9:103)
Sizi,
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salât (YUSALLİ) gönderen, O ve
O’nun melekleridir ki O, müminlere Rahimdir. (33:43)
Muhakkak
ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salât (YUSALLU) ederler. Ey iman edenler, siz
(de) O’na salât (SALLU) edin! Ve (O’na) teslim olarak salât edin (SELLİMU)!
(33:56)
Fakat o
tasdik etmedi ve salât etmedi (SALLA). (75:31)
Ve
Rabbinin ismini zikretti ve de salâta katıldı
(SALLA). (87:15)
Engelleyeni
gördün mü? (96:9)
Salât
eden (SALLA) bir kulu. (96:10)
O halde
Rabbin için salâta katıl
(SALLİ) ve güçlüklere göğüs ger. (108:2)
Vahiy aracılığıyla Allah ile iletişime geçmeyi ve
böylece bağ kurmayı ifade eden “salât” kelimesinin türevlerinin (gramere bağlı
değişik kullanımlarının) fiil formunda geçtiği ayetlere baktığımızda:
a- Sürmekte olan bir salât
var ise salât esnasında oluş veya salât esnasına çağrı anlamında “yusalli” veya
“yusallu” olarak,
b- Sürmekte olan bir salât
yok ise salâttan men edilmek, katılmamak anlamında “tusalli” olarak,
c- Sürmekte olan bir salât
yok ise salâta çağrı anlamında
“salla”, “salli” ve “sellimu” olarak ifade edilmiştir.
Salât kelimesi, isim formunda Kuran’da 83 kez geçmektedir.
Bu kullanımların bir
kısmı sadece “salât” şeklinde, bir kısmı da “salâtın ikamesi” tamlaması şeklindedir.
Onlar gayba inanırlar, salâtı (SALATE) ikame ederler ve
kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. (2:3)
Salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin ve rükû
edenlerle birlikte siz de rükû edin. (2:43)
Sabırla ve salâtla (SALATİ) yardım isteyin. Şüphesiz bu,
saygılı olanlardan başkasına ağır gelir. (2:45)
Hani biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet
etmeyeceksiniz ve anne babaya ve yakınlara ve yetimlere ve yoksullara iyilik
edeceksiniz ve herkese güzel sözler söyleyeceksiniz ve salâtı (SALATE) ikame
edeceksiniz ve zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç
yüz çevirerek sözünüzden döndünüz. (2:83)
Salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin ve nefsiniz için
her ne iyilik işlemiş olursanız Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah
bütün yaptıklarınızı görür. (2:110)
Ey iman edenler! Sabırla ve salâtla (SALATİ) Allah’tan
yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir. (2:153)
İşte Rableri katından salâtlar (SALAVATUN) ve rahmet
onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır. (2:157)
İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz
değildir. Asıl iyilik Allah’a ve ahiret gününe ve meleklere ve kitaplara ve
nebilere iman edenlerin ve mala olan sevgilerine rağmen onu yakınlara ve
yetimlere ve yoksullara ve yolda kalmışa ve isteyene ve kölelere verenlerin ve
salâtı (SALATE) ikame eden ve zekâtı veren ve antlaşma yaptıklarında sözlerini
yerine getirenlerin ve zorda ve hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda
sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte
bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir. (2:177)
Salâtlara (SALAVATİ) ve ortalama salâta (SALATİ) hafız
olun. Allah’a gönülden boyun eğerek durun. (2:238)
Şüphesiz iman edip salih ameller
işleyen ve salâtı (SALATE) ikame eden ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri
katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. (2:277)
Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de
-yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar salâta (SALATE) yaklaşmayın.
Eğer hasta olur veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz abdest bozmaktan
gelince ya da eşlerinizle cinsel ilişkide bulunup, su da bulamazsanız o zaman
temiz bir toprağa yönelip, yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Şüphesiz Allah,
çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. (4:43)
Daha önce kendilerine, “ellerinizi çekin ve salâtı (SALATE) ikame edin
ve zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen
içlerinden bir kısmı; insanlardan, Allah’tan korkar gibi, hatta daha çok
korkarlar ve “Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar
erteleseydin ya!” derler. De ki: “Dünya geçimliği azdır. Ahiret, Allah’a karşı
gelmekten sakınan kimse için daha hayırlıdır. Size kıl kadar haksızlık
edilmez.” (4:77)
Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından
korkarsanız salâtı (SALATİ) kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur.
Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır. (4:101)
Ve sen
onların arasında olduğun zaman, onlara salâtı ikame ettireceğin zaman, öyle ki
onların bir kısmı seninle beraber dursun ve silahlarını da alsınlar. Böylece
diğerleri secde ettikleri zaman sizin arkanızda olsunlar. Ve salâta katılmayan (LEM YUSALLU) grup da gelsin, bu şekilde
seninle beraber salâta
katılsınlar (FE Lİ YUSALLU), koruma tedbirlerini ve silahlarını da alsınlar.
Kâfirler silahlarınızdan ve mühimmatınızdan gaflette olmanızı ve böylece sizin
üzerinize tek bir hamle ile baskın yapmayı isterler. Ve yağmur sebebiyle size
bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız silahlarınızı çıkarmanızda size bir
günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de alın. Muhakkak ki Allah kâfirler
için “alçaltıcı azap” hazırlamıştır. (4:102)
Salâtı (SALATE) ikame ettiniz mi gerek ayakta gerek otururken ve gerek
yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu tam olarak salâtı (SALATE)
ikame edin. Çünkü salât (SALATE), müminlere vakitli kitaptır. (4:103)
Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu
çabalarını başlarına geçirir. Onlar, salâta (SALATİ) kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara
gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar. (4:142)
Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana inzal edilene
ve senden önce inzal edilene iman ederler. O salâtı (SALATE) ikame edenler ve
zekâtı verenler ve Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya işte onlara büyük
bir mükâfat vereceğiz. (4:162)
Ey iman edenler! Salâta (SALATİ) kalktığınız zaman yüzlerinize ve dirseklerinize kadar
ellerinizi yıkayın ve başlarınıza mesh edin ve ayaklarınızı da topuklarınıza
kadar yıkayın. Eğer cünüp iseniz o takdirde iyice temizlenin. Eğer hasta veya
yolcu iseniz veya biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara yaklaşmış ise eğer
su bulamazsanız o zaman temiz bir toprağa teyemmüm edin. Ve de ondan
yüzlerinize ve ellerinize mesh edin. Allah size güçlük çıkarmak istemez, sizi
temizlemek ve sizin üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister. Umulur ki böylece
siz şükredersiniz. (5:6)
Andolsun,
Allah İsrailoğulları’ndan sağlam söz almıştı. Onlardan on iki temsilci -başkan-
seçmiştik. Allah, şöyle demişti: “Sizinle beraberim. Andolsun eğer salâtı
(SALATE) ikame eder ve zekâtı verir ve elçilerime inanır ve onları
desteklerseniz ve Allah’a güzel bir borç verirseniz elbette sizin
kötülüklerinizi örterim ve Andolsun sizi, içinden ırmaklar akan cennetlere
koyarım. Ama bundan sonra sizden kim inkâr ederse mutlaka o, dümdüz yoldan
sapmıştır.” (5:12)
Sizin dostunuz ancak Allah’tır ve resulüdür ve Allah’ın emirlerine
boyun eğerek salâtı (SALATE) ikame eden ve zekâtı veren müminlerdir. (5:55)
Siz salâta (SALATİ) çağırdığınız vakit onu alaya alıp eğlence yerine
koyuyorlar. Bu, şüphesiz onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır.
(5:58)
Şeytan içki ve kumarla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi
Allah’ın zikrinden ve salâttan (SALATİ) alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor
musunuz? (5:91)
Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında
aranızda şahitlik (edecek olanlar) sizden adaletli iki kişidir. Yahut seferde
olup da başınıza ölüm musibeti gelirse sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik
eder. Eğer şüphe ederseniz onları salâttan (SALATİ) sonra alıkoyarsınız da
Allah adına, “Akraba da olsa şahitliğimizi hiçbir karşılığa değişmeyiz. Allah
için yaptığımız şahitliği gizlemeyiz. Gizlediğimiz takdirde şüphesiz
günahkârlardan oluruz” diye yemin ederler. (5:106)
Bir de bize, “Salâtı (SALATE) ikame edin ve Allah’a karşı gelmekten
sakının” diye emrolundu. O, huzurunda toplanacağınız Allah’tır. (6:72)
İşte bu da bereket kaynağı,
kendinden öncekileri tasdik eden ve şehirler anasını ve bütün çevresini
uyarasın diye inzal ettiğimiz bir kitaptır. Ahirete iman edenler, ona da
inanırlar. Onlar salâtlarını (SALATİHİM) korurlar. (6:92)
De ki: “Şüphesiz benim salâtım
(SALATİ) da diğer ibadetlerim de yaşamam da ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah
içindir.” (6:162)
Kitaba sımsıkı sarılanlara ve salâtı
(SALATE) ikame edenlere gelince; şüphesiz biz, iyiliğe çalışan kimselerin
mükâfatını zayi etmeyiz. (7:170)
Onlar salâtı (SALATE) ikame eden ve
kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir.
(8:3)
Onların, beytteki salâtları (SALATUHUM)
ıslık çalıp el çırpmaktan ibarettir. Öyle ise inkâr etmekte olduğunuzdan dolayı
tadın azabı. (8:35)
Haram şehirler çıkınca bu Allah’a
ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve
her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler ve salâtı
(SALATE) ikame ederler ve zekâtı da verirlerse kendilerini serbest bırakın.
Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (9:5)
Fakat
tövbe edip, salâtı (SALATE) ikame eder ve zekâtı verirlerse artık onlar sizin
din kardeşlerinizdir. Bilen bir kavme ayetleri işte böyle ayrı ayrı açıklarız.
(9:11)
Allah’ın mescitlerini
ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salâtı (SALATE) ikame eden ve zekâtı
veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru
yolu bulanlardan olmaları umulur. (9:18)
Harcamalarının kabul edilmesine
ve yalnızca Allah’ı ve resulünü inkâr etmeleri ve salâta (SALATE) ancak üşene
üşene gelmeleri ve ancak gönülsüzce harcamaları engel olmuştur. (9:54)
Mümin erkekler ve mümin
kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder ve kötülükten alıkoyarlar.
Salâtı (SALATE) ikame eder ve zekâtı verirler. Allah’a ve resulüne itaat
ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç
sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. (9:71)
Arabîlerden kimileri de
vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır. Harcayacaklarını, Allah katında
yakınlığa ve resulün salâtlarını (SALAVATİ) almaya vesile sayarlar. Bilesiniz ki
bu, onlar için yakınlıktır. Allah, onları rahmetine sokacaktır. Şüphesiz Allah,
çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (9:99)
Onların mallarından,
onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara salât
(SALLİ) et. Çünkü senin salâtın (SALATEKE) onlar için sükûnettir. Allah,
hakkıyla işitendir ve hakkıyla bilendir. (9:103)
Musa’ya ve kardeşine,
“Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın ve evlerinizi kıble yapın ve salâtı
(SALATE) ikame edin. Müminleri müjdele” diye vahyettik. (10:87)
Dediler ki: “Ey Şuayb!
Babalarımızın taptığını yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk
etmemizi sana salâtın (SALATUKE) mı emrediyor? Oysa sen gerçekten yumuşak huylu
ve aklı başında bir adamsın.” (11:87)
Gündüzün iki tarafında
ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde salâtı ikame et. Çünkü iyilikler
kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür. (11:114)
Onlar, Rablerinin
rızasına ermek için sabreden ve salâtı (SALATE) ikame eden ve kendilerine
verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü
iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu
vardır. (13:22)
İnanan kullarıma söyle,
salâtı (SALATE) ikame etsinler ve hiçbir alışveriş ve dostluğun bulunmadığı bir
gün gelmeden önce kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda
gizlice ve açıktan harcasınlar. (14:31)
“Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin haram evinin yanında ekin
bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Salâtı (SALATE) ikame etmeleri için…
Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden
rızıklandır. Umulur ki şükrederler.” (14:37)
“Rabbim! Beni salâtı (SALATİ) ikameye devam eden bir kimse eyle.
Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” (14:40)
Güneşin batışından gecenin karanlığına kadar salâtı (SALATE) ikame et
ve sabah Kuran’ını gözet. Çünkü sabah Kuran’ı şahitlidir. (17:78)
De ki: “İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın.
Hangisiyle çağırırsanız çağırın nihayet en güzel isimler o’nundur.” Salâtında (SALATİKE)
sesini pek yükseltme, çok da kısma. İkisi ortası bir yol tut. (17:110)
“Nerede olursam olayım beni kutlu ve erdemli kıldı ve bana yaşadığım
sürece salâtı (SALATİ) ve zekâtı emretti.” (19:31)
Ailesine salâtı (SALATİ) ve zekâtı emrederdi. Rabbi’nin katında da
hoşnutluğa ulaşmıştı. (19:55)
Onlardan sonra salâtı (SALATE) zayi eden ve şehvet ve dünyevî
tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük
bir azaba çarptırılacaklardır. (19:59)
“Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde
bana ibadet et ve beni anmak için salâtı (SALATE) ikame et.” (20:14)
Ailene salâtı (SALATİ) emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık
istemiyoruz. Sana da biz rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah’a karşı gelmekten
sakınmanındır. (20:132)
Onları bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık ve
kendilerine hayırlar işlemeyi ve salâtı (SALATİ) ikame etmeyi ve zekâtı vermeyi
vahyettik. Onlar sadece bize ibadet eden kimselerdi. (21:73)
Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen ve başlarına gelen
musibetlere sabreden ve salâtı (SALATİ) ikame eden ve kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir. (22:35)
Onlar haksız yere, sırf, “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı
yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir
kısmıyla defetmesi olmasaydı; içlerinde Allah’ın adı çok anılan ve sakınarak yapılan
biatler ve salâtlar (SALAVATUN) ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz
ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok
kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. (22:40)
Onlar öyle kimselerdir ki şayet kendilerine yeryüzünde imkân ve
iktidar versek; salâtı (SALATE) ikame eder ve zekâtı verir ve iyiliği emreder
ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin akıbeti Allah’a aittir. (22:41)
Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize
hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha
önce hem de bunda Müslüman diye isimlendirdi ki resul size şahit olsun; siz de
insanlara şahit olasınız. Artık salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin ve
Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel
yardımcıdır! (22:78)
Onlar ki salâtında (SALATİHİM) derin saygı içindedirler. (23:2)
Onlar ki salâtlarını (SALAVATİHİM) korumaya devam ederler. (23:9)
Öyle erler vardır ki bir ticaret de bir alış-veriş de onları Allah'ın
zikrinden ve salâtın (SALATİ) ikamesinden ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar,
kalplerle gözlerin döneceği günden korkarlar. (24:37)
Göklerde ve
yeryüzünde bulunan kimselerle, sıra sıra kuşların Allah’ı tespih ettiğini
görmez misin? Her biri salâtını (SALATEHU) ve tespihini kesin olarak
bilmektedir. Allah, onların yapmakta olduğu şeyleri hakkıyla bilendir. (24:41)
Salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı verin ve resule itaat edin ki
size merhamet edilsin. (24:56)
Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar ve sizden henüz bulûğ
çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah salâtından (SALATİ) önce, öğleyin
elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve akşam salâtından (SALATİ) sonra sizden
izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup, dökündüğünüz vakitlerdir. Bu
vakitlerin dışında ne size ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına
girip çıkabilirsiniz. Allah, ayetlerini size işte böylece açıklar. Allah,
hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (24:58)
O müminler ki salâtı (SALATE) ikame
ederler ve zekâtı verirler. Ve ahirete tam bir biçimde inananlar da onlardır.
(27:3)
Kitaptan sana vahyolunanı oku ve salâtı (SALATE) ikame et. Çünkü salât
(SALATE), insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en
büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor. (29:45)
O'na yönelmiş kişiler olarak O'ndan sakının! Salâtı (SALATE) ikame
edin ve sakın şirke sapanlardan olmayın. (30:31)
Onlar; salâtı (SALATE) ikame eden ve zekâtı veren kimselerdir. Onlar
ahirete de kesin olarak inanırlar. (31:4)
“Yavrum! Salâtı (SALATE) ikame et ve iyiliği emret ve kötülükten
alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak
emredilmiş işlerdendir.” (31:17)
Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp
saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Salâtı (SALATE) ikame edin ve zekâtı
verin. Allah’a ve resulüne itaat edin. Ey ev halkı! Allah, sizden ancak günah
kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. (33:33)
Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez. Günah yükü ağır
olan kimse, günahını yüklenmeye çağırırsa ondan hiçbir şey yüklenilmez; çağırdığı
kimse yakını da olsa… Sen ancak görmedikleri hâlde Rablerinden için için
korkanları ve salâtı (SALATE) ikame edenleri uyarırsın. Kim arınırsa ancak
kendisi için arınmış olur. Dönüş ancak Allah’adır. (35:18)
Şüphesiz Allah’ın kitabını okuyanlar ve salâtı (SALATE) ikame edenler
ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden, gizlice ve açıktan Allah
yolunda harcayanlar, asla zarar etmeyecek bir ticaret umabilirler. (35:29)
Rablerinin çağrısına cevap verirler ve salâtı (SALATE) ikame ederler.
Yönetimleri, aralarında bir şûradır. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak
ederler. (42:38)
Gizli konuşmanızdan önce sadakalar vermekten ürperdiniz mi? Çünkü
yapmadınız. Allah size tövbe nasip etti. Artık salâtı (SALATE) ikame edin ve
zekâtı verin, Allah'a ve resulüne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır. (58:13)
Ey inananlar! Cuma (toplanma) günü, salât (SALATİ) için çağrı
yapıldığında, Allah'ı anmaya/Allah'ın Zikri'ne koşun! Alış-verişi bırakın! Eğer
bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. (62:9)
Salât (SALATU) yerine getirilince hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın
lütfundan nasibinizi arayın! Allah'ı çok anın ki kurtuluşa erebilesiniz.
(62:10)
Onlar, salâtına (SALATİHİM) devam eden kimselerdir. (70:23)
Onlar, salâtını (SALATİHİM) titizlikle koruyan kimselerdir. (70:34)
Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin durumunu biliyor. Gecenin üçte
ikisinden daha azını ve yarısını ve üçte birini ayakta geçiriyorsun. Seninle
beraber olanlardan bir grup da öyle... Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye
bağlamıştır. Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size tövbe nasip etti. O
halde Kuran'dan, kolay geleni okuyun. Sizden hastalar olacağını bildi. Bir
kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın lütfundan bir şeyler isteyeceklerini,
diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. Salâtı (SALATE)
ikame edin ve zekâtı verin. Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz
benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha
çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin. Hiç kuşkusuz,
Allah çok affedici, çok esirgeyicidir. (73:20)
Hâlbuki onlara ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler
olarak O’na kulluk etmeleri ve salâtı (SALATE) ikame etmeleri ve zekâtı
vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir. (98:5)
Salâtından (SALATİHİM) gaflet
içindedir onlar! (107:5)
Salât kelimesi, bir diğer isim
formunda Kuran’da 1 kez geçmektedir.
Hatırla o zamanı ki biz o evi insanlar için sevap kazanmaya yönelik
bir toplantı yeri ve güvenli bir sığınak yaptık. Siz de İbrahim'in makamından
bir salât yeri (MUSALLAN) edinin. İbrahim ve İsmail'e şu sözü ulaştırmıştık:
"Tavaf edenler ve itikâfa girenler ve rükû ile secde edenler için evimi
temizleyin!" (2:125)
Salât kelimesi, sıfat fiil formunda
Kuran’da 3 kez geçmektedir.
Ancak salât edenler (MUSALLİN) başka. (70:22)
Dediler: “Biz salât edenlerden (MUSALLİN) değildik.” (74:43)
Yazıklar olsun o salât edenlere (MUSALLİN) ki… (107:4)
DETAYLAR
-
Salâtın Kuran İçindeki Kullanımlarına Örnekler
Kuran'ın
geneli incelendiğinde salât kelimesi; ilgi göstermek, iletişim
kurmak, yönelmek, bağ kurmak, bağlantı kurmak, yönelmek anlamlarında
geçmektedir.
Bu
anlamlardaki salâtın hem son resul Muhammed'in hem de Kuran’da adı geçen diğer
resullerin vahyi insanlara duyurduğu, okuduğu, öğrettiği; müminlerin de
belirlenmiş vakitlerde ve belirlenen şartlarda (temiz olma, aklı başında olma,
okunduğunda konuşmama) katılmak zorunda oldukları öğrenme ve öğretmeyi
amaçlayan Kuran çalışması olduğu anlaşılmaktadır. Üstelik bu çalışmanın; fiziksel ve zihinsel temiz olma, aklı başında
ve tarafsız olma gibi ortam ve anlayış şartlarından başka herhangi bir şekilsel
hareket şartı da bulunmamaktadır.
Bunun
üzerine, o mihrapta kaim olarak salât ederken (YUSALLİ) melekler, “Allah'ın,
onu, Allah'tan bir kelimeyi tasdik edici olarak, seyyid, nefsine hâkim ve Nebi
olan, Salihlerden "Yahya" ile müjdelediğini” nida ettiler
(bildirdiler). (3:39)
(3:39)
Ayetinde Zekeriya, mihrapta kaim olarak yani aklı başında ve Allah’a teslim
olmuş bir şekilde, kendi zamanında geçerli olan vahyin çalışmasını yapmakta
yani vahiy aracılığıyla Rabbi ile iletişime geçmiş bir vaziyette bulunmaktadır.
Dolayısıyla kendisine bu esnada Yahya müjdelenmektedir.
Muhakkak
ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salât ederler (YUSALLUNE). Ey iman edenler! Siz
(de) O’na salât edin (SALLU)! Ve (O’na) teslim olarak salât edin (SELLİMU)!
(33:56)
(33:56)
Ayeti, zaman içerisinde “Peygambere Salâvat getirmek” adlı bir alışkanlığa kanıt getirilmiştir.
Pek tabii
ki yaşadıkları dönemde ve bulundukları şartlar içerisinde Allah’ın resulü ve
nebisi Muhammed'in yanında yer alan ve sürekli olarak can kaygısı içinde olan
müminler, o dönemlerdeki dualarında “Allahümme salli ala Muhammed” yani “Allah’ım Muhammed’e ilgi göster, onunla bağlantı
kur, ona destek ol” cümlesini kullanmış olabilirler. Zira Allah, kâfirler
ve müşrikler hoşlanmasa da ona yardım ederek, onu vahiyle destekleyerek nurunu
tamamlamıştır. Ancak Allah’ın nebisi Muhammed vefat ettikten sonra hala “Allahümme
salli ala Muhammed” yani
“Allah’ım onunla bağlantı kur, ona ilgi göster, ona destek ol” demek son derece
anlamsız olmaktadır.
(33:56)
Ayetinin sonundaki “ve sellimu teslima” ifadesinin geleneksel
öğretide süregelen “selam vermek” anlamında olmadığı, “tam bir teslimiyetle
itaat etmek” anlamına geldiği; aynı ifadenin, aynı konuda geçtiği (4:65)
ayetinden de anlaşılmaktadır:
Artık
hayır, Rabbine Andolsun ki aralarında çekiştikleri şey hakkında seni hakem
tayin edip, sonra da senin verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı
duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim (YUSELLİMU TESLİMA) olmadıkça iman
etmiş olmazlar. (4:65)
(4:65)
Ayetinde bahsedilen kişilerin tam bir teslimiyetle teslim olmaları gereken şey,
Allah'ın vahyi yani hükümleridir. Zaten Allah’ın resulü Muhammed de vahye tabi
olduğundan bu hükümlere göre hakem olmaktadır.
Dolayısıyla
(33:56) ayetinde Allah ve meleklerin nebiye salât etmelerinden kasıt, Allah ve
meleklerin nebi ile vahiysel iletişime geçmesi; böylece nebi aracılığıyla
insanlığa hidayet rehberini ulaştırmasıdır.
Müminlerden
de nebi aracılığıyla inzal edilen vahye sahip çıkmaları, ona yönelmeleri ve
Allah ile iletişime geçerek Allah’ın Dini’ne tam bir teslimiyetle destek
vermeleri istenmektedir.
Nefsini
tezkiye eden kimse felaha (kurtuluşa) ermiştir. (87:14)
Ve
Rabbinin ismini zikretti ve de salât (SALLA) etti. (87:15)
Kurtuluşa
ermek için nefsin temizlenmesi gerekmektedir. Nefsini tezkiye etmenin yani
temizlemenin tek yolu ise vahye tabi olmak, onu okuyup, öğrenmek ve hayatında
uygulamaktır.
(87:14-15)
Ayetlerinde nefsini temizleyerek kurtuluşa eren kişi, Rabbine inanarak O’nun
ismini zikretmiş ve salât etmiştir yani O’nun inzal ettiği hidayet rehberi olan
vahyi okumuş, öğrenmiş, kurtuluşun çaresine ulaşmıştır.
Bu,
elleri arasındakinin sadık kalanlarını doğrulayan ve ahirete ve ona inanan,
şehirlerin anası ve onun etrafında olan kimseleri uyarman için inzal ettiğimiz
mübarek bir Kitap’tır. Onlar, salâtlarını (SALATİHİM) muhafaza ederler. (6:92)
(6:92)
Ayetinde öncelikle Kuran’ın, daha önceki kitapların orijinaline sadık kalan kısımlarını
doğrulayan ve Dünya üzerindeki insanları uyarmaya yarayan bir kitap olduğu
ifade edilmektedir.
Dolayısıyla
Allah’a ve ahirete inananlar "salâtlarını muhafaza ederler" yani hidayet rehberi olarak
inzal edilmiş olan bu kitabı yaşamları boyunca sürekli olarak okurlar ve
öğrenirler.
De
ki: “Muhakkak ki; benim salâtım (SALATİ) ve yaptıklarım, hayatım ve ölümüm
âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (6:162)
(6:162)
Ayetinde bahsedilen salât yine vahyin okunması ve öğrenilmesidir ki; ayetteki “benim salâtım” ifadesi teorik okuma ve öğrenme kısmını, devamındaki “yaptıklarım” fiili ise vahyin pratiğe dönüşme kısmını ifade
etmektedir...
Rabbim,
beni ve zürriyetimi salâtı ikame edenlerden (MUKİMES SALATİ) kıl. Rabbimiz,
duamı kabul buyur. (14:40)
Onlar, salâtlarında (SALATİHİM) huşu duyanlardır. (23:2)
Onlar salâtlarına (SALATİHİM) devam edenlerdir. (70:23)
Ey iman
edenler! Sizden birinize ölüm hali gelince vasiyet sırasında sizin içinizden
iki adil kişi, aranızda şahitlik etsin. Veya yeryüzünde yolculuk ederken size
ölüm olayı isabet ederse sizden olmayan iki kişiyi şahit tutun. Eğer şüpheye
düşerseniz onları salâttan (SALATİ) sonra alıkoyun. O zaman Allah’a şöyle yemin
etsinler; “Yakınımız bile olsa yeminimizi bir bedel ile değiştirmeyeceğiz ve
Allah'ın şahadetini gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde biz, mutlaka günahkâr
kimselerden oluruz.” (5:106)
(14:40), (23:2), (70:23), (5:106) Ayetlerinde bahsedilen salât, diğer ayetlerdeki anlamıyla birlikte düşünüldüğünde yine vahiy okuması (çalışması) olmalıdır...
- Allah ve Meleklerinin
Salâtı
Sizi
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salât (YUSALLİ) gönderen, O ve
O’nun melekleridir ki O, müminlere Rahimdir. (33:43)
(33:43)
Ayetinde Allah ve melekleri salât ederken salât esnasında oldukları için
“yusalli” ifadesi kullanılmıştır. Bu ayetten anlamaktayız ki Allah ve melekleri
her an salât esnasındadır. Yani Allah ve meleklerinin hem insanlarla hem de
diğer bütün varlıklarla vahiysel iletişim hali mevcuttur.
Muhakkak ki Allah
ve melekleri, Nebi’ye salât (YUSALLUNE) ederler. Ey iman edenler, siz (de) O’na
salât (SALLU) edin! Ve (O’na) teslim olarak salât (SELLİMU) edin! (33:56)
(33:56)
Ayetinde Allah ve melekleri salât ederken yani salât esnasında oldukları için yine
“yusalli” ifadesi kullanılmıştır.
(33:43) ve (33:56) Ayetlerinde salât kelimesinin türevleri olan “yusalli” ile “yusallu”
kelimeleri, Allah ve meleklerin her an salât esnasında olmasını ifade
etmektedir. Yani Allah ve melekleri her an müminlerle vahiysel irtibat
halindedir. Dileyen Allah’ın vahiylerini okuyup, öğrenebilir ve böylece salât edebilir.
İman
edenler ise salât esnasında olmayıp, salâta çağrıldıkları için “sallu” ve
“sellimu” ifadeleri kullanılmıştır. (33:56) Ayetindeki “sallu” ve sellimu” kelimeleri, iman edenlerin henüz salât esnasında
olmayışlarını ama salâta çağrıldıklarını ifade etmektedir.
Salât kelimesinin “destek” anlamına geldiğini düşünenler; doğal olarak
bu ayetlerde, Allah ve meleklerinin nebiyi ve müminleri her türlü
desteklediğini düşünmektedirler.
Allah ve melekleri tabii ki hem nebiyi hem de müminleri her türlü
destekleyebilirler fakat ayetlerde "yusalli" kelimesinin
kullanılması; Allah ve meleklerinin her an salât esnasında yani vahiysel
iletişimde olduğunun ve dolayısıyla kastedilen şeyin de vahiysel iletişimle
ilgili olduğunun bir göstergesidir. Ayrıca “destek” kelimesi, Kuran’da başka
bir kelimeyle ifade edilmiştir. (Bak. “Salâtın İkamesinin Anlamının “Destek” Olmayışı” başlıklı yazı.)
Bu nedenle müminler tam bir teslimiyetle iman ederek nebi aracılığıyla
Allah tarafından inzal edilmiş olan vahye sahip çıkmalı ve Dünya hayatı
sınavlarını başarıyla sonuçlandırabilmek için onu okuyup, öğrenmelidirler.
(57:9) ayeti, Allah ve
meleklerin salâtının vahiyle ilgili bir bağlantı olduğunun açık bir
göstergesidir.
Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna açık ayetler inzal eden O’dur. Ve muhakkak ki Allah, sizin için elbette Rauftur, Rahimdir. (57:9)
(33:43) ve (57:9) Ayetleri arasındaki benzerliğe ve bağlantıya dikkat edilmelidir.
“Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize salât (YUSALLİ) gönderen” (33:43’ten alıntı.)
“Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna açık ayetler inzal
eden” (57:9’dan
alıntı.)
(33:43),
(33:56) ve (57:9) Ayetlerini birlikte düşündüğümüzde Allah ve meleklerinin
nebiye veya kullarına salât etmesi demek; onlarla vahiysel iletişime geçerek
hidayet yolunu göstermesi demektir ki Kuran bunun yazılı delilidir. Salât
kelimesinin “destek” anlamına gelişi ancak bu anlamdaki vahiysel iletişimin bir
sonucunda ortaya çıkabilir.
Salâtın namaz olduğu
görüşünü bugünlere kadar sürdüren kesim ise (33:56) ayetinde, Allah ve
meleklerin nebiye namaz kılmış olamayacağından hareketle salâtın yaklaşık
manasını meallerdeki bu ayete vermek zorunda kalmışlardır. Hakikat yerin dibine batırılmış olsa da bir
kez daha tam zamanında ve yerinde gün yüzüne çıkmıştır.
- Allah ve Meleklerinin
Nebiye Salâtı
Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salât (YUSALLUNE) ederler. Ey
iman edenler, siz (de) O’na salât (SALLU) edin! Ve (O’na) teslim olarak salât
(SELLİMU) edin! (33:56)
Bu ayette Allah ve meleklerinin nebiye salâtından kasıt, Allah ve
meleklerinin her an nebi ile vahiysel iletişimde olmalarıdır. Pek tabii ki bu,
nebiye sürekli olarak vahiy olarak bir şeyler vahyedilerek yazdırılıyor
anlamında değildir. Allah, şah damarından daha yakın olarak nebiyi sürekli bir
şekilde izlemekte; yaşanan olaylar karşısında yeri ve zamanı geldikçe vahiyde
bulunmakta veya melekleri vasıtasıyla vahyini inzal etmektedir.
Müminler de tıpkı resulün örnekliğinde yaptığı gibi, aynı şekilde vahye
sahip çıkıp; onu okuyup, öğrenerek uğrunda mücadele verdiği Allah'ın Dini'ne
sahip çıkmalıdırlar. Zaten nebi, kendisine kitap inzal edilen resul demektir ki
resulün asli görevi vahyi tebliğ ederek insanlığa ulaştırmaktır. Dikkat
edilirse ayette Allah ve meleklerinin resule değil, nebiye salât ettiklerinden
bahsedilmektedir. Bunun sebebi, nebinin kendisine kitap inzal edilen resul
oluşudur. Resullere ise kitap inzal edilmemiş olabilir. Her nebi aynı zamanda
resuldür ama her resul aynı zamanda nebi değildir. Resuller, nebiye (aynı
zamanda kendisi nebiyse kendisine) inzal edilmiş kitabı tebliğ etmekle
görevlidirler. Muhammed’e Allah’ın
nebisi olarak Kuran inzal edilmiş; o da bir resul olarak bu kitabı insanlığa
tebliğ etmiştir.
Allah’ın nebisi ve resulü Muhammed’e Kuran isimli bir kitap inzal edildiği
için salât ve zekât üzerine olan bütün konu; belli vakitlerde Kuran’ın okunup,
öğrenilmesi (Salât) ve öğrenilenlerin uygulanarak, gerekirse hayatın bu uğurda
harcanılıp nefsin arındırılmasıdır (Zekât).
-
Allah ve Meleklerinin Müminlere Salâtı
Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için
üzerinize salât (YUSALLİ) gönderen, O ve O’nun melekleridir ki O, müminlere
Rahimdir. (33:43)
Allah ve melekleri sadece nebiyle değil, aynı zamanda nebi aracılığıyla
inzal edilmiş olan kitap dolayısıyla müminlerle de iletişime geçmiş durumdadırlar.
Vahiy, ilk inzal edildiği gibi bozulmamış bir şekilde ortadadır. Bu açıdan
bakıldığında nebi ile müminler arasında kul olarak bir fark yoktur. Tek fark,
Allah’ın nebisi Muhammed’e bizzat Kuran inzal edilmiştir. Allah’ın kulu ve
resulü Muhammed olarak da kendisine inzal edilen kitabı hem insanlığa iletmiş
hem de bizzat hayatında uygulamıştır. Müminler de kendilerine Allah’ın resulünü
örnek alarak kendi zamanlarında geçerli olan vahyi okuyup, öğrenmeli yani salât
etmelidirler. Devamında da yaşamlarında uygulamalı ve böylece nefslerini
arındırmalıdırlar.
Benzer şekilde Muhammed nebiden önce bir mümin Musa zamanında
yaşıyorduysa Tevrat ile İsa zamanında yaşıyorduysa İncil ile salât etmeliydi. Kuran’da
adı geçen bütün müminler böyle yapmışlardı. İçinde bulunduğumuz zamanda ise Müslümanların
doğal olarak geçerli son kutsal din kitabı olan Kuran ile salât etmeleri
gerekmektedir.
Sizi karanlıklardan
aydınlığa çıkarmak için kuluna açık ayetler inzal eden o’dur. Ve muhakkak ki
Allah, sizin için elbette Rauftur, Rahimdir. (57:9)
Bir kez daha görülmektedir ki Allah’ın
kulları üzerine salât göndermesi demek; ayetler inzal etmesi ve böylece
vahiysel iletişime geçmesi demektir.
- Nebinin Müminlere Salâtı
Onların mallarından sadaka olarak al ve onunla onları temizle ve tezkiye
et ve onlara salât et (SALLİ). Muhakkak ki; senin salâtın (SALATEKE) onlar için
bir sekinedir (sükûnettir). Ve Allah; Semidir, Âlimdir. (9:103)
(9:103) Ayetindeki “Onlara salât et” ifadesi, “onlara Allah’ın vahyi ile ilgi göster,
onlarla Allah’ın vahyi ile bağlantı kur, onlara Allah’ın vahyi ile yönel”
anlamlarındadır.
Resulün salâtı, vahyin okunarak tebliğidir. Konu, Kuran’ın açıklanması
değil; yaşamın, ölümün, ahiretin vs. varlık ve yaşam kitabı olan kâinat
kitabının Kuran ile açıklanması olayıdır. Resul Kuran’ı açıklamaz; kainat
kitabını Kuran ile açıklar.
- Müminlerin Nebiye Salâtı
Muhakkak ki Allah ve melekleri, Nebi’ye salât (YUSALLUNE) ederler. Ey
iman edenler, siz (de) O’na salât (SALLU) edin! Ve (O’na) teslim olarak salât
(SELLİMU) edin! (33:56)
(33:56) Ayetine istinaden Müslümanlar arasında “salâvat getirme” gibi bir ritüel yaygınlaştırılmıştır.
Müslümanlar, her adı geçtiğinde saygı anlamında ve iyi niyetlerle ölmüş nebi Muhammed’e
oturdukları yerden selam göndermektedirler. Oysaki iman edenlerden beklenen,
her adı geçtiğinde Allah’ın nebisine selam göndermeleri değildir.
Dikkat edilirse (33:56) ayetinde “sallallahu
aleyhi vesellem” sözünün tekrarlanması emredilmemekte; bir fiilin
yapılması emredilmektedir. Eğer iman
edenlere, “sallallahu
aleyhi vesellem” sözünü tekrarlamaları emredilseydi; ayette “kulu sallallahu aleyhi vesellem” yani “Sallallahu
aleyhi vesellem deyiniz” ifadesinin yer alması gerekirdi. Ayrıca
Müslümanların, her adı geçtiğinde nebiye salâvat getirmelerine gerekçe olarak da Kuran’da geçen
bütün "Muhammed" isimlerinin hemen peşinde “sallallahu aleyhi vesellem” ifadesinin bulunması beklenirdi.
Bu noktada bir kez daha ifade edilmelidir ki (33:56) ayetindeki “yusallu”, “sallu” ve “sellimu” kelimeleri “salât” kelimesinin türevleri olup, özünde aynı anlama sahip kelimelerdir. Sadece gramer olarak “salât” kelimesinin değişik türevleri yani kullanımlarıdır.
Bu noktada bir kez daha ifade edilmelidir ki (33:56) ayetindeki “yusallu”, “sallu” ve “sellimu” kelimeleri “salât” kelimesinin türevleri olup, özünde aynı anlama sahip kelimelerdir. Sadece gramer olarak “salât” kelimesinin değişik türevleri yani kullanımlarıdır.
Burada üzerinde düşünülmesi gereken diğer bir soru; Allah ve
meleklerinin nebiye salâtından (yusallu) kasıt “destek” ise müminlerin nebiye
salâtından (sallu ve sellimu) kastın niçin “salâvat getirmek” olduğudur. Zira sözle salâvat getirmek asla bir destek değildir.
Bu ayette Allah ve meleklerinin nebiye salâtından kasıt yine vahiysel bağ ve iletişimdir. Müminler de aynı şekilde vahye sahip çıkıp, onu okuyup öğrenerek; nebi aracılığıyla inzal edilen kitaba ve Allah'ın Dini'ne sahip çıkma işini gerçekleştirmelidirler.
- Savaş Zamanı Yapılan Salât
Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük
edeceklerinden korkarsanız o takdirde salâttan (SALATİ) kısaltmanızda size bir
günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık düşmandır. (4:101)
Ve sen onların arasında olduğun ve onlara salâtı ikame (LEHUMUS SALATE)
ettireceğin zaman, öyle ki onların bir kısmı seninle beraber dursun ve
silahlarını da alsınlar, böylece diğerleri secde ettikleri (SECEDU) zaman sizin
arkanızda olsunlar. Ve salâta katılmayan (LEM YUSALLU) grup da gelsin, bu şekilde
seninle beraber salâta katılsınlar (FE Lİ YUSALLU), koruma tedbirlerini ve silahlarını da
alsınlar. Kâfirler silahlarınızdan ve mühimmatınızdan gaflette olmanızı ve
böylece sizin üzerinize tek bir hamle ile baskın yapmayı isterler. Ve yağmur
sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız silahlarınızı
çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de alın. Muhakkak
ki Allah kâfirler için alçaltıcı azap hazırlamıştır. (4:102)
Böylece salâtı bitirdiğiniz zaman (KADAYTUMUS SALATE) artık ayaktayken,
otururken ve yan üstü iken Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz
zaman gerektiği gibi salâtı ikame edin (EKİMUS SALATE). Muhakkak ki salât,
müminlerin üzerine vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur. (4:103)
Müminlerin sefere çıktıkları ve can korkusuna düştükleri durumlarda
salâtı nasıl yerine getirmeleri gerektiğini öğreten bu ayetlerde; kâfirler
tarafından müminlere yapılabilecek düşmanlık ve baskın durumlarından bahsedilmekte,
karşılaşılabilecek tehlikeler ve alınabilecek önlemler konusunda müminlere
tavsiyede bulunulmaktadır.
Sefer hali ve savaş durumu söz konusu olduğu için bu ayetleri,
olağanüstü bir durumda gerçekleştirilen Cuma salâtı gibi düşünmek
gerekmektedir.
Kuran’a göre sıradan bir Cuma salâtında müminler, her türlü alışverişi bırakarak kararlaştırdıkları toplanma (Cuma) gününde bir araya gelmeli; Allah’ın güncel vahyi (Müslümanlar için Kuran ayetleri) üzerinde karşılıklı görüş alışverişinde bulunmalı, üzerinde akıl yürütmeli, güncel problemlere çözümler üretmeli ve çaresizlere çare bulmalıdırlar. Sonrasında da üretilen bu çözümler ve bulunan çareler gerçekleştirilmelidir. Zira Cuma günü topluca yapılan salâtın asıl amacı budur, hayrı da bu noktadadır.
Kuran’a göre sıradan bir Cuma salâtında müminler, her türlü alışverişi bırakarak kararlaştırdıkları toplanma (Cuma) gününde bir araya gelmeli; Allah’ın güncel vahyi (Müslümanlar için Kuran ayetleri) üzerinde karşılıklı görüş alışverişinde bulunmalı, üzerinde akıl yürütmeli, güncel problemlere çözümler üretmeli ve çaresizlere çare bulmalıdırlar. Sonrasında da üretilen bu çözümler ve bulunan çareler gerçekleştirilmelidir. Zira Cuma günü topluca yapılan salâtın asıl amacı budur, hayrı da bu noktadadır.
(4:101-103) Ayetlerine tekrar dönerek detaylıca inceleyecek olursak…
Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük
edeceklerinden korkarsanız o takdirde salâttan (SALATİ) kısaltmanızda (TAKSURU)
size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık düşmandır.
(4:101)
İlk ayetten anlaşıldığına göre müminler yeryüzünde sefere çıktıkları
zaman kâfirlerin kendilerine kötülük edeceklerinden korktuklarında; salâttan
kısaltma yapsalar bile kendilerine bir günah olmayacaktır. Böyle bir durumda
salâttan kısaltmanın günah olmamasının sebebi; can tehlikesi altındaki
müminlerin hayatlarının, yapacakları salâttan daha önemli ve öncelikli
olmasından kaynaklanıyor olmalıdır.
Böyle tehlikeli bir ortamdaki salâtın (vahiy okuması) en kısa sürede,
oyalanmadan gerçekleştirilmesi; örneğin Dünya hayatının geçiciliği, vatan,
savaş, şehitlik, ölümden sonraki hayat gibi konuları işleyen ayetlerin hızlıca
gözden geçirilmesi, güncel problem olan savaşa odaklı çözümler alınması ve buna
uygun planlar üretilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla salâttan kısaltmak
rekât anlamında değil, süre anlamında olmalıdır. Ancak salâtı namaz olarak
anlamlandıranlar, buna şartlandıkları için ister istemez olayı şekilsel olarak
düşünmekte ve salâttan kısaltmayı rekât sayısının azaltılması olarak
yorumlamaktadırlar.
Savaş zamanı yapılan salât, savaş zamanında yaşanmak üzere Kuran
ayetlerinin anlayarak okunması ve savaşa dair planların kurgulanması işi olunca
ne kadar süreceğini önceden kestirmek mümkün değildir. Bu salâtın süresi;
okunulacak ve öğrenilecek ayetlerin uzunluğuna, müminlerin geç veya erken
anlamalarına ve savaş planlamasını da bir an önce yapmalarına bağlıdır. Vahiy
okuması uzun olabileceği gibi daha iyi kavramak için çok tekrar da
gerektirebilir. Buna ilaveten savaş planlaması da vakit alabilir. Bunun için
olmalıdır ki savaş ortamı gibi olağanüstü hallerde müminler, salâtın ikamesini
yani Kuran okumasını ve buna göre gerekli savaş planlamasını en kısa sürede
yapmalıdırlar.
Ve sen onların arasında olduğun ve onlara salâtı ikame (LEHUMUS SALATE)
ettireceğin zaman, öyle ki onların bir kısmı seninle beraber dursun ve
silahlarını da alsınlar, böylece diğerleri secde ettikleri (SECEDU) zaman sizin
arkanızda olsunlar. Ve salâta katılmayan (LEM YUSALLU) grup da gelsin, bu şekilde
seninle beraber salâta katılsınlar (FE Lİ YUSALLU), koruma tedbirlerini ve
silahlarını da alsınlar. Kâfirler silahlarınızdan ve mühimmatınızdan gaflette
olmanızı ve böylece sizin üzerinize tek bir hamle ile baskın yapmayı isterler.
Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız
silahlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de
alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için alçaltıcı azap hazırlamıştır. (4:102)
(4:102) Ayetine göre kafirler tarafından baskın yeme durumu söz konusu
olabileceğinden, müminler salâtın ikamesini iki grupta yerine getirmelidirler.
Birinci grup, silahları da yanlarında olmak üzere salâtı ikame ederken yani Kuran okumasını ve ayetlere göre savaşa dair çözümler üretilmesini gerçekleştirirken diğer grup onların korumasını yapmalıdır.
Birinci grup, kendilerine (resul veya günümüzde komutan tarafından) aktarılan Kuran ayetleri üzerinde müşavere ederek ayetler ve savaştaki durumları hakkındaki planları konusunda ortak bir kabule ve karara vararak emre uyduklarında yani secde ettiklerinde ikinci grup da koruma tedbirlerini elden bırakmadan gelerek ilk grubun salâtına katılmalıdır. İkinci grubun secdesinden söz edilmemiş olsa da ayetin anlatımından anlaşılmaktadır ki onlar da zaten aynı şekilde secde etmek için ilk gruba katılmışlardır.
Dikkat edilirse (4:101) ayetinde muhatap müminler iken (4:102) ayetinde
muhatap "Ve sen onların arasında olduğun zaman" ifadesiyle resul olmaktadır.
(4:102) Ayetinde diğer dikkat edilmesi gereken nokta; resule hitaben yapılan "böylece diğerleri secde ettikleri zaman" ifadesidir. Yani buradaki secdenin içinde resul yoktur ve ayet "hep beraber secde ettiğinizde" dememektedir. Dolayısıyla resulün, diğer müminlerle birlikte secde etmesi yani emre uyması söz konusu değildir. Çünkü resul Kuran okumasını yapandır, anlatandır aynı zamanda savaşla ilgili plan kuran komutandır ve zaten birinci grupla secde etmiş yani emre uymayı önceden gerçekleştirmiştir.
(4:102) Ayetinde diğer dikkat edilmesi gereken nokta; resule hitaben yapılan "böylece diğerleri secde ettikleri zaman" ifadesidir. Yani buradaki secdenin içinde resul yoktur ve ayet "hep beraber secde ettiğinizde" dememektedir. Dolayısıyla resulün, diğer müminlerle birlikte secde etmesi yani emre uyması söz konusu değildir. Çünkü resul Kuran okumasını yapandır, anlatandır aynı zamanda savaşla ilgili plan kuran komutandır ve zaten birinci grupla secde etmiş yani emre uymayı önceden gerçekleştirmiştir.
Buradaki secde olayını canlandırmak gerekirse komutan (resul) askerlere, anlatılacakları ve savaş planını anlattıktan sonra askerler (müminler): "Emredersiniz, anlaşıldı” dediklerinde secde etmiş yani kabul ederek emre uymuş olmaktadırlar. Dolayısıyla (4:102) ayette bahsi geçen secde, yere kapanmak değil; ayetler ışığında varılan çözüm önerileri ve uygulanacak plan konusunda mutabık kalınma ve emre uyma olayıdır.
(4:102)
Ayetinde “onlara salâtı ikame ettireceğin zaman” yani henüz salât esnasında
olunmadığı için “fe ekamte lehumus salâte” ifadesi kullanılmıştır. “Salâta
katılmayan” yani salât esnasında olmayanlar için “lem yusallu”
ifadesi kullanılmıştır. “Salâta katılsınlar” yani süren bir salât
esnasına katılış için “yusallu” ifadesi kullanılmıştır. Dolayısıyla bu ayette
de salât esnasında oluş ya da olmayış söz konusu olduğu için “yusallu” kelimesi
kullanılmıştır.
Böylece salâtı bitirdiğiniz zaman (KADAYTUMUS SALATE) artık ayaktayken,
otururken ve yan üstü iken Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz
zaman gerektiği gibi salâtı ikame edin (EKİMUS SALATE). Muhakkak ki salât
(SALATE), müminlerin üzerine vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur. (4:103)
(4:103) Ayetine göre savaş zamanı geçip, can korkusu ortadan kalktığı
takdirde müminler, yine her zamanki gibi salâta yani vahiy (Kuran) okumasına devam etmelidirler.
Çünkü müminler için salât, vakitleri belirlenmiş olan bir zorunluluktur ki ahiret
kurtuluşları buna bağlıdır.
Ayetteki: "Böylece salâtı bitirdiğiniz zaman artık
ayaktayken, otururken ve yan üstü iken Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe
kavuştuğunuz zaman gerektiği gibi salâtı ikame edin." ifadesi üzerinde
düşünüldüğünde salâtın bir Kuran çalışması olduğu ve daha da önemlisi
şekilsel bir ritüel olmadığı daha iyi anlaşılacaktır. Zira insanlar salât ile
Allah’ın zikrine çağrılmaktadırlar ve Allah’ın zikri de Kuran’ın ta kendisidir.
Savaş zamanı sona erdiğinde müminler salâtı gereği gibi yerine getirmelidirler
yani artık salâtı aceleye getirip, süre olarak kısaltmalarına gerek
kalmamıştır.
Şüphesiz
o Zikri biz inzal ettik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz. (15:9)
(15:9) Ayetine göre zikir Kuran’dır.
Salât edenler, zikir ile yani Kuran ile muhatap olmaktadırlar.
(4:101-103) Ayetleri aynı zamanda salâtın namaz olduğunu ve namazın
tarifi ile birlikte rekât sayısının da Kuran’da bulunduğunu savunanların
Kuran’dan delil olarak sunabildiği yegane ayetlerdir.
Bu görüşe göre Allah’ın resulü tarafından savaş zamanında uygulanmış ve
gelecekte de Müslümanlar tarafından savaş zamanı uygulanması önerilen bu
ayetler, Kuran’daki namazın tarifini içermekte ve namazdaki rekât sayısına
delil oluşturmaktadır.
Yine bu görüşe göre ayetlerde secde edilmesi söz konusu olduğundan;
niyet, başlangıç tekbiri, kıyam, rükû, okunan ayet ve dualar, bitiriş selamı
gibi namazın diğer bölümlerinden bahsedilmemiş olsa dahi bunlar yapılmış
sayılmaktadır. Ayrıca kısaltılan namaz tek secdeyle yani tek rekât ile
tamamlanmaktaysa kısaltılmayan, normal uzunluktaki bir namaz da iki rekâttan
oluşuyor olmalıdır.
Bu anlayışa göre Allah’ın savaş zamanında can derdinde olan müminlerden
yapmalarını istediği en önemli şey sanki namaz kılmaları, belli şekilsel
ritüelleri yerine getirmeleri ve bu arada ayet ve dualar okumalarıdır!
Oysaki savaş zamanı, müminlerin olağanüstü bir durumda yani can derdinde
olarak bir araya geldikleri bir zamandır. Böyle bir zamanda yapılması gereken
salât da tıpkı Kuran’da bahsi geçen Cuma (toplantı) salâtında olduğu gibi
müminlerin güncel problemlere ayetler ışığında çözümler aramaları, planlar
üretmeleridir. Zira böyle bir zamanda en güncel problem savaşın kendisidir.
Dolayısıyla (4:101-103) ayetleri, savaş brifingi ve planlaması olarak
düşünülmelidir.
Ey
iman edenler! Cuma günü salât (SALATİ) için çağrı yapıldığı zaman, hemen
Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için
daha hayırlıdır. (62:9)
(62:9) Ayetine göre müminler
Cuma (toplanma) günü salâta çağrıldıklarında Allah’ın zikri için bir araya
gelmiş olurlar. Allah’ın zikri, belli şekilsel hareketleri tekrarlamak ya da
“Allah” kelimesini veya belli ayetleri arka arkaya söylemek değil; Allah’ın
yazılı ayetlerini içeren Kuran’ı okumaktır ve hem yazılı hem de görsel kâinat
ayetleriyle muhatap olmaktır. Bu muhataplığın amacı, yaşamda uygulayarak nefsin
arınmasını sağlamak ve böylece hidayete ermektir.
Bir kez daha hatırlatmak gerekir ki salât Allah’a yönelmek, Allah’ın
vahyi ile ilgilenmek, Allah’ın vahyine ve dine sahip çıkmak, Allah ile iletişim
ve bağ kurmak amacıyla yapılan; o anda geçerli olan vahyin (Müslümanlar için
Kuran’ın) okunmasıdır. Tabii ki "okumak" derken kuru kuruya Arapça
seslendirmek değil; hayatında uygulayarak yaşamak üzere anlayarak okumak,
üzerinde düşünmek, öğrenmek yani vahye ve dolayısıyla Allah'ın dinine sahip
çıkmak amacındaki okumaktır. İşte bu okuma, insanları kurtuluşa erdirecek
hidayet yolunu gösterecektir. Bu yüzden salât, savaş zamanında bile
aksatılmamalı, tehlike durumu varsa süre olarak kısaltılmalı ama sadece çatışma
ve son nefese gelme durumu olduğunda terk edilmelidir. Çünkü önemli olan
müminlerin, ailelerinin ve korumalarını üstlendiği diğer kimselerin
hayatlarıdır.
Dolayısıyla savaş zamanı yapılan salât, bünyesinde Kuran ayetlerini ve
savaş planlamasın barındıran; komutan ve askerlerin birlikte karar alarak Allah’ın
emri altına girdikleri adeta bir savaş brifingi gibidir.
- Maun Suresi’nde Salât
Dini yalanlayanı gördün mü? (107:1)
Oysa yetimi itip kakan işte odur. (107:2)
Ve miskini (yoksulu, çalışmaya gücü olmayanı) doyurmaya teşvik etmez.
(107:3)
İşte o salât edenlere (MUSALLİN) yazıklar olsun. (107:4)
Onlar ki, salâtlarından (SALATİHİM) gafil olanlardır. (107:5)
Onlar riya yapanlardır (gösteriş için yapanlardır). (107:6)
Ve mauna mani olurlar. (107:7)
(107:1-7) ayetlerinde bahsi geçen dini yalanlayan kişi; esasında salât
ediyor görünmesine yani vahiy aracılığıyla Allah ile bağ kurmuş görünmesine
rağmen gerçekte Allah'a ve O’nun vahyine iman etmediği için gereklerini yerine
getirmemekte; dolayısıyla gösteriş ve riyakârlık yapmaktadır. Yani okuduğu
vahiy öğretisinin sonucunda yapılması gerekenleri ya hiç anlamamakta ya da
anlamakta fakat işine gelmediği için uygulamamaktadır.
Böylece dini yalanlamış olmaktadır. Oysaki gerçekten inanmış bir şekilde
Allah’ın inzal etmiş olduğu vahyi okuyup, öğrenmiş olsa; uygulama kısmına
geçerek yetime sahip çıkacak, miskini doyurmaya teşvik edecek ve böylece
salâtın gereğini yapmış olacaktır.
Dini yalanlayan kişi gereğini yapmadığı gibi, mauna (zekâta ve
yardımlaşmaya) da mani olmaktadır. İşte bu tip kişiler, gösteriş içinde
olduklarından salâtlarından gafil olanlardır; hem kendilerine hem de
başkalarına nasıl bir kötülük yaptıklarının farkında değillerdir.
- Allah’ın Resulü
Muhammed’in Kuran’daki Örnek Salâtları
Cinlerden
bir grubu sana yöneltmiştik, Kuran’ı dinlemeleri için. Onun huzuruna geldikleri
zaman “Susun, dinleyin!” dediler. Sonra bitirilince kendi kavimlerine
uyarıcılar olarak döndüler. (46:29)
Onlar: “Ey
kavmimiz! Muhakkak ki biz Musa’dan sonra inzal edilen, onların elindekinin sadık
kalanlarını doğrulayan, Hakka ulaştıran ve Tariki Müstakim’e hidayet eden bir
kitap dinledik.” dediler. (46:30)
Ey
kavmimiz! Allah’ın davetçisine icabet edin. Ve O’na iman edin ki, sizin
günahlarınızı bağışlasın ve mağfiret etsin. Ve sizi elim azaptan korusun.
(46:31)
Ve Allah’ın
davetçisine icabet etmeyen kimse, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak değildir.
Ve onun Allah’tan başka dostları yoktur. İşte onlar apaçık dalalet içindedirler.
(46:32)
(46:29)
Ayetinde Kuran'ı dinlemeleri için yönlendirilen cinler; Allah’ın resulü
Muhammed'in Kuran okumasına yani salâtına tanık olmuşlardır. Sonra bu tanık oldukları Kuran
okuması yani salât bitince kendi kavimlerine uyarıcılar olarak dönmüşlerdir.
Cinlerin; “Ey kavmimiz! Muhakkak ki biz, Musa’dan sonra inzal edilen, onların elindekinin sadık kalanlarını doğrulayan, Hakka ulaştıran ve Tariki Müstakim’e hidayet eden bir kitap dinledik.” ifadesi, onların Kuran'ı anlayarak dinlediklerinin de bir göstergesidir. Dolayısıyla Kuran’ın hakka ve Tariki Müstakim’e ulaştırdığına kanaat getirmişlerdir.
Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size kötülük
edeceklerinden korkarsanız o takdirde salâttan (SALATİ) kısaltmanızda size bir
günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin için apaçık düşmandır. (4:101)
Ve sen onların arasında olduğun ve onlara salâtı ikame (LEHUMUS SALATE)
ettireceğin zaman, öyle ki onların bir kısmı seninle beraber dursun ve
silahlarını da alsınlar, böylece diğerleri secde ettikleri (SECEDU) zaman sizin
arkanızda olsunlar. Ve salâta katılmayan (LEM YUSALLU) grup da gelsin, bu şekilde
seninle beraber salâta katılsınlar (FE Lİ YUSALLU), koruma tedbirlerini ve
silahlarını da alsınlar. Kâfirler silahlarınızdan ve mühimmatınızdan gaflette
olmanızı ve böylece sizin üzerinize tek bir hamle ile baskın yapmayı isterler.
Ve yağmur sebebiyle size bir güçlük oldu ise veya hasta olduysanız
silahlarınızı çıkarmanızda size bir günah yoktur. Ve korunma tedbirlerinizi de
alın. Muhakkak ki Allah kâfirler için alçaltıcı azap hazırlamıştır. (4:102)
Böylece salâtı bitirdiğiniz zaman (KADAYTUMUS SALATE) artık ayaktayken,
otururken ve yan üstü iken Allah'ı zikredin! Daha sonra güvenliğe kavuştuğunuz
zaman gerektiği gibi salâtı ikame edin (EKİMUS SALATE). Muhakkak ki salât,
müminlerin üzerine vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur. (4:103)
Allah’ın resulünün savaş zamanı
yaptırdığı salât ile ilgili yorumlar,
“Savaş Zamanı Yapılan Salât” başlığı altında yapılmıştır.
Onlardan
ölen bir kimsenin üzerine ebediyen salâta katılma (TUSALLİ) ve onun kabri başında durma. Çünkü
onlar, Allah’ı ve O’nun resulünü inkâr ettiler ve onlar fasık olarak öldüler.
(9:84)
(9:84)
Ayetinde salâttan men etmek ya da salât esnasında olmamak için “tusalli” ifadesi
kullanılmıştır.
Salâtın
tanımını kısaca "ilgilenmek, sahiplenmek, bağ kurmak, yönelmek"
olarak yapmıştık…
Bu ayette
münafıklarla bütün ilişkinin kesilmesi istenmektedir. Yani "Ölüsünden
de ilişkiyi kopar, ilgilenme, sahip çıkma" denilerek onlarla olan tüm
bağların koparılması, ilişkinin kesilmesi istenmektedir. Çünkü onlar daha önce
yaptıkları salâtları boşa çıkarmışlar, Allah'a ve resulüne muhalefet ederek
savaşmamış ve imandan çıkmış bir şekilde fasık olarak ölmüşlerdir. Burada
dikkat edilmesi gereken husus, ölüye salât edilmediğidir. Çünkü ölünün
arkasından, onun için yapılan herhangi bir şeyin ölüye faydası olmayacaktır.
Herkesin kazandığı kendi eliyledir. Vefat etmesiyle birlikte ölen kişinin hesap
defteri kapanmıştır.
İnsan sevmediği kişinin cenazesine ya gitmez ya da yakınlarını teskin etmek için gider. Ölünün toprağa defnedilişi sırasında orada bulunmak, ölen kişinin yakınları için bir teskin olma sebebidir. Acının paylaşılması, sahiplenilmesi olayıdır. Ölümün bir ibret olması dolayısıyla mezarda toplanılıp, yaşayanların hayatlarında uygulamaları için onlarla birlikte veya tek başına salât edilebilir yani kendi yaşamında uygulamak üzere anlayarak Kuran okunabilir.
İnsan sevmediği kişinin cenazesine ya gitmez ya da yakınlarını teskin etmek için gider. Ölünün toprağa defnedilişi sırasında orada bulunmak, ölen kişinin yakınları için bir teskin olma sebebidir. Acının paylaşılması, sahiplenilmesi olayıdır. Ölümün bir ibret olması dolayısıyla mezarda toplanılıp, yaşayanların hayatlarında uygulamaları için onlarla birlikte veya tek başına salât edilebilir yani kendi yaşamında uygulamak üzere anlayarak Kuran okunabilir.
Dolayısıyla (9:84) ayetinde hem fasık olarak
ölenlerin cenazesine katılıp, acının paylaşılması ve sahiplenilmesi hem de o
cenaze esnasında vahiysel irtibatın kurulması istenilmemektedir. Zira
fasıkların arasına katılarak böyle bir görüntü vermek; Müslümanlara hem
haksızlık hem de ikiyüzlülük yapmak anlamına gelecektir.
Cenaze merasimi vesilesiyle ibret olması açısından
mezarın başında salât etmek yani vahiy okumak; geleneklerde ölünün ruhu için
Yasin okuma şekline ve anlayışına dönüşmüştür ve yanlıştır...
Diğer bir kısmı ise günahlarını
itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır.
Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir. (9:102)
Onların
mallarından sadaka olarak al ve onunla onları temizle ve tezkiye et ve onlara
salât et (SALLİ) , muhakkak ki; senin salâtın (SALATEKE) onlar için bir sekinedir
(sükûnettir). Ve Allah; Semidir, Âlimdir. (9:103)
(9:103)
Ayetinde salâta çağrı için “salli” ifadesi kullanılmıştır. Yani seslenilen kişi
(resul), salât esnasında değildir.
(9:102)
Ayetinde "diğerleri" diye bahsedilen ve savaşa
çeşitli bahanelerle gitmeyenlerin kastedildiği bir kısım insan, günahlarını
itiraf etmişlerdir. Zira salih ameli, diğer kötü amelle karıştırmışlardır.
Ayette Allah'ın, sadaka verdikleri takdirde onların tövbelerini kabul etmesi
umulmaktadır.
(9:103)
Ayetinde ise hatalarını anlayıp pişman olan bu insanlarla tekrar
"ilgilenmek, sahiplenmek, bağ kurmak, iletişim kurmak" anlamında salât
yapılması yani birlikte yine eskiden olduğu gibi vahiy çalışması istenmektedir.
Çünkü müminler, münafıklarla birlikte onlara uyan veya çeşitli bahanelerle
savaştan kaçan bu insanlarla da ilgiyi, alakayı, bağı, iletişimi; (vahiy
çalışması dâhil) her türlü anlamda koparmışlardı.
Salâtın
yerine getirilmesi ile birlikte, salâtın gereğinin yapılması anlamında olan
mallarından alınan sadaka sebebiyle hem nefislerinin tezkiye edilmesi (arındırılması) yani zekâtlarını vermeleri
hem de kendileriyle tekrar eski ilgi, alaka ve bağın kurulması sağlanmış
olacaktır. Zira resulün bu salâtı yani onlarla birlikte yine eskisi gibi vahiy
çalışması yapması dolayısıyla ilgisi, bağı, iletişimi onlara huzur verecektir.
Böylece onların verdiği sadakaları yeniden kabul ederek, kendileriyle koparılan
bağ tekrar sağlanmış ve iman üzere oldukları yeniden onaylanmış olacaktır.
Dolayısıyla onlar da "kâfir olduk, helak olduk" sıkıntısından kurtulup
huzura kavuşacaklardır.
- Allah’ın Resulü
Zekeriya’nın Kuran’daki Örnek Bir Salâtı
Orada Zekeriya Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından
temiz bir nesil bahşet. Şüphesiz sen duayı hakkıyla işitensin” dedi. (3:38)
Zekeriya mabette salât ederken (YUSALLİ) melekler ona,
“Allah sana, kendisinden gelen bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim
ve salihlerden bir nebi olarak Yahya’yı müjdeler” diye seslendiler. (3:39)
Zekeriya, “Ey Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çatmış iken ve
karım da kısır iken benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi. Allah, “Öyledir, ama
Allah dilediğini yapar” dedi. (3:40)
Zekeriya, “Rabbim! (çocuğum olacağına dair) bana bir alâmet
ver” dedi. Allah da şöyle dedi: “Senin için alâmet, insanlarla üç gün
konuşamaman, ancak işaretleşebilmendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tespih
et.” (3:41)
(3:38-41) Ayetlerinde Zekeriya mabette Rabbine yönelmiş, salât esnasındayken melekler kendisine seslenmiştir.
(3:39)
Ayetinde salât esnasında oluş için “yusalli” kelimesi kullanılmıştır. Yani
yusalli kelimesi, salât esnasında olduğunu ifade etmektedir.
Dikkat
edilirse Zekeriya salât esnasında yani vahiysel irtibatta bulunurken Yahya ile
müjdelenmiştir.
- Salâvat
“Salâvat” kelimesi, “salât” kelimesinin çoğuludur ve
‘salâvat
getirmek’ ile bir alakası yoktur.
“Salâvat” kelimesi, en az 3 vakit salât vaktinin
varlığını gerekmektedir.
Bu vakitler: 1-SABAH
2-AKŞAM 3-CUMA vakti salâtlarıdır.
Bu konu, “Vakit Şartı” adlı başlıkta ayrıca incelenmiştir.
İşte onlar ki Rablerinden salâtlar (SALÂVAT) ve
rahmet onların üzerinedir. İşte onlar, onlar hidayete ermiş olanlardır. (2:157)
Allah’ın rahmeti olarak insanları hidayete ve
kurtuluşa erdiren sebep, Allah’ın vahiy ile kurduğu iletişimdir. Bu nedenle
Rabbin salâtının, vahiy iletişimi olduğu ve bu doğrultuda vahyi insanlara hem ilettiği
hem de öğrettiği düşünülmelidir. Zira Rab, hem nebisine özel olarak hem de
müminlere sürekli olarak gönderdiği vahiyler aracılığıyla salât etmektedir.
Bu ayete göre Rabbimizin salâvat getirdiğini
düşünmek abes olacaktır.
Salâtlara (SALÂVATİ) ve salât-ı (SALÂTİ) vustaya
hafız olun. Ve kalkın, Allah için kanitin olun. (2:238)
(2:238) Ayetinde müminlerin, salâtlara
yani belli vakitlerdeki vahiy okumalarına sahip çıkmaları istenmektedir.
Salâtlar ve salât-ı
vusta ile ilgili açıklama, “Vakit Şartı”
adlı konu başlığı içinde yapılmıştır.
Ve Araplardan Allah’a ve ahiret gününe inananlar
vardır. Ve infak ettikleri şeyleri Allah’ın indinde ve resulün salâtlarında
(SALÂVATİR) bir vesile kabul ederler. Muhakkak ki o, onlar için bir yakınlık
vesilesidir, (öyle) değil mi? Allah, onları rahmetinin içine dâhil edecek.
Muhakkak ki Allah; Gafurdur ve Rahimdir. (9:99)
(9:99) Ayetindeki resulün salâtlarından
kasıt yine vahyin okunup, üzerinde konuşularak düşünüldüğü, Allah ile iletişime
geçildiği zamanlardır.
Ve onlar, salâtlarını (SALÂVATİHİM) muhafaza
edenlerdir. (23:9)
(23:9) Ayetinde “salâtlarını” yani “vahiy okumalarını muhafaza ederler” denilmek
istenmektedir.
- Salât Yeri
“Musalla”
kelimesi, salât yeri demektir.
Ve biz evi (BEYTE) insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Ve siz,
İbrahim’in makamından bir salât yeri (MUSALLA) edinin. Ve biz, İbrahim’e ve
İsmail’e: “İtikâfa giren (AKİFİNE) ve rükû eden (RUKKE) ve secde eden (SUCUD)
topluluklar için evimi (BEYTİYE) temiz tutun.” diye ahdettik. (2:125)
(2:125) Ayetinde bahsi geçen “ev” yani “beyt” kelimesiyle Mekke’de inşa
edilen ilk ev olan Kabe kastedilmiştir. Ancak Kâbe ise Dünya gezegenini temsil
eden bir sembol olarak inşa edilmiştir.
Kâbe binasıyla temsil edilen “ev” yani insanlığın gerçek anlamda
yaşadığı Dünya gezegeni, insanların yaşamlarını sürdürmek üzere doğarak bir
araya geldikleri bir toplantı yeridir. Bu toplantı yeri, Allah tarafından
yaşama elverişli bir şekilde güvenli kılınmıştır. Bu anlamıyla Dünya
gezegeninin tamamı bir salât yeridir.
Kâbe binasının âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak
gösterilmesinin sebebi, bu binanın Dünya gezegenini temsil etmesi nedeniyledir.
Zira Dünya gezegeni âlemler için bereketli olan ve hidayete erdiren bir yerdir.
Dünya gezegeni aynı zamanda, üzerinde Allah tarafından koyulmuş yasaklar
bulunan bir secde yeri olduğu için Kuran’da “Mescidi Haram” olarak da adlandırılmıştır.
Dolayısıyla iman etmiş müminler bu gezegendeki yaşamlarında kendilerine bir
salât yeri yani uygulamaya dönüştürmek ve nefislerini arındırmak amacıyla vahyi
okuyacakları bir yaşam yeri edinmelidirler.
Rükû edenler; vahyi kendilerine rehber edinip, Allah'ın huzurunda
Sünnetullah'a (Allah’ın yaratma yasalarına) boyun eğik bir şekilde Allah'ın
yarattıklarına sorgusuz olarak saygı ve rıza gösterenlerdir. (“Rükû” başlığı altında daha detaylı
olarak incelenmiştir.)
Secde edenler; aklı veya ister istemez vücut varlıklarıyla emri altına girerek
teslim olanlardır. (“Secde” başlığı
altında daha detaylı olarak incelenmiştir.)
İbrahim'in makamı; yeryüzünde kâmil insan olarak ulaşılabilen, tek tanrıcı, Allah'tan başka hiçbir şeyden korkulmayan ve sonsuz güvende hissedilen, tekâmül seviyesinin en üst düzeyinde olma mertebesidir.
Allah İbrahim’e ve İsmail’e, rükû ve secde edenler için insanlığın yaşam yeri olan evi yani Kâbe binasıyla temsil edilen Dünya gezegenini temiz tutmaları için ahit vermiştir. Bu temizlik genelde insanlığın yaşam alanı olarak küresel bir temizlik, özelde ise vahiy aracılığıyla nefislerin eğitilerek arındırılması olarak anlaşılmalıdır. Zira ilk yazılı vahiy de İbrahim aracılığıyla başlamıştır. Bu yüzden salât, İbrahim-i bir gelenektir.
Dünya üzerinde yaşayan bütün inanan insanlar, tıpkı İbrahim gibi olabilmek için Allah ile iletişime geçmeli yani Allah'ın nebisi aracılığıyla inzal edilen kitabı okumalı ve yaşayarak nefsini arındırmak amacıyla öğrenmelidir.
- Salât Edenler
Kuran içerisinde salât edenler, "Musallin" kelimesiyle ifade
edilmektedir.
Salât edenler (MUSALLİN) hariç. (70:22)
(70:22) Ayetinde salât edenler, “musallin” kelimesiyle ifade edilmiştir.
“Biz salât edenlerden (MUSALLİN) olmadık.” dediler. (74:43)
“Yoksula yedirmezdik.” (74:44)
(74:43) Ayetinde cehenneme girenler; "Allah'ın vahyini okumadık
dolayısıyla gereklerini yerine getirmedik." demek istemektedirler. Zira
(74:44-46) ayetleri, salâtın gereklerini açıklamaktadır.
İşte o salât edenlere (MUSALLİN) yazıklar olsun. (107:4)
Allah'ın vahyine inanmadıkları için gereklerini yerine getirmeyenler, “Maun Suresi’nde Salât” adlı konu
başlığı altında incelenmiştir...
- Kâfirlerin Salâtı
Ve onlar, Mescidi Haram’dan men ediyorlarken ve onlar, O’nun dostları
değilken Allah niçin onlara azap etmesin? O’nun dostları ancak takva sahibi
olanlardır. Ve fakat onların çoğu bilmezler. (8:34)
Ve onların salâtları (SALATUHUM) evin (EL BEYTİ) yanında ıslık çalmak ve
el çırpmadan başka bir şey olmadı. Artık inkâr etmiş olduğunuz şeyler sebebiyle
azabı tadın! (8:35)
Mescidi Haram,
Kâbe binası ve yakın çevresiyle sembolize edilmiş Dünya gezegenidir. Dünya
gezegeni, insanları belli bir tekâmül seviyesine yani kâmil insanın temsilcisi
olan İbrahim’in mertebesine çıkarmayı hedefleyen bir sınav yeridir. Bir sınav yeri
olan Dünya hayatı aynı zamanda bir okul gibidir. Bu okul, teorik ve pratik ders
konularını okutur. Teorik olan Allah’ın vahyi; pratik olan ise Allah’ın vahyinin
yaşamda uygulanması ve böylece nefsin arındırılmasıdır.
Kâfirler; savaşlar çıkarıp
kan dökerek, kürtaj ile anne karnındaki bebekleri öldürerek, uyuşturucu
maddelerle zehirleyerek, doğallığı bozulmuş yiyeceklerle kanser ederek vs.
türlü şekillerle insanların yeryüzüne doğmalarını veya yeryüzünde yaşam
sürmelerini engellemektedirler. Yani Mescidi Haram’dan men etmektedirler. Bu
kişiler Kuran’da “Beyt” yani ev olarak ifade edilmiş Dünya üzerinde yaşamları
boyunca Allah'ın vahiylerini görmezden gelmişler, inanmamışlar ve eğlenceye
dalıp boş işlerle uğraşmışlardır. Ve belki de günümüzde bazen gördüğümüz gibi
Allah’ın ayetlerine karşı topluca itiraz etmek ve yuhalamak maksadıyla ıslık
çalıp, alkış yapmışlardır. Bu yüzden Allah tarafından azaba
çarptırılacaklardır.
Kâfirler:
“Bu Kuran’ı dinlemeyin, (okuma süresi) içinde gürültü yapın. Umulur ki böylece
siz galip olursunuz.” dediler. (41:26)
Örneğin
(41:26) Ayetinden, kafirlerin ıslık çalma ve el çırpma eylemini; Kuran
okunmasını veya okunurken duyulmasını engellemek için yaptıkları
anlaşılmaktadır.
Hâlbuki Allah’ın dostları
takva sahibi olanlar yani Allah’ın isteği doğrultusunda yaşayanlardır.
En Doğrusunu ALLAH Bilir.
Bülent DİLAVER
_iNsaNOĞLU_
Emeğinr saglik
YanıtlaSilTeşekkür ederim ama güzel Türkçemizi de düzgün kullanmaya gayret göstermeliyiz. Doşayısıyla "emeğe sağlık" ifadesi doğru bir kullanım değil :)
SilDoşayısıyla(dolayısıyla) yazımı gibi sanırım
SilAynen 😊
YanıtlaSil